Savunma Mesleği Üzerindeki Gölge: Avukatların Suç Örgütleriyle Anılması, Hukuki ve Etik Boyutlarıyla İnceleme

Türkiye’de avukatların suç örgütleriyle ilişkilendirilmesi olgusu, son yıllarda hem yargı sistemi hem de kamuoyu açısından giderek önem kazanan bir sorun haline gelmiştir. Çeşitli davalarda avukatların yalnızca savunma görevini yerine getirmekle kalmayıp, örgüt üyeliği, örgüt yöneticiliği, örgüte yardım etme, rüşvet ve nüfuz ticareti gibi suçlamalarla gündeme geldikleri görülmektedir. Danıştay saldırısı, Savcı Mehmet Selim Kiraz suikastı, Adnan Oktar davası, Selahattin Yılmaz suç örgütü soruşturması, İstanbul Büyükşehir Belediyesi dosyaları ve “İBB Borsası” iddiaları, bu olgunun farklı yönlerini göstermektedir. Türk Ceza Kanunu’nda yer alan örgüt üyeliği, örgüte yardım, rüşvet ve nüfuz ticareti düzenlemeleri ışığında değerlendirilen bu vakalar, avukatlık mesleğinin özünü oluşturan bağımsızlık, tarafsızlık ve gizlilik ilkelerinin ihlal edilmesi halinde ortaya çıkan güven krizini ortaya koymaktadır. Avrupa ve ABD örnekleriyle yapılan karşılaştırma ise, Türkiye’deki disiplin ve denetim mekanizmalarının yetersizliğine işaret etmektedir. Savunma mesleğinin örgütler veya siyasi güçler tarafından istismar edilmesi, adalet sisteminin tarafsızlığına ve kamu güvenine yönelik yapısal bir tehdit olarak öne çıkmaktadır. Çözüm, etkin baro disiplin mekanizmaları, cezaevi görüşmelerinde uygun denetim, siyasi tarafsızlık ilkesinin hayata geçirilmesi ve yargı–siyaset–avukat ilişkilerinde şeffaflığın artırılmasıyla mümkündür.

Türkiye avukat suç örgütü üyeliği örgüt yöneticiliği örgüte yardım rüşvet nüfuz ticareti etik yasal çerçeve suç ceza ilişki gözaltı tutuklama

Türkiye’de Avukat ile Suç Örgütü İlişkisi Olgusu

Avukatlık, yalnızca bireylerin haklarını savunmakla sınırlı bir meslek değildir; aynı zamanda adaletin gerçekleşmesini sağlayan, demokratik hukuk devletinin temel direklerinden biridir. Avukat, müvekkil ile yargı organları arasında köprü kurarak, savunma hakkını güvence altına alır ve yargılamanın adil bir şekilde yürütülmesine katkı sunar. Bu nedenle avukatlık mesleği, yalnızca bir “iş” değil, aynı zamanda topluma karşı sorumluluk yükleyen bir kamu hizmetidir.

Ne var ki son yıllarda Türkiye’de, avukatların isimleri giderek artan biçimde suç örgütü üyeliği, yöneticiliği veya örgüte yardım etme iddialarıyla kamuoyunun gündemine gelmektedir. Farklı davalarda ortaya çıkan bu iddialar, kimi zaman bireysel bir avukatın davranışlarıyla sınırlı kalmamakta, kimi zaman da bir baro yönetimini kapsayacak ölçüde kurumsal tartışmalara dönüşmektedir. Bu durum, avukatlık mesleğinin saygınlığına gölge düşürmekte ve toplumun adalet sistemine duyduğu güveni derinden etkilemektedir.

Türkiye’de yaşanan güncel ve tarihsel bazı vakalar, bu olgunun ne denli çarpıcı boyutlara ulaştığını göstermektedir. Adnan Oktar örgütüyle ilişkilendirilen avukatlardan, Danıştay saldırısının faili avukat Alparslan Arslan’a; “İBB Borsası” iddialarından Savcı Mehmet Selim Kiraz’ın şehit edilmesine giden süreçte avukatların adının geçmesine kadar pek çok farklı dosya, mesleğin karanlık bir yüzle anılmasına neden olmuştur. Bu örnekler, kamuoyunda yalnızca tekil olaylar olarak değil, bir “trend”in işaretleri olarak tartışılmaktadır.

Bu yazının amacı, Türkiye’de avukatların suç örgütleriyle ilişkilendirilmesi olgusunu ele almak, farklı davalar üzerinden ortaya çıkan sorunları analiz etmek ve bu sorunların hukuki, etik ve toplumsal boyutlarını incelemektir. Yazıda, hem güncel vakalardan hem de yakın tarihten seçilmiş davalardan hareketle, savunma mesleğinin nasıl bir baskı altında kaldığı ve aynı zamanda meslek mensuplarının bireysel davranışlarının mesleğin bütününe nasıl gölge düşürdüğü tartışılacaktır. Ayrıca, mukayeseli hukuk perspektifiyle uluslararası örneklere bakılacak ve olası çözüm önerileri değerlendirilecektir.

Kavramsal ve Hukuki Çerçeve

Suç Örgütü Kavramı (TCK m.220 ve devamı)

Türk Ceza Kanunu’nun 220. maddesi, suç işlemek amacıyla örgüt kurma, yönetme, örgüte üye olma, yardım etme ve örgüt adına suç işleme fiillerini ayrı ayrı düzenlemektedir. Buna göre:

  • Örgüt kurmak ve yönetmek (m.220/1) en ağır sorumluluğu doğuran fiildir.
  • Örgüt üyeliği (m.220/2), hiyerarşik yapıya dahil olmayı ifade eder.
  • Örgüt adına suç işleme (m.220/6), üyelik olmasa da örgütün amacı doğrultusunda hareket etmeyi cezalandırır.
  • Örgüte yardım etme (m.220/7), örgütün faaliyetlerine destek sağlayan ancak doğrudan hiyerarşiye dahil olmayan kişileri kapsar.

Bu düzenlemeler, yalnızca fiili değil, örgütle irtibatı ve örgüte “destek” sağlayan davranışları da cezalandırma alanına dâhil etmektedir. Dolayısıyla avukatların mesleki faaliyetlerinin hangi noktada “savunma hakkı” kapsamında, hangi noktada ise “örgüte yardım” kapsamında değerlendirileceği oldukça hassas bir tartışma konusudur.

Avukatın Konumu ve Mesleki Çerçeve

Avukatlık Kanunu’nun 1. maddesi uyarınca avukatlık, “kamu hizmeti ve serbest meslek” niteliğini birlikte taşır. Avukat, yalnızca müvekkilini savunan bir profesyonel değil, aynı zamanda adaletin gerçekleşmesine katkı sağlayan kamu görevlisi niteliğindedir.

Türkiye Barolar Birliği Meslek Kuralları, avukatın:

  • bağımsız olmasını,
  • dürüstlük ve sadakat içinde çalışmasını,
  • müvekkili ile özdeşleşmemesini,
  • meslek onurunu korumasını öngörür.

Buna karşın, son yıllarda ortaya çıkan bazı dosyalarda avukatlık faaliyetinin sınırlarının aşıldığı ve mesleki kimliğin örgüt faaliyetleri için bir “kalkan” olarak kullanıldığı iddiaları dikkat çekmektedir.

Savunma Hakkı ile Örgüt İrtibatı Arasındaki İnce Çizgi

Hukukun üstünlüğü bakımından temel sorun, avukatların yalnızca müvekkillerini savunmalarının suç örgütü üyeliği olarak değerlendirilme ihtimalidir. AİHM içtihatlarında defalarca vurgulandığı üzere, savunma faaliyetinin kriminalize edilmesi adil yargılanma hakkını ihlal eder. Ancak öte yandan, avukatlık kimliğinin kötüye kullanılarak örgütlere insan kaynağı kazandırma, örgütsel talimatların iletilmesi veya suçların planlanmasında lojistik destek sağlanması gibi fiillerin “savunma hakkı” kisvesi altında korunması da mümkün değildir.

AİHM İçtihatları ve Uluslararası Hukuk Perspektifi

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), avukatların mesleki faaliyetlerinin sınırlandırılmasına ilişkin davalarda şu kriterleri öne çıkarmaktadır:

  • Avukatın ifadeleri veya davranışları, yalnızca savunma göreviyle mi ilgili, yoksa örgütsel faaliyetle mi bağlantılı?
  • Müdahale, demokratik toplumda gerekli ve ölçülü mü?
  • Avukatın faaliyetleri, müvekkilinin savunulması için zorunlu kabul edilebilecek sınırlar içinde mi, yoksa bu sınırların ötesine mi geçiyor?

Bu kriterler, Türkiye’deki tartışmalar açısından da yol göstericidir. Zira bazı davalarda avukatların yalnızca müvekkilleriyle özdeşleştirildikleri, bazılarında ise gerçekten örgütsel faaliyetlerin parçası olduklarına dair ciddi deliller bulunduğu görülmektedir.

📌 Sonuç olarak, kavramsal ve hukuki çerçeve, makalenin ilerleyen bölümlerinde incelenecek vakaların değerlendirilmesine temel oluşturacaktır. Özellikle üyelik, yöneticilik, yardım, örgüt adına suç işleme ve rüşvet/nüfuz ticareti gibi farklı fiillerin her birinin, hem ceza hukuku hem de meslek etiği açısından farklı sorumluluk doğurduğu unutulmamalıdır

Türkiye’den Güncel ve Tarihsel Vaka Analizleri

Danıştay Saldırısı (2006) – Avukat Alparslan Arslan

Türkiye’de avukatların suç örgütleriyle ilişkisi bağlamında en çok hatırlanan davalardan biri, 17 Mayıs 2006’da Danıştay 2. Dairesi’ne yapılan silahlı saldırıdır. Bu saldırıda Danıştay üyesi Mustafa Yücel Özbilgin yaşamını yitirmiş, diğer üyeler yaralanmıştır. Failin avukat Alparslan Arslan olması, olayı kamuoyunda çok daha sarsıcı hale getirmiştir.

