Uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanımını konu alan ceza hukuku yaklaşımı, yalnızca bu maddeleri kullanan kişileri değil, kullanımın gerçekleşmesine zemin hazırlayan ve yayılmasını kolaylaştıran davranışları da hedef almaktadır. Bu kapsamda, kullanım için mekân sağlanması, imkân oluşturulması, yakalanmayı zorlaştıran düzenlemeler yapılması veya kullanımın toplumsal alanda normal ve cazip gösterilmesi, kamu sağlığı açısından ciddi bir risk alanı olarak değerlendirilir. Uygulamada Yargıtay, salt birlikte kullanımın her durumda cezai sorumluluk doğurmadığını; başkalarının kullanımını kolaylaştırmaya yönelik bilinçli bir katkının ve özel bir yönelimin somut biçimde ortaya konulması gerektiğini vurgulamaktadır. Buna karşılık mekânın bilinçli şekilde kullanım alanına dönüştürülmesi, sistematik kolaylaştırma sağlanması veya organizasyonel tedbirlerle kullanımın sürdürülmesi, suçun oluşumu bakımından belirleyici kabul edilmektedir. Uyuşturucuya ilişkin dosyalarda en önemli sorunlardan biri de fiilin hukuki niteliğinin doğru belirlenmesidir; zira bazı olaylarda eylem, kolaylaştırma değil temin veya yalnızca kişisel kullanım kapsamında değerlendirilmelidir. Özellikle dijital medya ve sosyal medya çağında, uyuşturucuya ilişkin söylemlerin aleniyet kazanması, haber verme ile özendirme arasındaki sınırı daha hassas hale getirmekte ve içerik dilinin hukuki sonuçlar doğurabilmesine yol açmaktadır. Bu nedenle her somut olayda kast, fiilin toplumsal etkisi ve delil yapısı birlikte ele alınmalı, otomatik ve genelleyici yorumlardan kaçınılmalıdır. Bıçak Hukuk perspektifinden bakıldığında, bu alandaki soruşturma ve yargılamalarda erken aşamada doğru hukuki nitelendirme yapılması ve sınırların doğru çizilmesi, hem birey haklarının korunması hem de kamu sağlığının gözetilmesi açısından hayati önem taşımaktadır.
Uyuşturucu Madde Kullanılmasını Kolaylaştırma
Uyuşturucu veya uyarıcı maddeler söz konusu olduğunda ceza hukukunun refleksi, çoğu kişinin zannettiğinden daha geniştir. Toplumda yaygın algı, uyuşturucu meselesinin “kullanan kişi” üzerinden yürüdüğü yönündedir. Oysa Türk Ceza Kanunu, yalnızca kullananı değil; kullanımın gerçekleşmesine zemin hazırlayan, kullanımı rahatlatan, yakalanma riskini azaltan, kullanım davranışını sıradanlaştıran veya “çekici” hale getiren söylem ve yayınları da ayrıca hedef alır. TCK m. 190’ın ana fikri, uyuşturucu kullanımını yalnızca bireyin özel alanına ait bir fiil olarak görmemek ve kullanımın çevresindeki destekleyici davranışları, kamu sağlığı bakımından ayrı bir tehlike alanı saymaktır. Bu yaklaşımın pratik sonucu şudur: Aynı olayda bir kişi “kullanan” konumundayken, başka bir kişi “kolaylaştıran” konumunda olabilir. Hatta bazı olaylarda aynı kişi hem kullanmış, hem de başkalarının kullanmasını kolaylaştırmış kabul edilebilir. Bu nedenle TCK m. 190, uygulamada çok sık tartışılan; çoğu zaman TCK m. 188 (ticaret) ve TCK m. 191 (kullanmak için bulundurma/kullanma) ile karıştırılabilen; delillendirmesi ve suç vasfı tayini bakımından da hassas bir düzenlemedir.
