Dijital Çağda İspat Amaçlı Ses ve Görüntü Kaydı Alma: Suç mu, Hak mı?

Türk hukukunda “iddiasını ispatlama amacıyla ses veya görüntü kaydı alma” eylemi, özel hayatın gizliliği ile adil yargılanma hakkı arasında hassas bir denge gerektirir. Yargıtay, başka türlü delil elde etme olanağının bulunmadığı hallerde bu kayıtların hukuka uygun sayılabileceğini kabul etmektedir. Ancak içtihatlar arasında birliğin olmaması, bireyler açısından hukuki öngörülebilirliği zayıflatmaktadır. Dijital teknolojilerin yaygınlaşmasıyla, cep telefonu veya çevrim içi toplantı kayıtlarının özel mi aleni mi sayılacağı belirsizleşmiştir. Mukayeseli hukukta ABD, İngiltere ve Almanya sistemleri, meşru savunma veya adalet yararı bulunan kayıtları koşullu biçimde kabul etmektedir. Türk Ceza Kanunu’nun 133. maddesi ise dijital çağın gerçeklerine uyum sağlayacak şekilde güncellenmelidir. Hukuka uygunluk değerlendirmesinde kayıt amacının, olayın ani gelişip gelişmediğinin ve başka delil bulunup bulunmadığının dikkate alınması gerekir. Bu konuda düzenleme yapılmadığı sürece, vatandaşların meşru ispat çabaları cezai risk taşımaya devam edecektir. Sonuç olarak, ispat hakkı ve özel hayatın gizliliği arasındaki dengenin kanun düzeyinde netleştirilmesi, hukuk devleti ilkesinin gereğidir.

Dijital Çağda İspat Amaçlı Ses ve Görüntü Kaydı Alma Suç mu? Hak mı? Hukuk Bürosu Avukat Delil Kanıt cep telefonu gizli habersiz rızasız kayıt

İddiasını İspat Amaçlı Ses ve Görüntü Kaydı

Günümüzde dijital teknolojilerin yaygınlaşmasıyla birlikte, bireylerin günlük yaşamlarında ses ve görüntü kayıt cihazlarına erişimi son derece kolaylaşmıştır. Akıllı telefonlar, akıllı saatler, gizli mikrofonlar ve taşınabilir kameralar, yalnızca iletişim aracı olmaktan çıkmış; kişisel, ticari veya hukuki amaçlarla delil elde etme araçlarına dönüşmüştür. Bu gelişme, bir yandan adaletin sağlanması ve ispat hakkının etkin kullanımı bakımından bireylere yeni imkânlar sunarken, diğer yandan özel hayatın gizliliği ve haberleşme özgürlüğü gibi temel hakların ihlali riskini de beraberinde getirmiştir.

Türk Ceza Kanunu’nun 132, 133 ve 134. maddeleri, kişisel konuşmaların veya özel yaşam alanına ilişkin ses ve görüntülerin rıza olmaksızın kaydedilmesini suç olarak düzenlemektedir. Bununla birlikte, bazı istisnai durumlarda bireylerin iddiasını ispatlama veya kendisine yönelmiş haksız bir saldırıyı belgeleme amacıyla yaptığı kayıtların, hukuka uygun kabul edilip edilmeyeceği sorunu doktrinde ve yargı uygulamasında önemli tartışmalara yol açmıştır.

Özellikle Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin son yıllarda geliştirdiği içtihatlar, bu tartışmaya yön vermiştir. Mahkeme, başka türlü ispat imkânı bulunmayan, ani gelişen olaylarda, bireyin hakaret, tehdit veya şantaj gibi suçlara maruz kaldığı durumlarda ses veya görüntü kaydı almasını, “zorunluluk hâli” kapsamında hukuka uygun saymıştır. Böylece, bireyin kendi hakkını koruma çabasıyla delil elde etme eylemi, her somut olayın koşulları çerçevesinde değerlendirilen bir hukuka uygunluk nedeni olarak kabul edilmiştir.

Ancak bu yaklaşım, ceza hukuku sisteminin temel ilkelerinden biri olan hukuka aykırı delil yasağı ile adil yargılanma hakkı arasındaki dengeyi de gündeme getirmektedir. Delilin elde edilme biçimi, hem ceza yargılamasında hem de özel hukuk uyuşmazlıklarında giderek daha belirleyici hale gelmektedir. Bu noktada, bireyin “ispat hakkı” ile muhatabın “özel hayatın gizliliği” arasındaki sınırın nasıl çizileceği sorusu, güncel hukuk tartışmalarının merkezinde yer almaktadır.