Ankara’da Danıştay binasında gerçekleştirilen saldırının faili Alparslan Arslan, ifadesinde laiklik karşıtı görüşlerini dile getirmiş ve saldırıyı bu motivasyonla gerçekleştirdiğini belirtmiştir. Yargılama sonucunda Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi, Arslan’ı:

  • “Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs” (TCK m.309),
  • “Kamu görevlisini yerine getirdiği görev nedeniyle tasarlayarak öldürme” suçlarından iki kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm etmiştir.

Diğer sanıklardan bazıları örgüt üyeliği ve yardım suçlarından farklı sürelerde hapis cezaları alırken, bazıları beraat etmiştir.

Bu dava, avukat kimliğine sahip bir kişinin bizzat anayasal düzeni hedef alan şiddet eylemini gerçekleştirmesi bakımından istisnai bir örnek teşkil etmektedir. Failin avukat olması, olayın yalnızca bir terör saldırısı değil, aynı zamanda mesleğin kamuoyundaki güvenilirliğini derinden sarsan bir vaka haline gelmesine yol açmıştır.

  • Burada avukatlık faaliyetinden söz edilemez; aksine meslek kimliği, saldırıya giden süreçte failin “saygınlık” kazanması için bir perde işlevi görmüştür.
  • TCK bakımından, örgüt yöneticiliği veya üyeliğinden öte, doğrudan anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs fiili söz konusudur.

Danıştay saldırısı, avukatlık mesleğinin kamu vicdanındaki imajına ağır bir darbe vurmuştur. Avukatın asli görevi, hukuk kuralları içinde kalarak adaleti savunmaktır. Ancak bu örnekte, avukat kimliğiyle hareket eden bir kişi, doğrudan şiddet eyleminin faili olmuş; bu da toplumda “avukat kimliği bile terör eylemlerini gizlemeye yarayabilir mi?” sorusunun gündeme gelmesine yol açmıştır.

Danıştay saldırısı, avukatların suç örgütleri veya terör yapılanmalarıyla ilişkisi tartışmalarında tarihsel bir dönüm noktasıdır. Daha sonraki yıllarda görülen davalarda, bu olay sık sık referans verilerek, avukatlık mesleğinin örgütsel suçlarla bağlantı riski gündeme getirilmiştir.

Savcı Mehmet Selim Kiraz Suikastı (2015) – Avukat Murat Canım

Türkiye’de avukatların suç örgütleriyle bağlantısına dair kamuoyunu en fazla sarsan olaylardan biri, 31 Mart 2015’te İstanbul Adliyesi’nde Cumhuriyet Savcısı Mehmet Selim Kiraz’ın DHKP-C terör örgütü üyeleri tarafından şehit edilmesidir. Bu olayda, örgütün kullandığı silahın temininde bir avukatın adının geçmesi, mesleğin itibarını derinden zedelemiştir.

Soruşturma kapsamında gözaltına alınan avukat Murat Canım, örgütün gizli hücre yapılanması içinde yer almakla suçlanmıştır. Savcılığın sevk yazısında, gizli tanık beyanları ve etkin pişmanlıktan yararlanan kişilerin ifadelerine dayanılarak, saldırıda kullanılan ve “Fransız 10’lusu” olarak bilinen tabancanın örgüt kuryesine Murat Canım tarafından teslim edildiği ileri sürülmüştür.

  • Canım’ın, örgütün “temiz ilişki” olarak nitelendirdiği bir isim olduğu,
  • Avukatlık kimliğini örgütsel faaliyetler için kalkan olarak kullandığı,
  • Buna rağmen herhangi bir fiilî savunma faaliyeti yürütmediği,
    iddialar arasında yer almıştır.

İstanbul 5. Sulh Ceza Hakimliği, Murat Canım’ın:

  • “Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs” (TCK m.309),
  • “Kamu görevlisini yerine getirdiği görev nedeniyle tasarlayarak öldürmeye yardım” (TCK m.82, 39) suçlarından tutuklanmasına karar vermiştir.

Bu vakada, söz konusu fiil basit bir üyelik veya yardım değil; doğrudan öldürme eylemine lojistik destek sağlama düzeyindedir.

  • Avukatlık sıfatının yalnızca meslekî faaliyet için değil, örgüt hücresinin gizlilik ihtiyacını karşılamak üzere kullanıldığı ileri sürülmüştür.
  • Burada savunma hakkı ile avukatlık faaliyetinin korunması tartışması geçerli değildir; çünkü faaliyet, doğrudan şiddet eyleminin lojistiğine yöneliktir.

Savcı Mehmet Selim Kiraz’ın şehit edilmesi toplumda derin bir infiale yol açarken, bu olayda bir avukatın isminin geçmesi kamu vicdanında büyük güven kaybı yaratmıştır.

  • Avukat kimliğinin, örgütlerin en sansasyonel eylemlerinden birinde “örtü” olarak kullanıldığı algısı, meslek onuruna zarar vermiştir.
  • Bu durum, “savunma mesleğinin dokunulmazlığı” ile “örgütsel faaliyetlerin dokunulmazlığı”nın karıştırılmaması gerektiğini ortaya koymuştur.

Bu vaka, Türkiye’de avukatların suç örgütü iddialarında en ağır sorumluluk türlerinden birini temsil etmektedir. Bir avukatın yalnızca örgüt üyeliğiyle değil, doğrudan bir kamu görevlisinin öldürülmesine yardım etmekle suçlanması, avukatlık mesleğinin suç örgütleriyle bağlamında en dramatik kırılma noktalarından biri olmuştur.

Avukatların Örgüte Kazandırılması İddiaları – Adnan Oktar Davası

Türkiye’nin en çok ses getiren organize suç davalarından biri olan Adnan Oktar suç örgütü davası, yalnızca örgüt faaliyetleriyle değil, aynı zamanda avukatların bu yapı içindeki rolüyle de gündeme gelmiştir. Davada müşteki sıfatıyla bulunan bir kişinin yaptığı suç duyurusu, avukatlık mesleğinin örgüt lehine nasıl araçsallaştırılmaya çalışıldığını çarpıcı şekilde ortaya koymuştur.

Adnan Oktar’ın tutuklu bulunduğu dönemde Marmara Cezaevi kayıtlarına göre:

  • 40 günde 527 saat görüşme gerçekleştirdiği,
  • Bu görüşmelere katılan 83 avukatın 63’ünün kadın olduğu,
  • Oktar’ın kadın avukatlarla toplam 500 saat, erkek avukatlarla ise yalnızca 20 saat görüştüğü,
    belirlenmiştir.

Suç duyurusu dilekçesinde, örgüt üyelerinin sosyal medya ve tevkil siteleri üzerinden ilan vererek “genç ve güzel kadın avukatları” cezaevine yönlendirdiği, Oktar’ın beğendiği kişilerin tekrar gönderildiği, beğenmediklerinin ise bir daha cezaevine alınmadığı ileri sürülmüştür. Bu şekilde örgütün, avukatlar üzerinden kendisine insan kaynağı sağladığı iddia edilmiştir.

Bu vakada söz konusu olan fiiller, doğrudan “örgüt üyeliği” olarak değil, örgüte yardım etme ve örgüt adına faaliyet yürütme (TCK m.220/6–7) kapsamında değerlendirilebilir.

  • Avukatların örgütle organik bağ kurmadan, yalnızca “görüşme” amacıyla yönlendirilmesi, teknik olarak üyelikten ziyade yardım fiiline işaret etmektedir.
  • Ancak örgüte “avukat kazandırma” stratejisinin, savunma hakkı kisvesi altında örgütü güçlendirme amacına hizmet ettiği açıktır.

Avukatlık mesleğinin “örgüte eleman sağlama kanalı” gibi görülmesi, mesleğin saygınlığına büyük zarar vermektedir. Genç ve mesleğe yeni başlayan avukatların ekonomik sıkıntılar veya cazip teklifler nedeniyle örgütlerin etkisine açık hale gelmesi, baroların meslek etiği ve meslek içi eğitim konusunda daha etkin bir rol üstlenmesini zorunlu kılmaktadır. Kamuoyunda, avukatların “örgütün estetik yüzü” veya “vitrin figürü” olarak kullanılabileceği algısı, mesleğin bağımsızlığına gölge düşürmektedir.

Adnan Oktar davası, avukatların yalnızca müvekkillerini savunmak için değil, örgütlerin iç işleyişinde araçsallaştırılabilecek potansiyel aktörler olarak görülmesinin tehlikesine işaret etmiştir. Bu durum, savunma hakkının kötüye kullanılmasının ötesinde, avukatlık mesleğinin örgütlerin stratejik yapılanmalarında nasıl kullanıldığını göstermesi bakımından önemlidir.

Casusluk ve Suç Örgütü Üyeliği İddiası – MKE Eski Başkanı Avukat İsmet Sayhan 

Türkiye’de avukatlık mesleği ile suç örgütü ilişkisi tartışmalarında dikkat çeken bir diğer dosya, Makine ve Kimya Endüstrisi’nin (MKE) eski yönetim kurulu başkanı Avukat İsmet Sayhan hakkındadır. Sayhan, “Selahattin Yılmaz suç örgütü” kapsamında faaliyet yürütmek ve casusluk suçlamalarıyla gözaltına alınmıştır.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yürüttüğü soruşturmada, İsmet Sayhan’ın adı, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yıllara sari top mermisi tedarik planları ve gizli fiyat bilgilerinin sızdırılması olayına karışmıştır.

  • MKE’nin suç duyurusunda, gizli askeri bilgiler ve stratejik tedarik planlarının dışarıya çıkarıldığı,
  • Bu süreçte Sayhan’ın hem örgüt faaliyetleriyle hem de casusluk faaliyetiyle irtibatlı olduğu,
    ileri sürülmüştür.

Polis ekipleri tarafından evinde ve ofisinde yapılan aramalarda çok sayıda dijital materyale el konulmuş, Sayhan Organize Suçlarla Mücadele Şubesi’nde sorgulanmak üzere gözaltına alınmıştır.