Bu yazı, genel toplumun anlayabileceği bir dille ama hukuki isabeti ve derinliği koruyarak, TCK m. 190’u “mekân sağlama – birlikte kullanma – suç vasfı hatası – aleniyet/özen(dirme)” ekseninde, Yargıtay kararlarıyla örülmüş somut senaryolar üzerinden açıklamayı hedefler. Metnin temel prensibi; Uyuşturucu kullanımına dair yöntem/teknik/pratik bilgi verilmemesidir, çünkü kanunun bizzat “kullanma yöntemleri konusunda bilgi verme”yi suç saydığı bir alanda, farkındalık üretirken kullanımın kolaylaşmasına kapı aralamak doğru değildir.
TCK m. 190’un dili: “Kolaylaştırmak için” ibaresi neden her şeyin merkezinde?
TCK m. 190/1, üç seçimlik hareket sayar: özel yer, donanım veya malzeme sağlama; yakalanmayı zorlaştıracak önlemler alma; kullanma yöntemleri konusunda bilgi verme. Ancak bu sayımın başında bir anahtar ifade vardır: “Uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanılmasını kolaylaştırmak için…” Bu cümle, maddenin uygulama pusulasıdır. Çünkü kanun, her mekânı, her paylaşımı, her konuşmayı otomatik olarak suç saymaz; “kolaylaştırma” amacına yönelmiş bir davranış alanını hedefler.
Hukuki tartışmanın kalbi burada atar: Bir eylem, dışarıdan bakıldığında “kullanım çevresine” temas ediyor olabilir; fakat failin kastı ve somut katkısı, “kolaylaştırma” düzeyine ulaşmıyorsa m. 190’a gitmek her zaman isabetli olmaz. Yargıtay’ın “özel saik” (özel amaç) vurgusu yaptığı kararlarda bu hassasiyet açıkça görülür. Örneğin, sanığın kendisine ait işyerinde birkaç kişiyle birlikte uyuşturucu kullanmasının, tek başına m. 190/1 kapsamında “kolaylaştırma özel saiki” ile gerçekleşmediği ve bu nedenle mahkûmiyet yerine beraat gerektiği yönünde bozma gerekçesi bulunmaktadır. Bu, şu demektir: “Aynı mekânda bulunma” ile “başkalarının kullanması için sistem kurma” aynı şey değildir. Aradaki fark, niyetin yönü ve fiilin toplumsal etkisidir.
Mekân sağlama: “Ev benim, anahtar benim” demek bazen kurtarmaz
“Özel yer sağlama” kavramı neyi anlatır?
Mekân sağlama, TCK m. 190/1-a’nın en görünür alanıdır. “Özel yer” ifadesi günlük dilde bazen “gizli, korunaklı, kimsenin bilmediği yer” gibi anlaşılır. Oysa ceza hukukundaki anlamı daha işlevseldir: Kişilerin uyuşturucu kullanmasını kolaylaştıracak biçimde bir yerin tahsis edilmesi, sunulması, kullanıma elverişli hale getirilmesidir. Bu yer bir ev olabilir, işyeri olabilir, depo olabilir, araç olabilir; hatta metruk bir yapı bile olabilir. Önemli olan, yerin “kullanım için” hazır edilmesi veya kullanıma sunulmasıdır. Uygulamada iki uç örnek vardır. Bir uçta, “evde birlikte kullanım” olayları yer alır. Diğer uçta ise, mekânın adeta bir “kullanım alanı” gibi kurgulanıp sistematik olarak başkalarına açıldığı olaylar bulunur. Yargıtay kararları, bu iki ucu birbirinden ayırmaya çalışır.
Evde birlikte kullanım her zaman “özel yer sağlama” değildir
Birçok insanın şaşırdığı gerçek şudur: Sanığın kendi evinde, eve gelen kişilerle birlikte uyuşturucu kullanması, her somut olayda otomatik olarak “özel yer sağlama” sayılmaz. Yargıtay 10. Ceza Dairesi’nin, evinde diğer kişilerle birlikte uyuşturucu kullanmaktan ibaret eylemin “özel yer sağlama” niteliğinde olmadığı ve m. 190 unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle mahkûmiyeti bozduğu karar örnekleri vardır. Bu yaklaşımın arkasındaki mantığı sadeleştirelim: Evde birlikte kullanım, çoğu durumda “paylaşılan bir fiil” olarak kalabilir. Failin amacı, başkalarına kullanım imkânı sağlamak değil, kendi fiilini gerçekleştirmek olabilir. Böyle bir olayda, “yer sağlama” gibi bir örgütleyici rol ispatlanamıyorsa m. 190’a gidilmesi, suç tiplerinin sınırlarını gereksiz genişletebilir.
