Aldatma (hile) hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil davası

Aldatma iddiasıyla tapu iptali ve tescil davası, gayrimenkulün sahiplik haklarının geçersiz kılınması ve yeniden tescili için açılan bir davadır. Mağdur olan taraf, tapu kaydının hileli veya yanıltıcı yöntemlerle elde edildiğini iddia eder. Tapu kayıtlarının adil ve doğru şekilde düzenlenmesi, profesyonel hukuki danışmanlık, dava dilekçesi hazırlanması, davanın açılması, delil listesinin sunulması, cevaba cevap dilekçesi hazırlanması, duruşmalara katılım sağlanması ve mahkeme sürecince rehberlik hizmeti alınmasını gerektirir.

Tapu iptali tescil davası aldatma iddiası avukatlık hizmeti gayrimenkul hukuki danışmanlık avukat hukuk bürosu mahkeme süreci ispat yükü hile

Aldatma iddiasıyla tapu iptali ve tescil davası

Aldatma iddiasıyla tapu iptali ve tescil davası, bir gayrimenkulün tapu kaydının geçersiz kılınması ve yeniden tescili için açılan bir hukuki süreçtir. Bu tür bir dava, bir kişinin sahip olduğu gayrimenkulün tapu kaydının hile, sahtekarlık veya başka bir yanıltıcı yöntemle elde edildiğini iddia ettiği durumlarda ortaya çıkar.

Tapu, bir gayrimenkulün sahiplik haklarını gösteren resmi belgedir. Ancak bazen bazı dolandırıcılık veya hile durumlarında tapu kaydı yanıltıcı bilgiler içerebilir veya geçerli yasal prosedürler takip edilmeden yapılabilir. Bu gibi durumlarda, mağdur olan taraf, tapu kaydının iptal edilmesini ve sahiplik haklarının gerçek durumuyla uyumlu hale getirilmesini talep edebilir.

Aldatma iddiasıyla tapu iptali ve tescil davası genellikle aşağıdaki adımları içerir:

  • Hukuki danışmanlık: Mağdur olan taraf, bir avukattan hukuki danışmanlık almalıdır. Avukat, durumu değerlendirecek, gerekli kanıtları toplayacak ve davanın güçlü yönlerini belirleyecektir.
  • Dava açma: Avukat, tapu iptali ve tescil davası için gerekli belgeleri hazırlayarak mahkemeye başvuruda bulunacaktır. Dava, yerel mahkemede ilgili yargı bölgesine göre açılır.
  • Argümanların sunulması: Dava açıldıktan sonra davacı taraf, aldatma iddialarına ilişki argümanlarını içeren cevaba cevap dilekçesini sunar. Dava ve cevaba cevap dilekçelerinde, tapu kaydının yanıltıcı bilgiler içerdiği ve iptal edilmesi gerektiği gerekçelendirilir.
  • Cevap: Tapunun iptal edilmesine karşı çıkan taraf, savunmasını sunar ve iddiaları reddeder veya karşı argümanlar sunar. Her iki tarafın da delillerini sunma ve tanıkları ifade vermeye çağırma hakkı vardır.
  • Kanıt sunumu: Her iki taraf, delillerini mahkemeye sunar. Bu deliller, tapunun aldatıcı olduğunu kanıtlamak veya savunmayı desteklemek için kullanılabilir. Deliller arasında belgeler, tanıkların ifadeleri, uzman görüşleri vb. yer alabilir.
  • Mahkeme kararı: Eğer mahkeme, tapu kaydının aldatıcı olduğunu veya hukuka aykırı bir şekilde yapıldığını kabul ederse, tapu iptal edilebilir ve yeniden tescil işlemi gerçekleştirilebilir. Mahkeme, tapunun geçerliliğini etkileyen nedenlerin varlığına göre karar verir.
  • Tapu iptali ve yeniden tescil: Mahkeme kararıyla tapu iptal edildikten sonra, yeni bir tescil işlemi gerçekleştirilir. Gayrimenkulün sahipliği, gerçek duruma uygun olarak yeniden tescil edilir ve tapu kaydı güncellenir.