Bu olay, yalnızca suç örgütü üyeliğiyle sınırlı olmayıp, aynı zamanda casusluk (TCK m.328 vd.) boyutunu da içermektedir.

  • Avukatlık mesleğini icra eden bir kişinin, hem suç örgütüyle bağlantılı olmak hem de devletin güvenliğine ilişkin gizli bilgileri sızdırmakla suçlanması, en ağır cezaî sorumluluk alanlarından biridir.
  • Burada söz konusu olan, sadece örgüte destek sağlamak değil, aynı zamanda devlet sırlarını tehlikeye atan fiiller

Avukatlık mesleği, kamu görevi niteliği gereği en yüksek sadakat ve güven standardını gerektirir. Bu olayda adı geçen iddialar, toplumda avukatların yalnızca müvekkilleriyle değil, devletin güvenliğiyle ilgili kritik bilgilerle de bağlantılı olabileceği yönünde ciddi kaygılara yol açmıştır. Kamuoyunda, “ülkenin stratejik çıkarlarını korumakla yükümlü bir kurumun başına kadar yükselmiş bir avukatın suç örgütü ve casuslukla anılması” meslek itibarını derinden zedelemiştir.

İsmet Sayhan dosyası, avukatların yalnızca adli vakalarla değil, aynı zamanda ulusal güvenlik ve casusluk faaliyetleri kapsamında da suç örgütü bağlantısıyla anılabileceğini göstermektedir. Bu vaka, suç örgütü üyeliği iddialarının, devletin en hassas kurumlarıyla dahi ilişkili hale gelebileceğini ortaya koymuştur.

İBB Soruşturması ve Örgüt Avukatlığı İddiaları – Avukat Mehmet Pehlivan

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun avukatlarından Mehmet Pehlivan, etkin pişmanlıktan faydalanan şüphelilerin beyanları üzerine “örgüt üyeliği” iddiasıyla soruşturma geçirmiş ve tutuklanmıştır. Bu dosya, bir yandan siyasi boyutu, diğer yandan avukatların soruşturmalarda oynadığı rolün örgütsel faaliyet olarak yorumlanması bakımından dikkat çekicidir.

Etkin pişmanlıktan faydalanan şüpheliler Adem Soytekin ve Servet Yıldırım, verdikleri ifadelerde Mehmet Pehlivan’ın örgüt kapsamında hareket ettiğini öne sürmüşlerdir. İddialara göre:

  • Pehlivan, haklarında soruşturma yürütülen şüphelilerin gözaltı ve sonrasındaki süreçlerinde hangi avukatların görev alacağını planlamış,
  • Böylece soruşturmalarda ifade veren kişilerin kontrol altında tutulmasını amaçlamış,
  • Kontrolündeki avukatları cezaevlerindeki şüphelilere yönlendirerek onlara “konuşmamaları yönünde telkinlerde bulunmalarını” sağlamıştır.

Savcılığın sevk yazısında, Pehlivan’ın örgütün çözülmemesi için aktif rol aldığı, avukatları organize ederek şüphelilerin beyanlarını yönlendirdiği ve bu nedenle örgüt hiyerarşisine dahil olduğu ileri sürülmüştür.

  • Bu vakada söz konusu fiil, “savunma faaliyetini koordine etmek” sınırlarını aşarak, örgüt üyeliği (TCK m.220/2) ve “örgütsel faaliyete yardım” (TCK m.220/7) kapsamına girebilecek nitelikte görülmüştür.
  • Avukatın müvekkilini savunmasıyla, örgütün dağılmaması için cezaevi içi koordinasyon sağlaması arasında keskin bir çizgi vardır. Bu çizginin ihlali, savunma hakkını korumak yerine örgütün varlığını sürdürmesine hizmet eden bir davranış olarak değerlendirilmektedir.

Avukatların “örgüt avukatı” olarak anılması, mesleğin kamu vicdanındaki tarafsız ve bağımsız kimliğine ağır zarar vermektedir. Kamuoyunda “savunma hakkı perdesi altında örgütsel dayanışma” algısı oluşmakta, bu da tüm savunma mesleğini zan altında bırakmaktadır. Siyasi nitelikli davalarda avukatların isminin bu şekilde geçmesi, adalet sistemine duyulan güvenin siyasal kutuplaşma üzerinden daha da aşınmasına yol açmaktadır.

Mehmet Pehlivan dosyası, avukatların yalnızca bireysel savunma görevleriyle değil, örgütsel koordinasyon içinde faaliyet göstermeleri halinde doğrudan suç örgütü üyeliğiyle suçlanabileceklerini göstermektedir. Bu dava, Türkiye’de “savunma hakkının örgütlü suçla sınırları” tartışmasında kritik bir örnek olarak öne çıkmaktadır.

İstanbul Barosu Yöneticisinin PKK/KCK Üyeliği İddiası – Avukat Fırat Epözdemir Davası

Türkiye’de avukatların suç örgütleriyle ilişkilendirilmesine dair çarpıcı örneklerden biri, İstanbul Barosu Yönetim Kurulu üyesi Avukat Fırat Epözdemir hakkındaki soruşturmadır. Epözdemir, PKK/KCK terör örgütü ile bağlantılı olduğu iddiasıyla gözaltına alınmış ve tutuklanmıştır. Bu vaka, yalnızca bireysel bir avukatın değil, aynı zamanda baro yönetiminde görevli bir kişinin suç örgütüyle ilişkilendirilmesi bakımından önemlidir.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma kapsamında:

  • Epözdemir’in örgütün alt yapılanması olan Halkların Demokratik Kongresi (HDK) içinde Bağcılar başkanı olarak faaliyet yürüttüğü,
  • Örgütün talimatları doğrultusunda kurulan “Diren Cizre” isimli WhatsApp grubuna üye olduğu,
  • Cizre’de terör örgütü lehine etkinliklere katıldığı, örgütsel faaliyetlerde bulunduğu,
    öne sürülmüştür.

Savcılığın sevk yazısında, Epözdemir’in örgüt hiyerarşisi içinde bilinçli şekilde yer aldığı ve faaliyetlerini bu çerçevede yürüttüğü belirtilmiştir. Nöbetçi hakimlik, “terör örgütü propagandası yapmak” ve “silahlı terör örgütüne üye olmak” suçlarından tutuklanmasına karar vermiştir.

Burada söz konusu fiil, doğrudan örgüt üyeliği (TCK m.314) kapsamında değerlendirilmiştir. Avukatlık mesleğinin getirdiği savunma hakkı dokunulmazlığı, örgütsel faaliyetlerde bulunmaya genişletilemez. Epözdemir vakası, “baro yöneticiliği” ile “örgütsel faaliyet”in çakıştığı nadir örneklerden biridir. Bu durum, avukatın bireysel sorumluluğu yanında baro kurumunun kamuoyu nezdinde tartışmaya açılmasına neden olmuştur.

Bir baro yöneticisinin terör örgütü üyeliği iddiasıyla tutuklanması, avukatlık mesleğinin kurumsal bağımsızlığı ve tarafsızlığı tartışmalarını alevlendirmiştir. Kamuoyunda, baroların siyasal ve ideolojik örgütlenmelerin etkisi altında kalabileceği yönünde kaygılar oluşmuştur. Bu vaka, avukatlık mesleğinin etik standartlarının yalnızca bireysel değil, kurumsal düzeyde de korunmasının zorunlu olduğunu ortaya koymaktadır.

Epözdemir dosyası, avukatların örgütle irtibatı tartışmalarında kurumsal düzeydeki riskleri göstermesi bakımından kritik öneme sahiptir. Bu olay, “baro yönetiminde görevli bir avukatın terör örgütü üyesi olması mümkün müdür?” sorusunu gündeme getirmiş ve mesleğin saygınlığı açısından ciddi bir kırılma noktası yaratmıştır.

İnsan Hakları Avukatlarının Topluca Yargılanması – Halkın Hukuk Bürosu (HHB) Davası

Türkiye’de avukatların suç örgütü bağlantısı iddialarına dair en çok tartışılan örneklerden biri, Halkın Hukuk Bürosu (HHB) avukatlarının yargılandığı davadır. Bu dava, hem avukatların terör örgütü üyeliğiyle suçlanması hem de savunma hakkının kriminalizasyonu tartışmalarını gündeme taşımıştır.

2017–2019 yılları arasında çeşitli operasyonlarla HHB’ye bağlı çok sayıda avukat gözaltına alınmış, tutuklanmış ve ağır cezalara çarptırılmıştır.

  • 2019 yılında İstanbul 37. Ağır Ceza Mahkemesi, 18 avukata 3 yıldan 18 yıla kadar değişen hapis cezaları vermiştir.
  • 2020 yılında Yargıtay 16. Ceza Dairesi, 14 avukatın cezasını onamış, 3 avukatın dosyasını bozmuş, insan hakları savunucusu Ebru Timtik hakkındaki dava ise ölüm orucu sırasında hayatını kaybettiği için düşmüştür.
  • Ebru Timtik, “adil yargılanma hakkı” talebiyle başladığı açlık grevinin gününde yaşamını yitirmiş, meslektaşı Aytaç Ünsal ise sağlık durumu nedeniyle tahliye edilmiş ve grevine son vermiştir.

İddialara göre HHB avukatları, DHKP-C terör örgütünün talimatları doğrultusunda hareket etmiş, örgüt üyelerine hukuki destek sağlamanın ötesine geçerek örgütsel koordinasyonda rol almıştır. Savunma tarafı ise bu suçlamaların avukatlık faaliyetinin kriminalizasyonu olduğunu, müvekkilleriyle kurulan hukuki ilişkinin örgüt üyeliği olarak yorumlanamayacağını savunmuştur. Bu dosya, “savunma hakkı” ile “örgüt faaliyetleri” arasındaki çizginin en çok tartışıldığı örneklerden biridir.