Ne zaman “mekân sağlama” güçlü şekilde oluşur?
Yargıtay’ın daha net biçimde “mekân sağlama” lehine değerlendirdiği dosyalarda, genellikle şu tür olgular bulunur: Mekânın kiralanması veya belirli bir amaçla tutulması; başkalarının düzenli biçimde buraya çağrılması; kullanım için ortamın bilinçli şekilde hazırlanması; bazen kullanımın rahat gerçekleşmesi için donanım/araç gereç gibi imkânların sunulması. Örneğin, sanığın kiralayarak oturduğu evde, haklarında tedavi/denetimli serbestlik kararı bulunan kişilere, uyuşturucu içmek için hazırladığı bir düzenekle kullanmalarına imkân sağlaması olayında, beraat hükmünün bozulması gerektiği yönünde değerlendirme yapılmıştır. Buradaki kritik nokta, “evde bulunma” değil; evin, başkalarının kullanımı için “imkân sunan” bir düzen içinde kullanılmasıdır.
Somut olay kurgusu: “Evi anahtar gibi kullanmak”
Düşünelim: Bir kişi, “Benim evim geniş, kimse rahatsız etmez” diyerek belirli kişileri düzenli şekilde evine çağırıyor. Evin bir odasını özellikle bu buluşmalar için ayırıyor; kimlerin ne zaman geleceğini planlıyor; gelenlerin dışarıyla temasını azaltacak tedbirler alıyor; evdeki düzeni buna göre kuruyor. Bu senaryoda “mekân sağlama” artık rastlantı değil, bir organizasyon halini alır. Böyle bir organizasyon, çoğu dosyada m. 190/1-a (ve şartları varsa 1-b) ekseninde ciddi risk doğurur. Bu örnek, niyetin ve sürekliliğin önemini gösterir: Mekânın bir “kolaylaştırma aracına” dönüştürülmesi, suçu besleyen ana olgudur.
Birlikte kullanma: “Yan yana” olmak ile “kolaylaştırmak” aynı şey değil
Yargıtay’ın “özel saik” vurgusu
Birlikte kullanma dosyalarında Yargıtay’ın en dikkat çekici vurgularından biri, m. 190’un “özel saikle” işlenebilen bir suç olduğudur. Bu vurgunun sade karşılığı şudur: Fail, sırf uyuşturucu kullanmış diye değil; başkalarının kullanımını kolaylaştırmak amacıyla hareket ettiği için m. 190 kapsamında sorumlu tutulur. Bu yüzden, işyerinde birlikte kullanım olayında “kolaylaştırma özel saiki” oluşmadığı gerekçesiyle mahkûmiyetin bozulması, uygulama için çok öğreticidir.
Ara çizgi nerede? “Sadece birlikte kullandık” savunması her dosyada aynı sonucu vermez
Birlikte kullanım savunması, bazen gerçekten m. 190’dan kurtarır; bazen de kurtarmaz. Kurtarmadığı dosyalarda genellikle ek olgular vardır: Mekânın başkaları için tahsis edildiği; imkân sağlandığı; kullanımın daha güvenli/kolay hale getirildiği; yakalanmayı zorlaştıracak önlem alındığı; kullanımı teşvik eden bir yönlendirme bulunduğu gibi. Örneğin, araç içinde birden fazla kişinin uyuşturucu kullanması olayında, eylemin bir bütün olarak “kullanmak için bulundurma” kapsamında değerlendirilmesi gerektiği ve “özel yer/donanım sağlama” olarak yorumlanamayacağı yönünde bozma gerekçeleri bulunur. Bu tarz dosyalarda Yargıtay, “kolaylaştırma” için somut katkının ayrıca ortaya konulmasını ister.