Belirtilen sürecin süresi, iş yoğunluğu ve davanın karmaşıklığı gibi faktörlere bağlı olarak değişiklik gösterebilir. Davacı tarafın, aldatma iddiasını destekleyecek yeterli kanıtları sunması ve avukat yardımı alması önemlidir. Tapu iptali ve tescil davaları genellikle karmaşık olabilir, bu yüzden nitelikli bir hukuki destek almak önemlidir. Şöyle ki;

Özgür irade

Özel hukukta kişilerin irade özgürlüğüne sahip oldukları ve ancak kendi özgür iradeleriyle hak sahibi olup, borç altına girecekleri temel bir ilke olarak benimsemiştir. Bu temel ilkenin doğal sonucu olarak borçlar hukuku alanında sözleşme özgürlüğü ilkesi esastır. Bu ilke sayesinde kişiler özel borç ilişkilerini, hukuk düzeninin sınırları içerisinde yapacakları sözleşmelerle özgürce düzenleme olanağı bulmaktadır. Bu bağlamda kişilerin işlem (sözleşme) iradelerinin sağlıklı olması ve gerçek iradelerini yansıtması büyük bir önem taşımaktadır. Çünkü irade açıklaması, bir hukukî işlemin temel kurucu unsurudur. Bu nedenle hukukî işlemin geçerli ve amacına uygun bir hukukî sonuç doğurabilmesi için o hukukî işlemi yapan kişi veya kişilerin sağlıklı bir şekilde oluşmuş iradelerinin bulunması ve yine bu iradelerinin istenilen hukukî sonuca uygun şekilde açıklanması gerekmektedir. Ancak çeşitli nedenlerle kişinin işlem iradesi oluşum ya da açıklama aşamasında sakatlanabilir. Bu sakatlık, iradenin özgür bir biçimde oluşmadığını veya gerçek iradeye uygun şekilde açıklanmadığını gösterir.

İrade bozukluğu

Bir sözleşme yapılırken taraflardan birinin işlem iradesinin oluşum veya beyanı aşamasında ortaya çıkan sakatlıklara irade bozukluğu denir (Fikret Eren: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 22. b., Ankara 2017, s. 392).

İrade bozukluğu hâlleri mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nda (BK) “Rızadaki fesat” başlığı altında “Hata”, “Hile” ve “İkrah” olarak 23 ila 31. maddeler arasında hükme bağlanmış iken, 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 30 ila 39. maddeleri arasında bu defa “Yanılma”, “Aldatma” ve “Korkutma” başlıkları altında düzenlenmiştir.

Türk hukukunda irade bozukluğuna bağlanan yaptırım ise bir kesin hükümsüzlük (butlan) hâli değildir. Mülga BK’nın 23 ve devamı maddelerinde “…ilzam olunamaz.” (BK.23), “…o akit ile ilzam olunmaz.” (BK.28), “…kendi hakkında lüzum ifade etmez” (BK.29/I), TBK’nda ise “… bağlı olmaz.” (TBK.30), “…sözleşmeyle bağlı değildir.” (TBK.36 ve 37/1) şeklindeki ibareler kullanılmak suretiyle irade bozukluğuyla yapılan sözleşmelerin, iradesi hata, hile veya ikrahla sakatlanan kimseyi bağlamayacağı öngörülmüş ve bu kişiye belli bir süre içerisinde kullanabileceği iptal hakkı tanımıştır. İrade bozukluğu hâlleri, tüm hukukî işlemler yönünden oldukça önem taşımakta ve koşulları oluştuğu takdirde yapılan işlemin iptal edilmesi sonucunu doğurmaktadır.