HHB davası, Türkiye’de avukatların siyasi davalarda hedef haline getirildiği yönündeki kaygıları artırmıştır. Ebru Timtik’in açlık grevi sırasında ölümü, ulusal ve uluslararası alanda büyük yankı uyandırmış; Avrupa Barolar Federasyonu ve çeşitli insan hakları örgütleri, davayı savunma hakkına yönelik bir tehdit olarak değerlendirmiştir. Kamuoyunda iki farklı algı oluşmuştur: bir kesim avukatları örgüt mensubu olarak görürken, diğer kesim bunu savunma hakkının bastırılması olarak yorumlamıştır.

HHB davası, avukatların örgütle özdeşleştirilmesi tartışmalarında uluslararası ölçekte yankı uyandıran bir vakadır. Bu olay, hem meslek onuru hem de adil yargılanma hakkı açısından kritik bir dönüm noktası olmuş, Türkiye’de avukatlık mesleğinin güvence altında olup olmadığı sorusunu gündeme taşımıştır.

Selahattin Yılmaz Dosyası ve Lüks Yaşam Tartışmaları – Avukat Cem Duman Dosyası

Türkiye’de avukatlık mesleğinin suç örgütleriyle ilişkilendirilmesine dair güncel ve en tartışmalı örneklerden biri, sosyal medyada lüks yaşam tarzı ve altın varaklı ofisiyle gündeme gelen Avukat Cem Duman’dır. Duman’ın adı, organize suç örgütü lideri Selahattin Yılmaz dosyasında geçmiştir.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma kapsamında:

  • Selahattin Yılmaz liderliğindeki silahlı suç örgütüne yönelik operasyonlarda 13 şüpheli ile birlikte Cem Duman da gözaltına alınmıştır.
  • Soruşturmada, Duman’ın yalnızca örgüt avukatı değil, aynı zamanda örgüt yöneticiliği ile suçlandığına dair iddialar gündeme gelmiştir.
  • Ayrıca Duman’ın adı, 2020’de şüpheli bir trafik kazasında hayatını kaybeden genç avukat Cemre Parmaksız dosyasında da geçmiş, Parmaksız’ın yanında çalıştığı dönemde yaşanan iş hukuku ihlalleri tartışılmıştır.

Cem Duman vakası, avukatların sadece müvekkillerini savunma sınırlarını aşarak, doğrudan örgüt liderliği iddiasıyla suçlanmaları bakımından önemlidir. TCK m.220/1 uyarınca “örgüt yöneticiliği” en ağır sorumluluk doğuran fiillerden biridir. Bu nedenle, sıradan üyelik veya yardım fiilinden farklı olarak çok daha yüksek cezai yaptırımlarla karşı karşıya kalınmaktadır. Duman’ın ifadesinde yer alan gelir beyanı ile sosyal medyadaki lüks yaşam tarzı arasındaki çelişki, kamuoyunda yargı düzenindeki olası “borsa” ilişkilerinin tartışılmasına yol açmıştır.

Avukatın sosyal medyada lüks ve ihtişamlı bir yaşam tarzını sergilemesi, toplumda avukatlık mesleğinin etik değerleri ve gelir kaynakları konusunda ciddi şüphe uyandırmıştır. Kamuoyunda, “bu zenginlik nereden geliyor?” sorusu gündeme gelmiş; mesleğin şeffaflığı ve dürüstlüğü tartışmaya açılmıştır. Ayrıca, Duman’ın Selahattin Yılmaz’la ilişkisi ve kamuoyuna yansıyan pozları, avukatların örgüt mensuplarıyla iç içe görüntü vermesinin meslek onuruna zarar verdiğini göstermiştir.

Cem Duman dosyası, avukatların yalnızca savunma mesleğinin sınırlarını aşarak doğrudan suç örgütü yöneticiliğiyle anılmalarının yanı sıra, toplumsal algı boyutunu da ortaya koymuştur. Avukatın yaşam tarzı, lüks tüketim alışkanlıkları ve sosyal medya paylaşımları, toplumun gözünde mesleğin saygınlığını derinden etkilemiştir.

Genç Avukatın Ölümü ve İş Hukuku Boyutu – Avukat Cemre Parmaksız

Türkiye’de avukatların suç örgütleriyle ilişkisi bağlamında tartışılan dosyalardan biri de genç avukat Cemre Parmaksız’ın şüpheli ölümü üzerinden gündeme gelmiştir. Parmaksız, yanında çalıştığı Avukat Cem Duman ile ilişkili olarak kamuoyuna yansımış ve mesleğin kırılgan yönünü açığa çıkarmıştır.

2020 yılında genç avukat Cemre Parmaksız, cezaevinde bulunan bir müvekkiliyle görüşmeye giderken trafik kazası geçirmiş ve hayatını kaybetmiştir.

  • Parmaksız’ın ailesi, bu olayın bir “iş kazası” olduğunu ileri sürmüş, dava dosyasına başvurmuştur.
  • Ancak yanında çalıştığı Avukat Cem Duman, olayın iş kazası sayılamayacağını savunarak sorumluluk üstlenmemiştir.
  • Dava dosyasında yer alan tanık ifadeleri ve arkadaşlarının anlatımlarına göre Parmaksız’ın, kazadan kısa bir süre önce işten ayrılmayı düşündüğü, son maaşının da ödenmediği öğrenilmiştir.

Bu vaka doğrudan suç örgütü üyeliği ile ilgili olmamakla birlikte, bir avukatın çalışma ilişkileri üzerinden örgütlü suç dosyalarıyla dolaylı bağlantılı bir büroda çalışmasının sonuçlarını göstermektedir. İş hukuku bakımından, genç avukatların “işçi avukat” statüsünde korunmasız çalıştırılması, ölümlü bir olayda dahi sorumluluğun üstlenilmemesi ciddi bir sorun alanıdır. Bu tür durumlar, doğrudan TCK kapsamında değil ama İş Kanunu ve Avukatlık Kanunu’nun etik hükümleri bakımından incelenmesi gereken ihlaller barındırmaktadır.

Cemre Parmaksız’ın ölümü, genç avukatların meslekte karşılaştıkları ekonomik ve sosyal kırılganlığı gündeme taşımıştır. Maaşların ödenmemesi, ağır iş yükü, örgütlü suç davalarının baskısı ve çalışma şartlarının güvencesizliği, meslek onuruyla bağdaşmamaktadır. Kamuoyunda, genç bir avukatın hayatını kaybetmesi “mesleki sömürü” ve “etik sorumsuzluk” tartışmalarını alevlendirmiştir.

Cemre Parmaksız dosyası, doğrudan suç örgütü üyeliğiyle ilgili olmasa da, avukatlık mesleğinin genç üyelerinin nasıl risk altında ve korunmasız bırakılabildiğini göstermesi bakımından önemlidir. Bu vaka, örgütle irtibatlı bürolarda çalışan genç avukatların meslek etiği ve iş güvenliği açısından daha etkin şekilde korunması gerektiğini ortaya koymuştur.

Rüşvet ve Casusluk İddiaları – Avukat Rezan Epözdemir Davası

Türkiye’de kamuoyunun yakından tanıdığı avukatlardan biri olan Rezan Epözdemir, 2024 yılında “rüşvete aracılık etmek”, “FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne yardım” ve “siyasal–askeri casusluk” suçlamalarıyla gözaltına alınmış ve daha sonra tutuklanmıştır. Bu dosya, yalnızca örgüt ilişkisi değil, aynı zamanda avukatların rüşvet ve casusluk iddialarıyla da gündeme gelebileceğini göstermektedir.

  • İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan iki ayrı soruşturma kapsamında Epözdemir 10 Ağustos’ta gözaltına alınmış, 14 Ağustos’ta ise “rüşvete aracılık etmek” suçlamasıyla tutuklanmıştır.
  • Savcılığın sevk yazısında, Epözdemir’in 2022’de meslekten ihraç edilen eski savcı Cengiz Çallı ile maddi ilişkiler içinde olduğu, bu ilişkilerin rüşvet kapsamında değerlendirildiği ifade edilmiştir.
  • Diğer yandan Epözdemir hakkında yöneltilen FETÖ’ye yardım ve casusluk suçlamaları açısından ise tutuklama kararı çıkmamış, ancak dosya kapsamında soruşturma devam etmiştir.

Bu vaka, avukatların yalnızca örgüt üyeliği veya yardım fiilleriyle değil, aynı zamanda rüşvet (TCK m.252) ve casusluk (TCK m.328 vd.) suçlarıyla da ilişkilendirilebileceğini göstermektedir. Burada asıl dikkat çeken husus, avukatlık mesleğinin sağladığı güven ilişkisi ve erişim kolaylıklarının kötüye kullanılması ihtimalidir. Savunma mesleği, müvekkil ile devlet kurumları arasındaki bilgi akışını sağlarken, bu yetkinin usulsüz şekilde kullanılması doğrudan “örgüte yardım” veya “yolsuzluk” boyutuna taşınabilmektedir.

Avukatlık mesleği, toplumsal güven üzerine inşa edilmiştir. Bir avukatın rüşvet iddiasıyla anılması, yalnızca bireysel değil, tüm meslek camiasını zan altında bırakmaktadır. Kamuoyunda Epözdemir’in siyasi ve toplumsal görünürlüğü nedeniyle bu dava geniş yankı uyandırmış, “avukatların siyasallaşmış profilleri” tartışmalarını yeniden gündeme getirmiştir. Casusluk iddiası boyutu ise, mesleğin ulusal güvenlik açısından da risk teşkil edebileceğine dair algıyı güçlendirmiştir.

Rezan Epözdemir dosyası, avukatların suç örgütleriyle ilişkilendirilmesinin ötesinde, yolsuzluk ve casusluk gibi ağır suçlarla da anılabileceğini göstermektedir. Bu vaka, meslek etiğinin zayıfladığı noktada avukatlık kimliğinin, yalnızca adaletin teminatı değil, aynı zamanda suç ilişkilerinin kolaylaştırıcısı olarak da kullanılabileceğini ortaya koymuştur

“İBB Borsası” ve Nüfuz Ticareti İddiaları – Avukat Mehmet Yıldırım

Son yıllarda kamuoyunda geniş yankı uyandıran dosyalardan biri, “İBB Borsası” iddiaları kapsamında adı geçen Avukat Mehmet Yıldırım olmuştur. Hakkında “nüfuz ticareti” suçlamasıyla soruşturma başlatılan Yıldırım, Türkiye’de avukatlık mesleğinin siyasi ve yargısal yolsuzluk tartışmalarıyla kesiştiği örneklerden biridir.