Somut olay kurgusu: “Sofra kurmak” ile “mekân tahsis etmek”
Aynı fiili iki farklı senaryoya yerleştirelim. Birinci senaryoda üç arkadaş bir evde oturuyor, ev sahibi de onlarla birlikte kullanıyor. Ev sahibinin bir organizasyon kurduğu, başkalarını özellikle çağırdığı, ortamı buna göre düzenlediği ispatlanamıyor. İkinci senaryoda ise ev sahibi, belli çevreyi sürekli çağırıyor; “burada rahatsız olmazsınız” diye güven telkin ediyor; gelenlerin dışarıyla temasını azaltacak şekilde ortamı kurguluyor. İki senaryo arasındaki fark, sadece “birlikte kullanım” değil; fiilin sosyal fonksiyonudur. Birinci senaryo “ortak fiil” gibi kalabilir. İkinci senaryo “kolaylaştırma düzeni”ne dönüşür. Uygulamada bu fark, çoğu zaman tanık beyanları, mesajlaşma içerikleri, arama tutanakları, mekân düzenine ilişkin gözlemler ve süreklilik delilleriyle ortaya konulur.
Yakalanmayı zorlaştıracak önlemler: “Gizlilik” tek başına değil, “organizasyon” belirleyici
TCK m. 190/1-b, kullananların yakalanmalarını zorlaştıracak önlemler alan kişiyi cezalandırır. Burada hedef alınan davranış, kullanım fiilinin “daha güvenli ve daha görünmez” hale getirilmesidir. Bu bent, çoğu zaman mekân sağlama ile birlikte ortaya çıkar; çünkü mekânı kullanım için tahsis eden kişi, genellikle yakalanma riskini de yönetmek ister. Bu konuyu sadeleştirelim: Bir kişinin perdeyi kapatması, kapıyı kilitlemesi, dışarıdan ses gelmesin diye pencereyi örtmesi, tek başına “yakalanmayı zorlaştırma önlemi” olarak görülmeyebilir. Çünkü bunlar günlük hayatın olağan davranışlarıdır. Fakat bir mekânda, düzenli biçimde “gözcü” konulması, giriş-çıkışların kontrol edilmesi, kolluk gelirse haber verilecek mekanizma kurulması gibi olgular varsa, artık mesele sıradan mahremiyet değil, “yakalanmayı zorlaştırma” hedefidir.
Somut olay kurgusu yapalım: Bir kişi, belirli saatlerde belirli kişileri bir depoda topluyor. Depoya girişte üçüncü bir kişi “bekçi” gibi dışarıda duruyor. İçeridekiler, dışarıdaki kişinin işaretine göre davranıyor. Bu organizasyon, m. 190/1-b’nin tipik risk alanıdır. Burada failin “kolaylaştırma” kastı, sadece mekânla değil, yakalanma riskini yönetme davranışıyla somutlaşır.
Bu kısımda şunu da unutmamak gerekir: Uyuşturucu dosyalarında delil hukuku çok kritiktir. Bazı karar örneklerinde, hukuka aykırı elde edilen dijital materyallerin hükme esas alınamayacağı; ayrıca delil yetersizliği varsa mahkûmiyet kurulamayacağı vurgulanır. Bu, özellikle “yakalanmayı zorlaştırma önlemleri” gibi teknik olguların ispatında, delillerin hukuka uygun toplanmasının önemini artırır.
“Farkındalık” anlatısı ile “kolaylaştırma” arasındaki tehlikeli eşik
TCK m. 190/1-c, “kullanma yöntemleri konusunda başkalarına bilgi veren” kişiyi cezalandırır. Bu hüküm, günümüzde en kırılgan ve yanlış anlaşılmaya en açık hükümlerden biridir. Çünkü sosyal medya çağında “bilgi”nin dolaşımı çok hızlıdır; “deneyim anlatısı” ile “öğretici içerik” arasındaki sınırlar bazen bulanıklaşır.