İradeyi bozan sebepler

Kanunlarımızda iradeyi bozan sebepler üç durum olarak hüküm altına alınmış olup, yanılma (hata), aldatma (hile) ve korkutma (ikrah) gerçekleşme biçimleri bakımından birbirinden farklıdırlar. Ayrıca irade bozukluğu sadece sözleşmelere özgü bir sakatlık hâli olmayıp, tek taraflı hukukî işlemler için de geçerlidir.

Yanılma (hata); iç irade ile beyan arasında istemeyerek meydana gelen bir uygunsuzluk hâlidir. Diğer bir anlatımla hata, bir hukukî işlem yaparken irade beyanında bulunan kimsenin düşünmediği, arzu etmediği bir husus için istemeyerek iradesini beyan etmesidir. İradesini beyan etmek isteyen kimse, kendi dalgınlığı veya yanlış anlaması sonucunda gerçek iradesini istemediği bir şekilde açığa vurmuş olabileceği gibi; hata, beyanda bulunan kişinin dışında ortaya çıkan bir takım nedenlerden ötürü de olabilir. Böylelikle kişi, gerçek iradesine uymayan bir beyanda bulunarak iradesini sakatlamaktadır. Yanılgıya düşen kişi karşı tarafın bir etkisi veya kusuru olmaksızın iradesine uygun olmayan bildirimde bulunmaktadır.

Aldatma da iradeyi sakatlayan sebeplerden biri olarak TBK’nın 36. maddesinde; “Taraflardan biri, diğerinin aldatması sonucu bir sözleşme yapmışsa, yanılması esaslı olmasa bile, sözleşmeyle bağlı değildir. Üçüncü bir kişinin aldatması sonucu bir sözleşme yapan taraf, sözleşmenin yapıldığı sırada karşı tarafın aldatmayı bilmesi veya bilecek durumda olması hâlinde, sözleşmeyle bağlı değildir” şeklinde düzenlenmiştir.

Kanunda hilenin tanımına doğrudan yer verilmemiş ise de aldatma (hile); genel olarak, bir kimseyi irade beyanında bulunmaya, özellikle sözleşme yapmaya sevk etmek için onda kasten hatalı bir kanı uyandırmak veya esasen var olan hatalı bir kanıyı korumak yahut devamını sağlamak şeklinde tanımlanır.

Görüleceği üzere hatada yanılma, hilede ise kasıtlı olarak yanıltma söz konusudur. Hilede irade sakatlığı iradenin beyanında değil, iradenin oluşumunda meydana gelmektedir. İradenin oluşumundaki sakatlık ise kişinin kendisi dışında başka birinin kasıtlı bir aldatma fiiliyle gerçekleşmektedir. Nitekim, Hukuk Genel Kurulunun 20.10.2010 tarih ve 2010/1-502 E., 2010/536 K.; 08.07.2020 tarih ve 2017/1-1831 E., 2020/549 K. sayılı kararlarında, hilenin; gerçek durumu bilmesi hâlinde bir kimsenin kabul etmeyecek olduğu bir şeyi kabul etmesine diğer bir kimse tarafından yol açılması olduğu vurgulanmıştır.