  • Başsavcılık açıklamasına göre Mehmet Yıldırım, Antalya’nın Serik ilçesinde aracında seyir halindeyken yakalanmış ve gözaltına alınmıştır.
  • Yıldırım’ın “nüfuz ticareti” (TCK m.255) kapsamında, tutuklulara yönelik ifade ayarlama, para karşılığı savcılık süreçlerine müdahil olma gibi fiillerle suçlandığı belirtilmiştir.
  • CHP Genel Başkanı Özgür Özel, kamuoyuna yaptığı açıklamada, “bir savcı ve avukat çetesinin tutuklularla görüşüp belirli miktarlarda para karşılığında ifadeleri yönlendirdiğini” iddia ederek bunu “İBB Borsası” olarak nitelendirmiştir.
  • Özel, elinde WhatsApp ve ses kayıtları olduğunu, bunları HSK ve Barolar Birliği’ne ileteceğini duyurmuştur.

Bu vakada, söz konusu fiiller doğrudan nüfuz ticareti suçu kapsamındadır. Avukatın, savunma hakkı sınırlarını aşarak yargı süreçlerini ticari bir meta gibi pazarlaması, ceza hukukunun en ağır yolsuzluk suçlarından birine vücut vermektedir. Burada dikkat çekici husus, suçlamaların yalnızca bireysel değil, bir “çete yapılanması” içinde dile getirilmiş olmasıdır. Bu, TCK m.220 çerçevesinde örgütlü suç kapsamında değerlendirilebilecek bir boyut taşımaktadır.

Avukatların para karşılığı ifade yönlendirmesi, toplumda adalet sistemine güveni ciddi biçimde zedelemektedir. Kamuoyunda bu olay, “adalet parayla satılabilir mi?” sorusunu gündeme getirmiştir. Ayrıca avukatların siyasi boyutu olan davalarda bu tür iddialarla anılması, mesleğin tarafsızlık ve bağımsızlık ilkesine büyük darbe vurmuştur.

Mehmet Yıldırım dosyası, Türkiye’de avukatların suç örgütleriyle ilişkilendirilmesinin ötesine geçerek, yargı sürecinin ticarileştirilmesi tartışmasını başlatmıştır. Bu vaka, avukatlık mesleğinin yalnızca etik sorumlulukları değil, aynı zamanda adalet sisteminin bütünlüğü açısından da ne kadar kritik olduğunu ortaya koymuştur.

PKK Propagandası İddiası – İstanbul Barosu Başkanı ve Yönetimi 

Türkiye’de avukatlık mesleğinin yalnızca bireysel değil, kurumsal düzeyde de kriminalize edilebileceğine işaret eden en çarpıcı örneklerden biri, İstanbul Barosu Başkanı İbrahim Kaboğlu ve Yönetim Kurulu üyeleri hakkında yürütülen soruşturmadır. Bu dava, baronun resmi sosyal medya hesabından yapılan bir paylaşım üzerinden “terör propagandası” iddiasıyla açılmıştır.

  • İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, 21 Aralık 2024’te İstanbul Barosu’nun resmi sosyal medya hesabından yapılan bir paylaşımda, PKK üyesi oldukları gerekçesiyle haklarında yakalama kararı bulunan Nazım Daştan ve Cihan Bilgin’in “övüldüğü” iddiasıyla soruşturma başlatmıştır.
  • Baro Başkanı İbrahim Kaboğlu ve Yönetim Kurulu üyeleri savcılığa ifade vermiştir.
  • Adalet Bakanlığı’ndan alınan izin sonrasında, Kaboğlu ve Yönetim Kurulu üyelerinin görevden alınması ve yerlerine yeni yönetim seçilmesi talepli dava açılmıştır.
  • Asliye Hukuk Mahkemesi, İstanbul Barosu Başkanı ve yönetiminin görevden alınmasına karar vermiştir.

Bu olay, doğrudan terör örgütü propagandası yapmak (TCK m.7/2 – TMK kapsamında) ve halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yaymak suçlamaları üzerinden yürütülmüştür. Avukatlık Kanunu (1136) uyarınca baroların “kuruluş amaçları dışında faaliyet gösteremeyeceği” hükmü, savcılığın iddialarına dayanak yapılmıştır. Burada asıl dikkat çekici nokta, bir baronun resmi kurumsal faaliyetinin doğrudan örgüt propagandası olarak değerlendirilmesidir.

Baro, mesleğin bağımsızlığını ve tarafsızlığını temsil eden en üst kurumlardan biridir. Bu nedenle bir baro yönetiminin “örgüt propagandası” iddiasıyla görevden alınması, mesleğin kurumsal itibarı açısından ciddi bir darbe olmuştur. Kamuoyunda, baroların siyasi ve ideolojik tartışmaların içine çekilmesi mesleğin bağımsızlığına gölge düşürmektedir. Bu vaka, bireysel avukatların ötesinde, tüm mesleğin kurumsal temsil organlarının da yargılamalara konu olabileceğini göstermiştir.

İstanbul Barosu dosyası, avukatların suç örgütleriyle ilişkilendirilmesinin kurumsal boyuta taşındığını göstermektedir. Bir baronun görevden alınması, yalnızca bireysel sorumluluk değil, aynı zamanda mesleğin kurumsal güvenilirliği tartışmalarını beraberinde getirmiştir.

Rüşvet İddiası ve “İBB Borsası” Bağlantısı – Avukat Mücahit Birinci Davası

Türkiye’de son dönemin en tartışmalı dosyalarından biri, eski AKP MKYK üyesi ve avukat Mücahit Birinci hakkında ortaya atılan rüşvet iddialarıdır. Bu olay, “İBB Borsası” tartışmalarıyla birleşmiş ve avukatlık mesleğinin siyasallaşması ile yolsuzluk ilişkisini gündeme taşımıştır.

  • İBB soruşturmasında etkin pişmanlıktan yararlanan iş insanı Murat Kapki, Birinci’nin kendisinden 2 milyon dolar talep ederek İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu aleyhine ifade vermesini sağlamaya çalıştığını iddia etmiştir.
  • CHP Genel Başkanı Özgür Özel, kamuoyuna yaptığı açıklamada bu iddiaları dile getirmiş, Birinci’nin “iftira karşılığı rüşvet teklifinde bulunduğu”nu belirtmiştir.
  • İddiaların ardından AKP İstanbul İl Başkanlığı, Mücahit Birinci’yi disipline sevk etmiş, Birinci daha sonra partisinden istifa ettiğini açıklamıştır.
  • Kamuoyunda ayrıca, Birinci’nin hükümete yakın gazeteci Nedim Şener ile sosyal medyada karşılıklı ağır hakaretler içeren polemiklere girmesi tartışmayı daha da büyütmüştür.

Bu dosya, doğrudan rüşvet (TCK m.252) ve nüfuz ticareti (TCK m.255) suçlarıyla ilişkilendirilebilecek niteliktedir. Bir avukatın, müvekkil savunmasından öte, siyasi hedeflere ulaşmak amacıyla “yargı süreçlerini etkilemek için para talep etmesi” ağır bir suç teşkil etmektedir. Burada suç örgütü üyeliğinden ziyade, örgüte yardım ve siyasi nüfuzun ticareti boyutu ön plana çıkmaktadır.

Avukatlık mesleği, tarafsızlık ve bağımsızlık ilkeleri üzerine kuruludur. Ancak bir avukatın siyasi aidiyetleri üzerinden rüşvet iddiasıyla anılması, mesleğin tarafsızlığına gölge düşürmektedir. Kamuoyunda bu olay, “adaletin siyasallaşması” ve “yargının rüşvet karşılığında manipüle edilebileceği” algısını güçlendirmiştir. Avukatın doğrudan siyasi parti üyesi ve yönetici kimliğiyle öne çıkması, mesleğin bağımsızlık–siyaset ilişkisini sorgulatan bir örnek oluşturmuştur.

Mücahit Birinci dosyası, avukatların yalnızca bireysel etik ihlallerle değil, doğrudan siyasi ilişkiler ve yolsuzluk iddialarıyla da gündeme gelebileceğini göstermektedir. Bu vaka, avukatlık mesleğinin siyasetle iç içe geçmesi halinde kamuoyunda güven krizinin ne kadar derinleştiğinin tipik bir örneğidir.

Selahattin Yılmaz Dosyası –  Avukat Cem Duman ve Avukat Semra Ilık

Organize suç dünyasında adı uzun yıllardır geçen Selahattin Yılmaz, 2020’lerde yeniden gündeme gelen operasyonlarda silahlı suç örgütü lideri olarak nitelendirilmiş ve tutuklanmıştır. Bu dosyada dikkat çeken nokta, Yılmaz ile bağlantılı olarak iki avukatın da tutuklanması ve haklarında ağır suçlamalar yöneltilmesidir.

  • Gözaltına alınan ve tutuklanan avukatlardan biri Cem Duman, diğeri ise Avukat Semra Ilık’tır.
  • Avukatların örgütle ilişkisi yalnızca “hukuki temsil” boyutunda kalmamış; iddialara göre örgütsel faaliyetlerde doğrudan rol üstlenmişlerdir.
  • Cem Duman’ın ifadesinde Selahattin Yılmaz’la işyeri paylaşımı konusunda ihtilafa düştüğünü söylemesi, ilişkilerin “müvekkil–avukat” sınırlarını çoktan aştığını göstermektedir.
  • Yılmaz’la Bodrum’da yapılan görüşmeler, avukatların örgüt lideriyle kişisel ve iş ilişkisi içinde olduklarını ortaya koymuştur.