Burada iki temel hassasiyet vardır. Birincisi, bu hüküm, uyuşturucu kullanımını teknik olarak kolaylaştırabilecek bilgilerin yayılmasını önlemeyi amaçlar. Bu nedenle, içerik üreticisi “ben sadece konuşuyorum” dediğinde bile, konuşmanın niteliği “kullanımı kolaylaştıran bilgi”ye dönüşüyorsa risk doğabilir. İkincisi, hukuki, tıbbi veya sosyal amaçlarla yapılan bilgilendirmeler, “kolaylaştırma” kastı taşımadığı ölçüde farklı değerlendirilir. Yani bir hukukçunun TCK m. 190’u anlatması, bir hekim veya psikoloğun bağımlılığın zararlarından bahsetmesi, bir gazetecinin soruşturma sürecini aktarması, otomatik olarak m. 190/1-c değildir. Fakat anlatım, pratikte kullanımı kolaylaştıracak ayrıntıları taşımaya başladığında tehlikeli eşiğe yaklaşılır.
Bu yazıda bilinçli şekilde yöntem/teknik ayrıntıya girmememizin nedeni budur: “Hukuk anlatıyorum” derken, bizzat kanunun suç saydığı bir alana istemeden de olsa hizmet etmek, toplumsal sorumlulukla bağdaşmaz.
Suç vasfı hatası: m. 190 ile m. 188 ve m. 191 arasındaki kırılma noktaları
Uyuşturucu dosyalarında en ağır sonuç doğuran sorunlardan biri, suç vasfının yanlış tayinidir. Çünkü m. 190’un ceza aralığı zaten ağırdır; fakat m. 188 (ticaret) ile m. 190’un karıştırılması, dosyayı bambaşka bir yere taşır. Aynı şekilde, m. 190 yerine m. 191 (kullanmak için bulundurma/kullanma) tartışmasının yapılması gereken dosyalarda m. 190’dan mahkûmiyet kurulması, hem maddi gerçeğe hem de suç tiplerinin sınırlarına aykırı sonuçlar doğurabilir.
“Evde kullandırtmak” her zaman m. 190 değildir; bazen m. 188’e gider
Bazı dosyalarda sanık, başkalarına uyuşturucu madde veriyor ve onların evinde kullanmasına rıza gösteriyor. İlk bakışta “kullanımı kolaylaştırma” gibi görünse de, Yargıtay’ın bazı değerlendirmelerinde bu tür eylemin m. 188/3 kapsamındaki suçla ilişkili olduğu; m. 190’daki “özel yer/donanım sağlama” niteliğinde olmadığı vurgulanır. Bu nedenle m. 190’dan verilen hükmün bozulduğu örnekler mevcuttur. Bu nokta çok önemlidir: Uyuşturucu “temin etme/verme” olgusu dosyada varsa, m. 190 refleksiyle hareket etmek her zaman doğru değildir. Çünkü m. 190, esasen kullanımın çevresindeki kolaylaştırıcı davranışları hedeflerken; uyuşturucunun temini, dağıtımı, satışı gibi fiiller çoğu zaman m. 188 alanına yaklaşır.
“Temin etme” ile “kolaylaştırma”nın ayrımı: Delillerin anlatımı ve dosyanın omurgası
Yargıtay 10. Ceza Dairesi’nin karar örneklerinde, sanığın sabit eyleminin diğer sanıkların kan analizlerinde çıkan uyuşturucuyu “temin etme” suçunu oluşturduğu ve m. 188/3 uyarınca cezalandırılması gerektiği; buna rağmen m. 190’dan hüküm kurulmasının bozma nedeni sayıldığı görülür. Bu tür bozma gerekçeleri, dosyada şu soruların cevaplanmasını zorunlu kılar: Madde nereden geldi? Kim sağladı? Sağlayan kişi bir menfaat elde etti mi? Bu eylem süreklilik taşıyor mu? Sağlama eylemi, bir ticari ilişki veya dağıtım faaliyeti niteliği kazanıyor mu? Bu soruların cevabı, dosyayı m. 190’dan alıp m. 188’e götürebilir; ya da tam tersi, m. 188 iddiasının “temin” ispatlanamadığı hâllerde dosyayı farklı bir suç tipine indirger.