Hilenin varlığının kabulü için gereken şartlar

Hilenin varlığının kabulü için bazı şartların gerçekleşmesine ihtiyaç vardır: Birinci şart “aldatma fiili”dir. Aldatan şahıs diğerini yanıltmış (hataya düşürmüş) olmalıdır. Fakat karşı tarafın düştüğü bu yanılmanın esaslı olması gerekmez (TBK. m.36/1). Çünkü aldatan hiçbir surette korunmaya layık değildir. Aldatan, sözleşmenin yapılması ve özellikle görüşmeler sırasında, belirli konu ve hususlarda doğru olmayan bilgiler vermekte veya bazı hususları dürüstlük kuralına göre açıklaması gerekirken kasten gizlemektedir. İkinci şart; “aldatma kastı”dır. Aldatan, karşı tarafı sözleşme yapmaya ikna etmek için ona bilerek ve isteyerek (kasten) gerçek dışı beyanda bulunmuş olmalıdır. Başka bir deyişle, yalan söyleyende karşı tarafı aldatmak ve onun gerçeği bilmesi hâlinde yapmayacak olduğu bir sözleşmeyi yapmağa sevk etmek niyeti bulunmalıdır. Eğer bir kimse, bilmemesi ağır bir kusur teşkil etmesine rağmen, durumu bilmeden bir beyanda bulunmuş ise aldatma kastı yoktur. Üçüncü şart ise “illiyet bağı”dır. Sözleşme aldatma sonucu, onun etkisi ile yapılmalıdır. Aldatılan yapmış olduğu sözleşmeyi, aldatma olmasıydı ya hiç yapmayacak ya da daha iyi şartlarda yapacak idiyse, illiyet bağı gerçekleşmiş olur. Aldatma fiili, sözleşmenin kurulmasının asli şartı olmalı, aldatma ile sözleşmenin kurulması arasında tabi bir illiyet bağı bulunmalıdır (Fikret Eren: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, s. 414 vd., HGK’nın 20.10.2010 tarih ve 2010/1-502 E., 2010/536 K.; 08.07.2020 tarih ve 2017/1-1831 E., 2020/549 K. sayılı kararları).

Tüm bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere taraflardan biri diğer tarafı hileyle sözleşme yapmaya yöneltmişse hata esaslı olmasa bile aldatılan taraf için sözleşme bağlayıcı sayılamaz. Değinilen koşulların varlığı hâlinde aldatılan taraf, hakkını kullanmak suretiyle hukukî ilişkiyi geçmişe etkili (makable şamil) olarak ortadan kaldırılabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir.

İptal hakkını kullanması süresi

İradesi sakatlanan tarafın sözleşmeyi iptal hakkını kullanması TBK’nın 39. (BK m. 31.) maddesinde belli bir süreye bağlanmıştır. Yanılma veya aldatma sebebiyle ya da korkutulma sonucunda sözleşme yapan taraf, yanılma veya aldatmayı öğrendiği ya da korkutmanın etkisinin ortadan kalktığı andan başlayarak bir yıl içinde sözleşme ile bağlı olmadığını bildirmez veya verdiği şeyi geri istemezse, sözleşmeyi onamış sayılır (TBK m. 39/1).

Buradaki süre Hukuk Genel Kurulunun 01.06.2011 tarih ve 2011/14-281 E., 2011/373 K. sayılı kararında da belirtildiği üzere hak düşürücü süre niteliğindedir. Hak düşürücü sürenin Kanun’un açık hükmü uyarınca hata ve hilenin öğrenildiği tarihten itibaren başlayacağı kuşkusuzdur. İradesi sakatlanan tarafın hata veya hileyi öğrendiği andan itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde sözleşmeyle bağlı olmadığını bildirmesi veya verdiği şeyi geri istemesi zorunludur.

Aldatmayı (hileyi) ispat yükü

Diğer taraftan, aldatmayı (hileyi) ispat yükü, aldatılan tarafa aittir. Hata, hile ve ikrah iddialarının senede bağlanması mümkün olmadığından senetle ispat edilmesinde maddi imkânsızlık vardır. Bu nedenle hukukî işlemlerdeki irade bozukluğu iddiaları, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 203/1-ç maddesinde senede karşı senetle ispat zorunluluğunun istisnaları arasında sayılmıştır. Sözleşme resmî senetle yapılmış olsa dahi 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “Resmî belgelerle ispat” kenar başlıklı 7. maddesi “Resmî sicil ve senetler, belgeledikleri olguların doğruluğuna kanıt oluşturur. Bunların içeriğinin doğru olmadığının ispatı, kanunlarda başka bir hüküm bulunmadıkça, her hangi bir şekle bağlı değildir” hükmünü taşıdığından, hile olgusunun tanık dâhil her türlü delille ispatı mümkündür.

Comments

No comments yet.

Send Comment