Örgüt – Avukat – Siyaset Üçgeni: Avukat Semra Ilık – Burhan Kuzu İddiaları ve

Selahattin Yılmaz suç örgütü dosyasında adı geçen avukatlardan biri de Semra Ilık’tır. Ilık’ın adı, yalnızca Yılmaz dosyasıyla değil, aynı zamanda kamuoyunun yakından tanıdığı siyasetçi ve anayasa hukukçusu merhum Burhan Kuzu ile bağlantılı iddialarla da gündeme gelmiştir.

Yerel kaynaklar ve basında çıkan iddialara göre:

  • Semra Ilık’ın, Kuzu’nun ofisinde staj yaptığı,
  • Kuzu’nun ismini kullanarak çevresinde nüfuz elde etmeye çalıştığı,
  • Zindaşti dosyası gibi uyuşturucu baronlarıyla bağlantılı tahliye süreçlerinde dolaylı şekilde anıldığı,
    öne sürülmüştür.

Her ne kadar bu iddialar yargı kararına dönüşmemiş olsa da, kamuoyunda avukat–siyaset–örgüt üçgeni tartışmalarını alevlendirmiştir.

Semra Ilık’ın adı geçen iddialar, doğrudan TCK kapsamında hükme bağlanmış bir suç teşkil etmemektedir. Ancak bir avukatın, siyasi nüfuz ve organize suç dosyalarıyla birlikte anılması, nüfuz ticareti (TCK m.255) ve örgüte yardım (TCK m.220/7) suç tipleriyle ilişkilendirilebilecek niteliktedir. Bu tür vakalar, “kanıtlanmamış iddia” ile “meslek etiğine aykırı davranış” arasındaki çizginin ne kadar ince olduğunu göstermektedir.

Avukatların, özellikle siyasi nüfuz sahibi isimlerle birlikte anılması, toplumda “meslek bağımsız mı, yoksa siyasetin gölgesinde mi?” sorusunu gündeme getirmektedir. Semra Ilık örneği, genç avukatların siyasi figürler üzerinden kariyer inşa etmeye çalışırken, örgütlü suç dosyalarıyla aynı bağlamda anılabilme riskini ortaya koymuştur. Kamuoyunda bu olay, “baronların ve siyasetçilerin avukat ağı” şeklinde algılanmış, mesleğin tarafsızlığına gölge düşürmüştür.

Semra Ilık dosyası, avukatların suç örgütleriyle ilişkilendirilmesinde yalnızca bireysel ve ekonomik faktörlerin değil, aynı zamanda siyasi bağlantıların da rol oynayabileceğini göstermektedir. Bu vaka, Türkiye’de savunma mesleğinin bağımsızlığını korumak için yalnızca meslek içi düzenlemelerin değil, aynı zamanda siyaset–yargı–avukat ilişkilerinin şeffaflaştırılmasının da zorunlu olduğunu ortaya koymuştur.

İBB Soruşturması Gözaltılar: Avukat Kazım Yiğit Akalın – Avukat Serkan Günel Dosyası

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne yönelik soruşturma kapsamında daha önce adı geçen avukat Mehmet Pehlivan ile bağlantılı olarak Kazım Yiğit Akalın ve Serkan Günel isimli avukatlar da gözaltına alınmıştır.

  • İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun avukatı Mehmet Pehlivan’ın tutuklanmasının ardından, Pehlivan’ın çevresindeki avukatların da “örgütsel koordinasyon” kapsamında hareket ettiği iddiasıyla gözaltılar yapılmıştır.
  • İddialara göre Akalın ve Günel, soruşturma sürecinde tutuklu şüphelilerle görüşerek onların beyanlarını örgüt lehine yönlendirmeye çalışmış, savunma hakkını aşan bir koordinasyon faaliyetinde bulunmuşlardır.
  • Kamuoyunda bu gelişme, “İBB borsası” tartışmaları ile birleşerek, avukatların siyasi ve örgütsel boyutlu davalarda nasıl bir rol oynadığı sorusunu gündeme getirmiştir.

Burada söz konusu fiiller, TCK m.220 kapsamında örgüt üyeliği ya da en azından örgüte yardım suçlarıyla ilişkilendirilebilir. Avukatların müvekkilleriyle görüşmeleri savunma hakkının doğal parçasıdır. Ancak bu görüşmelerin, savunma stratejisinden ziyade örgütsel dayanışma ve tanık/şüpheli yönlendirme amacı taşıması halinde, faaliyet suç örgütü kapsamında değerlendirilmektedir. Özellikle etkin pişmanlıktan faydalanan sanıkların beyanları, bu tür dosyalarda avukatların cezai sorumluluğunu artıran kritik deliller haline gelmektedir.

Avukatların “örgüt avukatı” algısıyla anılması, mesleğin kamu vicdanındaki güvenilirliğini zedelemektedir. Kazım Yiğit Akalın ve Serkan Günel dosyaları, savunma hakkının sınırları ile örgütsel faaliyet arasındaki çizginin ne kadar kırılgan olduğunu göstermektedir. Kamuoyunda bu dosyalar, “avukatların siyasi davalarda örgütün uzantısı gibi hareket edebileceği” algısını pekiştirmiştir.

Bu vaka, avukatların yalnızca müvekkilleriyle savunma ilişkisi içinde değil, aynı zamanda örgütsel koordinasyonun parçası olarak görülebilecekleri iddiasını gündeme getirmiştir. Kazım Yiğit Akalın ve Serkan Günel’in gözaltına alınması, Mehmet Pehlivan dosyasıyla birlikte düşünüldüğünde, avukatların siyasi ve örgütlü suç bağlamındaki rollerinin kamuoyunda nasıl algılandığını derinleştirmektedir.

Avukatların Örgütsel Lojistikte Kullanılması

Olgusal Arka Plan

Türkiye’de çeşitli terör örgütleri ve organize suç yapılarında, avukatların yalnızca hukuki savunma işleviyle değil, doğrudan örgütsel lojistik faaliyetlerde yer aldıkları yönünde çok sayıda iddia bulunmaktadır. Bu iddialar, özellikle şu alanlarda öne çıkmaktadır:

  1. Silah ve mühimmat temini – Savcı Mehmet Selim Kiraz suikastında Murat Canım örneğinde olduğu gibi, örgüt tarafından gerçekleştirilecek sansasyonel eylemlerde kullanılacak silahların temin edilmesinde avukatların “güvenli kanal” olarak kullanıldığı iddia edilmiştir.
  2. Cezaevi içi örgütsel iletişim – Adnan Oktar davasında ortaya çıkan tabloya benzer şekilde, avukatların cezaevlerinde örgüt üyeleriyle örgütsel haberleşme amacıyla görüşmeler yaptığı, hukuki konuların ötesinde talimat aktarımı sağladığı ileri sürülmüştür.
  3. Mali lojistik – Selahattin Yılmaz dosyasında ve “İBB borsası” tartışmalarında gündeme geldiği gibi, örgütlerin para akışında avukatların hesaplarının ve güven ilişkilerinin kullanıldığı öne sürülmüştür.

Hukuki Değerlendirme

  • TCK m.220/7’ye göre, örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüte yardım eden kişi, üyelik suçuyla aynı cezaya tabidir.
  • Avukatların lojistik faaliyetlerde kullanılması halinde, bu fiiller meslekî faaliyet korumasının tamamen dışında kalmaktadır.
  • Bu tür durumlarda, avukatlık kimliğinin örgüte sağladığı avantaj, hukuken “örgütsel gizlilik” çerçevesinde değerlendirilir.

Etik ve Toplumsal Boyut

  • Avukatlık mesleğinin temelinde, müvekkil ile kurulan gizlilik ve güven ilişkisi yer alır. Ancak bu güven, örgütler tarafından istismar edilerek lojistik avantaja dönüştürüldüğünde, toplumun mesleğe bakışı zedelenmektedir.
  • Kamuoyunda, “avukatların cezaevinde müvekkiliyle görüşmesi mi, yoksa örgütsel haberleşme mi?” sorusu sürekli gündeme gelmekte; bu da savunma hakkının kendisini gölgelemektedir.
  • Bu tablo, hem baroların denetim mekanizmalarının hem de cezaevlerindeki görüşme kurallarının tartışmaya açılmasına neden olmuştur.

Önemi

Avukatların örgütsel lojistik faaliyetlerde kullanılması, mesleğin yalnızca bireysel etik sorunlarının değil, aynı zamanda ulusal güvenlik risklerinin de parçası haline gelmesine yol açmaktadır. Bu durum, avukatlık mesleğinin savunma hakkı için dokunulmazlığı ile örgütsel faaliyetler için dokunulmazlık arasındaki çizginin netleştirilmesi gerektiğini ortaya koymuştur.

4.19. DHKP-C Bağlantılı Avukatlar ve Örgütsel Lojistik İddiaları

Olgusal Arka Plan

Türkiye’de terör örgütü DHKP-C ile bağlantılı olarak birçok avukat hakkında soruşturma ve dava açılmış, bunların bir kısmı doğrudan örgütsel lojistik faaliyetlerle ilişkilendirilmiştir. Bu tür iddialar, avukatların savunma görevini aşarak örgüt adına silah, talimat ve haberleşme ağı sağladıkları yönündedir.

Somut Örnekler

  1. Savcı Mehmet Selim Kiraz Suikastı Sonrası Süreç
    • Murat Canım’ın yanı sıra, DHKP-C ile bağlantılı başka avukatların da örgütün eylemlerinde lojistik destek sağlamakla suçlandığı görülmüştür.
    • Halkın Hukuk Bürosu (HHB) avukatları arasında, yalnızca müvekkilleri savunmakla kalmayıp, örgütsel planlamalara katkı sundukları iddiaları dava dosyalarına girmiştir.
  2. Cezaevi Görüşmeleri Üzerinden Lojistik
    • Bazı avukatların, cezaevlerinde örgüt mensuplarıyla yaptığı görüşmelerde yalnızca hukuki savunma değil, örgüt içi haberleşme ve dışarıya talimat aktarımı sağladıkları öne sürülmüştür.
    • Bu iddialar, özellikle DHKP-C’nin cezaevi yapılanması ile dışarıdaki hücreleri arasındaki iletişimin avukatlar üzerinden yürütüldüğü tezini güçlendirmiştir.
  3. Silah ve Eylem Hazırlığı İddiaları
    • Örgütün sansasyonel eylemlerinde kullanılacak silah ve mühimmatın taşınmasında, avukatların kimliklerinden yararlanılarak güvenlik kontrollerinden geçiş sağlandığı ileri sürülmüştür.
    • Gizli tanık beyanları ve etkin pişmanlıktan yararlanan örgüt üyelerinin ifadeleri, bu tür lojistik faaliyetlerde avukat isimlerini sıkça gündeme getirmiştir.