Md. 190 yerine m. 191: “Kullananı kolaylaştıran sanmak”
Bazı dosyalarda, sanıkların kan ve idrar raporlarında uyuşturucu tespiti vardır; ev aramasında bazı maddeler bulunur; fakat “özel yer/donanım sağlama” olgusu ortaya konulamaz. Bu durumda Yargıtay, sanıkların fiillerinin “kullanmak için bulundurma” kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini; “kullanımı kolaylaştırma”dan mahkûmiyet kurulmasının hatalı olduğunu belirtir.
Bu tür kararların toplumsal mesajı şudur: Ceza hukuku, her dosyada en ağır etiketi seçmez; doğru etiketi seçmek ister. Bir kişi kullanmış olabilir. Bu zaten kendi içinde bir hukuki rejime tabidir. Fakat “kullandı” diye “kolaylaştırdı” demek, her zaman mantıken doğru değildir. Kolaylaştırma için başkaları bakımından somut katkı aranır.
Aleniyet ve özen(dirme): m. 190/2’nin bugün büyüyen alanı
TCK m. 190/2, uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanılmasını alenen özendiren veya bu nitelikte yayın yapan kişiyi cezalandırır. Bu hüküm, özellikle dijital çağda hızla büyüyen bir uygulama alanına sahiptir; çünkü “aleniyet” (belirsiz sayıda kişiye açıklık) sosyal medyada çoğu zaman varsayılan bir durum haline gelmiştir.
“Haber” ile “özen(dirme)” arasındaki çizgi
Bir soruşturmanın haber yapılması, bir operasyonun aktarılması, uyuşturucunun zararlarının anlatılması, bağımlılıkla mücadele çağrısı yapılması, tek başına m. 190/2 değildir. Ancak içerik, uyuşturucu kullanımını öven, özendiren, normalleştiren, “çekici bir deneyim” gibi sunan bir dile kayarsa, risk alanına girer. Bu noktada mahkemelerin bakacağı şey genellikle şudur: İçerik, okuyucuda/izleyicide “kullanma isteği” uyandırmaya elverişli mi? Uyuşturucuya dair bir merak, imrenme veya sıradanlaştırma etkisi doğuruyor mu? Bu değerlendirme her zaman kolay değildir. Çünkü ifade özgürlüğü ile kamu sağlığını koruma amacı arasında bir denge vardır. Ancak m. 190/2, bu dengeyi kamu sağlığı lehine kuran bir normatif tercihi temsil eder.
“Bir şey olmaz” söylemi: Her söz, özen(dirme) sayılır mı?
Uygulamada sıkça şu tartışma çıkar: Bir kişi bir ortamda uyuşturucu kullandığını söyler; “bir şey olmaz” gibi ifadeler kullanır; etrafındakilerin bu sözlerden etkilenebileceği iddia edilir. Bu durumda m. 190/2’nin oluşup oluşmadığı, sözün niteliğine, aleniyet koşuluna ve somut olayın bağlamına göre değerlendirilir. Bazı karar anlatımlarında, “teşvik edici sözlerin belirgin olmadığı” ve “özen(dirme) unsurlarının oluşmadığı” gerekçesiyle mahkûmiyetin hatalı olduğu yönünde değerlendirmeler yer alır. Bu durum, şunu gösterir: m. 190/2’nin alanı geniş olmakla birlikte, her “bahsetme” veya her “ima” otomatik olarak mahkûmiyet sebebi değildir. Özen(dirme), somutlaştırılması gereken bir niteliktir.
Somut olay kurgusu: “Kitleye konuşmak” ile “arkadaş sohbeti” aynı şey değil
Bir kişi, kapalı bir arkadaş grubunda “ben böyle yaptım” der. Bu söz, başka suç tipleri açısından tartışılabilir; fakat aleniyet unsuru yoksa m. 190/2 tartışması zayıflar. Buna karşılık kişi, herkese açık bir sosyal medya hesabında uyuşturucu kullanımını öven bir anlatı kurarsa; takipçilerini “deneyimlemeye” çağıran bir dil kullanırsa; ya da uyuşturucu kullanımını bir “yaşam tarzı” olarak parlatırsa, aleniyet ve özen(dirme) unsurları birlikte güçlenir. İşte dijital çağda m. 190/2 tartışmasının merkezinde bu fark vardır.