Hukuki Değerlendirme

  • Bu tür vakalarda söz konusu fiiller, doğrudan silahlı terör örgütü üyeliği (TCK m.314) ve anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs (TCK m.309) kapsamında değerlendirilmiştir.
  • Avukatların mesleki faaliyetlerini aşarak örgütsel lojistiğe katkı sunduklarının tespit edilmesi halinde, savunma hakkı koruması tamamen ortadan kalkmaktadır.
  • Ancak bu dosyalarda, “avukatın hukuki savunma faaliyeti mi yürüttüğü, yoksa örgütsel lojistik mi sağladığı” sorusu daima tartışma konusu olmuştur.

Etik ve Toplumsal Boyut

  • Avukatların, özellikle terör örgütleriyle bağlantılı olarak haberleşme ve lojistik kanal olarak kullanılması, toplumda mesleğe güveni zedelemiştir.
  • Cezaevlerinde örgüt mensuplarına avukat görüşmelerinde tanınan gizlilik ayrıcalığının kötüye kullanılma riski, baroların ve Adalet Bakanlığı’nın denetim mekanizmalarını tartışmaya açmıştır.
  • Bu tablo, “savunma hakkının örgütlerin kalkanına dönüşmesi” şeklinde algılanmış ve mesleğin etik kimliğini ciddi şekilde yaralamıştır.

Önemi

DHKP-C ile bağlantılı avukatlar hakkındaki lojistik iddiaları, mesleğin yalnızca bireysel sapma örnekleriyle değil, örgütsel bir stratejinin parçası olarak da kullanılabileceğini göstermektedir. Bu vakalar, savunma hakkının sınırları ve avukatlık mesleğinin örgütler tarafından istismar edilmesi tartışmalarının merkezinde yer almaktadır.

Rüşvet İddiası ve “İBB Borsası” Bağlantısı: Avukat Mücahit Birinci Davası

Eski AKP MKYK üyesi ve avukat olan Mücahit Birinci, 2025 yılında ortaya çıkan “İBB Borsası” iddiaları çerçevesinde kamuoyunun gündemine oturmuştur.

  • İBB soruşturmasında etkin pişmanlıktan yararlanan iş insanı Murat Kapki, Birinci’nin kendisinden 2 milyon dolar talep ederek, Ekrem İmamoğlu aleyhine ifade vermesi için baskı yaptığını ileri sürmüştür.
  • CHP Genel Başkanı Özgür Özel, düzenlediği basın toplantısında bu iddiayı dile getirmiş ve “yargı içindeki rüşvet ağı”ndan bahsederek olayı “İBB Borsası” olarak tanımlamıştır.
  • Bu gelişmelerin ardından AKP İstanbul İl Başkanlığı, Birinci’yi disipline sevk etmiş, Birinci ise kısa süre sonra partisinden istifa etmiştir.
  • Olay, yalnızca hukuki bir dosya olmaktan çıkmış; avukatlık, siyaset ve yargı üçgeninde geniş yankı uyandırmıştır.

İddialar, doğrudan rüşvet (TCK m.252) ve nüfuz ticareti (TCK m.255) suçları kapsamında değerlendirilebilir. Bir avukatın, siyasi bir hedefe ulaşmak için yargı sürecini manipüle etmek amacıyla para talep etmesi, hem ceza hukuku açısından ağır bir suç, hem de meslek onuru bakımından kabul edilemez bir fiildir. Bu vaka, avukatların örgüt üyeliği dışında, siyasi dosyaların manipülasyonunda aracılık rolü üstlenebileceğini göstermektedir.

Mücahit Birinci’nin yalnızca avukat kimliğiyle değil, aynı zamanda bir siyasi parti yöneticisi olarak gündeme gelmesi, mesleğin bağımsızlığına gölge düşürmüştür. Kamuoyunda bu vaka, “avukatlar siyasetin aracı haline mi geliyor?” sorusunu gündeme taşımış, mesleğin tarafsızlığına dair ciddi kaygılar doğurmuştur. Ayrıca, avukatların siyasi aidiyetleri üzerinden yargı süreçlerinde nüfuz elde etmeye çalışmaları, toplumda adalet sistemine olan güveni sarsıcı bir etki yaratmıştır.

Mücahit Birinci vakası, avukatların yalnızca örgütlerle değil, doğrudan siyasi güç ilişkileri üzerinden de yargı süreçlerini etkilemeye çalıştıklarını ortaya koymuştur. Bu vaka, mesleğin bağımsızlığı, siyasetten ayrışması ve adalet sistemine güvenin korunması için kritik bir örnektir.

Siyasi Dosyalar Bağlamında Avukatların Örgüt Bağlantısı İddiaları

Türkiye’de avukatların suç örgütleriyle ilişkilendirilmesine dair tartışmalar yalnızca organize suç ve terör örgütleriyle sınırlı değildir. Siyasi boyutu olan davalarda da avukatların adı sıkça gündeme gelmektedir. Özellikle İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) soruşturmaları bu açıdan dikkat çekicidir.

  • Ekrem İmamoğlu’nun avukatı olarak bilinen Mehmet Pehlivan, etkin pişmanlıktan faydalanan şüphelilerin ifadeleri üzerine gözaltına alınmış ve tutuklanmıştır.
  • İddialara göre Pehlivan, tutuklu şüphelilerle ilgili savunma stratejilerini koordine etmiş, kontrolündeki avukatları cezaevine yönlendirerek şüphelilerin “konuşmamaları için telkinde bulunmalarını” sağlamıştır.
  • Bu eylemler, savunma hakkı ile örgütsel koordinasyon arasındaki sınırın aşılması olarak değerlendirilmiştir.
  • Pehlivan’ın tutuklanmasının ardından, onunla bağlantılı görülen Kazım Yiğit Akalın ve Serkan Günel de gözaltına alınmıştır.
  • Bu avukatların, cezaevindeki şüphelilerle görüşerek örgüt lehine ifade yönlendirme faaliyetlerinde bulundukları iddia edilmiştir.
  • Kamuoyunda bu gelişmeler, “İBB borsası” tartışmalarıyla birleşerek, avukatların yalnızca savunma değil, siyasi amaçlı örgütsel faaliyetlerin aktörü olabileceği algısını pekiştirmiştir.

Bu tür dosyalarda iddialar genellikle TCK m.220 (örgüt üyeliği/yardım) çerçevesinde şekillenmektedir. Avukatların savunma faaliyeti dokunulmazdır; ancak bu faaliyetlerin “örgüt lehine koordinasyon”a dönüşmesi halinde, fiil doğrudan suç örgütü faaliyetinin parçası olarak değerlendirilir. Etkin pişmanlıktan yararlanan sanıkların ifadeleri, bu tür soruşturmalarda belirleyici rol oynamaktadır.

Avukatların siyasi figürlerle doğrudan bağlantılı dosyalarda “örgüt avukatı” olarak anılması, mesleğin tarafsızlığına ağır bir gölge düşürmektedir. Kamuoyunda “adaletin siyasallaştığı” algısı güçlenmekte, savunma hakkı ise manipülasyon aracı olarak görülmektedir. Bu durum, avukatlık mesleğinin kamu vicdanındaki itibarını yalnızca bireysel değil, kurumsal düzeyde de zedelemektedir.

Siyasi dosyalar bağlamında avukatların örgütle ilişkilendirilmesi, Türkiye’de savunma hakkının hem siyasal baskılar hem de örgütsel aidiyetler nedeniyle çifte tehdit altında olduğunu göstermektedir. İBB soruşturmaları, bu açıdan yalnızca bireysel avukat davranışlarını değil, siyasi ve toplumsal düzeyde mesleğin nasıl algılandığını anlamak için kritik bir örnek oluşturmaktadır.

Siyasi Dosyaların Sentezi: Avukatların Tarafsızlığına Gölge Düşüren Olaylar

Avukatların suç örgütü üyeliği ya da yardım suçlamaları yalnızca klasik organize suç dosyalarında değil, aynı zamanda siyasi nitelikli davalarda da gündeme gelmiştir. Bu dosyalar, avukatların yalnızca bireysel etik ihlallerle değil, doğrudan siyaset ve yargı ilişkileri üzerinden de tartışma konusu haline geldiğini göstermektedir.

  • İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne yönelik soruşturmalarda, Ekrem İmamoğlu’nun avukatı Mehmet Pehlivan’ın tutuklanması, siyasi bir davada avukatların örgütsel koordinasyon suçlamasıyla nasıl hedef alınabileceğini göstermiştir.
  • Bu süreçte Pehlivan’la bağlantılı görülen Kazım Yiğit Akalın ve Serkan Günel de gözaltına alınmış, “örgüt lehine ifade yönlendirme” iddiaları kamuoyuna yansımıştır.
  • Bu gelişmeler, “savunma hakkı” ile “örgütsel koordinasyon” arasındaki ince çizgiyi bir kez daha gündeme getirmiştir.
  • CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in kamuoyuna taşıdığı “İBB Borsası” iddiaları, avukatların yalnızca savunma faaliyetleriyle değil, rüşvet ve nüfuz ticareti iddialarıyla da siyasetin odağına girdiğini göstermiştir.
  • Bu bağlamda Mehmet Yıldırım hakkında açılan soruşturmalar, avukatların tutuklulara para karşılığı ifade yönlendirme süreçlerinde aracı oldukları iddiasıyla yargı-siyaset ilişkisinin gölgesinde anılmalarına neden olmuştur.
  • Eski AKP MKYK üyesi ve avukat Mücahit Birinci hakkında ortaya atılan “2 milyon dolar karşılığında İBB Başkanı İmamoğlu aleyhine ifade ayarlama” iddiası, avukatlık mesleğinin siyasi nüfuz ilişkileri ile nasıl iç içe geçebileceğini göstermektedir.
  • Bir avukatın aynı zamanda siyasi parti yöneticisi olması, mesleğin bağımsızlığına dair kaygıları artırmıştır.

Bu dosyalarda öne çıkan suç tipleri:

    • TCK m.220 → Örgüt üyeliği veya örgüte yardım,
    • TCK m.252 → Rüşvet,
    • TCK m.255 → Nüfuz ticareti.

Bu suç tiplerinin siyasi dosyalarla kesişmesi, avukatların cezai sorumluluğunun ötesinde, savunma hakkı–siyaset ilişkisini tartışmaya açmıştır.

Avukatların siyasi dosyalarda “örgüt avukatı” veya “siyasi aktör” olarak görülmesi, kamuoyunda mesleğin tarafsızlığına gölge düşürmektedir. Bu durum, toplumda “adalet sisteminin siyasallaştığı” algısını güçlendirmekte, avukatlık mesleğinin bağımsızlığına dair güveni sarsmaktadır. Baroların bu tür olaylarda sessiz kalması ya da yeterince etkili refleks göstermemesi de eleştiri konusu olmaktadır.

Siyasi dosyaların sentezi, avukatların yalnızca organize suç ve terör örgütleriyle değil, aynı zamanda siyasi güç odakları ve yargı-siyaset ilişkileri üzerinden de tartışıldığını göstermektedir. Bu tablo, savunma mesleğinin geleceği açısından en kritik risklerden birini oluşturmaktadır: Avukatlık mesleğinin siyasallaşması ve tarafsızlığını yitirmesi!

Etik ve Uluslararası Karşılaştırma

Avukatlık Mesleğinin Etik Temelleri

Avukatlık mesleği, adaletin sağlanmasında bağımsızlık, tarafsızlık ve gizlilik ilkeleri üzerine inşa edilmiştir.

  • Bağımsızlık: Avukat, siyasi iktidar, ekonomik güç odakları ve suç örgütlerinden bağımsız olmalıdır.
  • Tarafsızlık: Avukat, müvekkilini savunurken ideolojik ya da çıkar amaçlı bir bağlılık içine girmemelidir.
  • Gizlilik: Müvekkil–avukat ilişkisi, savunma hakkının teminatı olarak mutlak gizliliğe sahiptir.

Ancak Türkiye’deki örnek olaylarda görüldüğü üzere, avukatların bu etik ilkeleri suç örgütlerinin ya da siyasi güçlerin çıkarına hizmet edecek şekilde istismar etmeleri mesleğin özüne aykırıdır.

Avrupa Perspektifi

Avrupa’da barolar ve meslek örgütleri, avukatların örgütlü suçlarla ilişkilendirilmesine karşı çok daha katı mekanizmalar işletmektedir.

  • İtalya: Mafya ile mücadele kapsamında, avukatların “mafya avukatı” rolüne soyunmalarına karşı özel düzenlemeler yapılmıştır. Avukatın savunma hakkını kötüye kullanarak örgütsel lojistiğe hizmet ettiği tespit edildiğinde, hem meslekten men hem de ağır cezalar öngörülmektedir.
  • Almanya: Avukatların terör örgütleriyle bağlantılı davalarda yalnızca hukuki savunma çerçevesinde hareket etmeleri sıkı denetim altındadır. Cezaevlerindeki görüşmeler, bazı durumlarda kamera kaydı ve savcı denetimi altında yapılabilmektedir.
  • Fransa: Barolar, avukatların etik ihlalleri konusunda bağımsız disiplin mekanizmaları işletmekte; özellikle “nüfuz ticareti” ve “örgüte yardım” şüphesi olan durumlarda meslek içi soruşturmalar hızlıca yürütülmektedir.

ABD Perspektifi

ABD’de avukatların organize suçlarla ilişkilendirilmesi, özellikle mafya davaları ve narko-trafik dosyalarında gündeme gelmiştir.

  • Amerikan Barolar Birliği (ABA), “Model Rules of Professional Conduct” çerçevesinde avukatların suçun parçası olmalarını kesinlikle yasaklar.
  • Bir avukatın suç örgütüne “yardım veya kolaylaştırıcılık” sağlaması halinde, hem federal suç hem de meslekten men cezası gündeme gelir.
  • Özellikle RICO yasaları (Racketeer Influenced and Corrupt Organizations Act) kapsamında, avukatlar da örgütlü suçun parçası olarak yargılanabilmektedir.

Mukayeseli Değerlendirme

  • Türkiye’deki örneklerde görülen “örgüt lojistiği, nüfuz ticareti, rüşvet” gibi fiiller, Avrupa ve ABD’de doğrudan ağır yaptırımlarla karşılanmaktadır.
  • Ancak Türkiye’deki sorun, yalnızca bireysel fiiller değil, aynı zamanda kurumsal zafiyetlerdir: baroların disiplin mekanizmalarının etkisizliği, siyasi etkiler ve cezaevi denetimlerinin yetersizliği.
  • Avrupa ve ABD’de meslek etiği ihlalleri mesleki bağımsızlığa zarar vermemesi için erken aşamada önlenmeye çalışılırken, Türkiye’de olaylar genellikle suç ve skandal boyutuna ulaştıktan sonra gündeme gelmektedir.

Etik Çıkmazlar ve Evrensel Dersler

  • Avukatların örgütlerle anılması, savunma hakkı ve güvenlik ihtiyacı arasında evrensel bir gerilim doğurmaktadır.
  • Mukayeseli hukuk, bu gerilimin çözümünde iki yol önermektedir:
    1. Savunma hakkını korumak için gerekli güvenceleri sürdürmek,
    2. Ancak bu güvencelerin örgütlerin suistimaline açık hale gelmesini engellemek.

Türkiye’nin ihtiyacı olan şey, bu iki uç arasında dengeli bir model geliştirmektir.

Sonuç ve Çözüm Önerileri

Bu makalede ele alınan örnek olaylar, avukatlık mesleğinin zaman zaman suç örgütleriyle, terör yapılanmalarıyla ve siyasi güç odaklarıyla anılabildiğini göstermektedir. Avukatların yalnızca müvekkillerini savunan kişiler olmaktan çıkarak, kimi durumlarda:

  • örgütsel lojistik faaliyetlere katıldıkları,
  • nüfuz ticareti ve rüşvet iddialarında adı geçen aktörlere dönüştükleri,
  • siyasi davalarda tarafsızlıklarını yitirdikleri görülmektedir.

Bu tablo, mesleğin etik temellerini ve kamuoyundaki güvenilirliğini ciddi biçimde sarsmaktadır.

Türk Hukuk Sisteminde Sorunlar

  • Denetim Eksiklikleri: Baroların disiplin mekanizmaları yeterince hızlı ve etkin işlememektedir.
  • Cezaevi Görüşmeleri: Avukat – müvekkil görüşmelerinde sağlanan mutlak gizlilik, örgütler tarafından istismar edilebilmektedir.
  • Siyasallaşma Riski: Avukatların siyasi partilerde aktif rol alması, mesleğin bağımsızlığına gölge düşürmektedir.
  • Kamu Algısı: Medyada öne çıkan vakalar, toplumda “avukat = örgüt destekçisi” algısı doğurmakta ve savunma hakkının özüne zarar vermektedir.

Mukayeseli Hukuk Işığında Çözüm Önerileri

  • Baroların Güçlendirilmesi
    • Baroların siyasallaşmış olması olgusunun önüne geçilmesi
    • Avrupa örneklerinde olduğu gibi, baroların disiplin soruşturmaları bağımsız ve hızlı işlemelidir.
    • Özellikle rüşvet, nüfuz ticareti ve örgüt desteği iddiaları derhal disiplin incelemesine konu olmalıdır.
  • Cezaevi Görüşmelerinin Denetimi
    • Almanya ve Fransa’daki uygulamalara benzer şekilde, “örgütlü suç” ve “terör” dosyalarında avukat görüşmeleri, savunma hakkını zedelemeyecek şekilde teknik denetime tabi tutulmalıdır (örneğin ses/görüntü kaydı).
  • Etik Eğitim ve Sertifikasyon
    • ABD’deki ABA Model Rules benzeri, zorunlu etik eğitim programları uygulanmalı; avukatların örgütsel faaliyetlere bulaşmasını önlemek için meslek içi farkındalık artırılmalıdır.
  • Siyasi Tarafsızlık İlkesi
    • Avukatların aktif siyasi parti üyeliği ve yöneticiliği, meslek etiği açısından sınırlandırılmalıdır.
    • Meslek kimliği ile siyasi kimliğin karışması, bağımsızlık ilkesini zedelemektedir.
  • Yargı–Siyaset–Avukat İlişkilerinin Şeffaflığı
    • Kamuoyunda “borsa” tartışmalarına yol açan ilişkiler, şeffaflık ilkesiyle engellenmeli; avukatlık ücretleri, müvekkil ilişkileri ve dosya süreçleri daha denetlenebilir hale getirilmelidir.

Son Söz

Avukatlık, yalnızca bireysel bir meslek değil, aynı zamanda adalet sisteminin belkemiğidir. Ancak avukatların suç örgütleri, terör yapılanmaları veya siyasi güçlerle anılması, bu belkemiğini zayıflatmaktadır.

Türkiye’nin önündeki görev, savunma hakkını korurken, mesleğin örgütler tarafından istismar edilmesini engellemektir. Bunun için güçlü barolar, etkin disiplin mekanizmaları, uluslararası standartlara uygun etik kurallar ve siyasi bağımsızlık ilkesi hayati önemdedir.

Bu makalede tartışılan vakalar, yalnızca tekil örnekler değil, mesleğin geleceği için uyarı niteliğinde derslerdir.

©Prof. Dr. Vahit Bıçak

/ Ceza Hukuku, Görüşler / Düşünceler, Görüşler / Düşünceler / Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Comments

No comments yet.

Send Comment