Güncel tartışma bağlamı
Son günlerde kamuoyunda geniş yer bulan Habertürk Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Akif Ersoy hakkında yürüyen soruşturma, uyuşturucu dosyalarının sadece adliye koridorlarında değil, toplumun gündelik hayatında da nasıl güçlü etkiler doğurduğunu gösteren bir örnek haline geldi. Basına yansıyan haberlerde, Ersoy’un “uyuşturucu madde kullanımını kolaylaştırmak” gibi suçlamalarla tutuklandığı, soruşturma kapsamında Adli Tıp test sonuçlarına ilişkin bilgilere yer verildiği; bazı haberlerde testin “pozitif” çıktığının aktarıldığı görüldü.
Bu olay üzerinden iki ayrı katmanı ayırmak gerekir. Birinci katman, dosyanın kendisidir: Soruşturmanın kapsamı, isnat edilen suçlar, delillerin niteliği, savunmalar, bilirkişi/Adli Tıp raporları ve yargısal değerlendirme. Bu katmanda, kesin hüküm verilene kadar masumiyet karinesi geçerlidir; yani kamuoyundaki tartışmalar, mahkeme kararı yerine geçemez.
İkinci katman, olayın toplumdaki etkisidir: Uyuşturucu meselesi bir anda “popüler gündem” haline gelince, medya dili ve sosyal medya yorumları da çoğalır. Bu noktada iki risk büyür. Birincisi, yargılama devam ederken kişilerin peşinen “suçlu” ilan edilmesi. İkincisi, uyuşturucu meselesinin magazinleşmesi ve sıradan bir gündelik tartışma malzemesi haline gelmesi. İşte TCK m. 190/2’nin arkasındaki kamu sağlığı kaygısı, özellikle bu ikinci riskle doğrudan ilişkilidir: Uyuşturucu konuşulabilir, tartışılabilir, haber yapılabilir; ama “normalleştirilmemeli” ve “özen(dirme) etkisi” doğuracak biçimde sunulmamalıdır.
Bu nedenle, güncel olaylar üzerinden içerik üretirken hukukçuların da gazetecilerin de sıradan kullanıcıların da kendine şu soruyu sorması gerekir: Ben bu içerikle farkındalık mı üretiyorum, yoksa istemeden de olsa özendirme diline mi yaklaşıyorum?
Sonuç
TCK m. 190, gündelik hayatta birçok kişinin sandığından daha yakında duran bir düzenlemedir. Çünkü mekân, arkadaş çevresi, sohbet dili, sosyal medya paylaşımı, haber sunumu gibi alanlarda “kolaylaştırma” veya “özen(dirme)” etkisi doğuran davranışlar ortaya çıkabilir. Ancak aynı zamanda m. 190’un uygulanması, her olayda otomatik değildir; Yargıtay kararlarının işaret ettiği gibi, kastın yönü, somut katkı ve delillendirme düzeyi belirleyicidir. Evde birlikte kullanımın her zaman “özel yer sağlama” sayılmaması; işyerinde birlikte kullanımın “kolaylaştırma özel saiki” olmadan m. 190’a taşınmaması; bazı dosyalarda m. 190 yerine m. 188 veya m. 191 tartışmasının yapılması gerektiği yönündeki bozma gerekçeleri, bu sınır çizme çabasının açık göstergesidir.
Güncel gündemde yer alan olay ise, uyuşturucu meselesinin bir anda toplumsal tartışma başlığı haline gelebileceğini; bu tartışmalarda hem masumiyet karinesinin hem de normalleştirme riskine karşı özenin korunması gerektiğini hatırlatır.
Türkçe
English
Français
Deutsch


Comments
No comments yet.