Bu yazıda, TCK’nın ilgili hükümleri ve Yargıtay içtihatları ışığında, iddiasını ispatlama amacıyla ses ve görüntü kaydı alma eyleminin hukuki niteliği incelenecektir. Ayrıca, mukayeseli hukuk perspektifiyle Almanya, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri uygulamaları ele alınarak, Türk hukukundaki düzenlemenin kapsamı ve gelişim yönü değerlendirilecektir. Çalışmanın nihai amacı, bireylerin meşru haklarını koruma çabası ile kişisel mahremiyetin sınırları arasında adil, ölçülü ve öngörülebilir bir denge kurulmasına katkı sunmaktır.

Normatif Çerçeve: Türk Ceza Kanunu ve İlgili Mevzuat

Türk hukukunda bireylerin özel yaşam alanının korunması, yalnızca etik bir ilke değil, aynı zamanda ceza tehdidiyle korunan anayasal bir hak olarak düzenlenmiştir. Bu koruma alanı, Anayasa’nın 20. ve 22. maddelerinde “özel hayatın gizliliği” ve “haberleşme hürriyeti” olarak tanımlanmış; aynı zamanda TCK’nın 132 ila 140. maddeleri arasında detaylı biçimde suç tipi olarak yer almıştır. Ancak bu hükümlerin uygulanmasında, bireyin ispat hakkı ve adalete erişim hakkı ile mahremiyetin korunması arasında hassas bir denge gözetilmesi gerekmektedir.

TCK m.132 – Haberleşmenin Gizliliğini İhlal

Bu madde, iki veya daha fazla kişi arasında gerçekleşen özel haberleşme içeriklerinin rıza dışı olarak dinlenmesini, kaydedilmesini veya ifşa edilmesini suç olarak düzenler. Haberleşme kavramı yalnızca telefon görüşmeleri değil, aynı zamanda mesajlaşma, e-posta, sosyal medya yazışmaları gibi dijital iletişim biçimlerini de kapsar. Ancak kişi, haberleşmenin tarafı ise ve bu görüşmeyi kendisini savunmak amacıyla kaydediyorsa, fiilin “hukuka uygunluk” kapsamında değerlendirilebileceği yönünde Yargıtay’ın istikrarlı içtihatları mevcuttur.

TCK m.133 – Kişiler Arasındaki Konuşmaların Dinlenmesi ve Kayda Alınması

Bu madde, “aleni olmayan” konuşmaların gizlice dinlenmesini veya kaydedilmesini cezalandırır. Burada “aleni olmama”, konuşmanın yalnızca sınırlı bir dinleyici çevresinde gerçekleşmesi anlamına gelir. Yargıtay kararları, özellikle bu madde açısından “ispat amacıyla yapılan kayıtların” hukuka uygun sayılabilmesi için üç koşulun bulunması gerektiğini vurgular:

  • (i) Kayıt ani gelişen bir olay sırasında yapılmalıdır.
  • (ii) Başka türlü delil elde etme imkânı bulunmamalıdır.
  • (iii) Kayıt, yalnızca yargısal mercilere sunulmalı, üçüncü kişilerle paylaşılmamalıdır.

Bu üç ölçüt, “zorunluluk hâli” kavramının sınırlarını çizer.

TCK m.134 – Özel Hayatın Gizliliğini İhlal

Bu düzenleme, bireyin özel yaşamına ilişkin ses veya görüntülerin kaydedilmesini ve ifşasını ayrı bir suç olarak düzenler. Özellikle dijital araçların yaygınlaşmasıyla birlikte, özel yaşamın sınırlarının bulanıklaştığı, “kişisel alandan kamu alanına geçişin” kolaylaştığı görülmektedir.
Bu nedenle Yargıtay, kaydın özel yaşam alanına ilişkin olup olmadığını değerlendirirken, olayın niteliğini, yerini ve kamu yararı boyutunu birlikte incelemektedir.

CMK ve Anayasal Dayanaklar

Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 206 ve 217. maddeleri, yalnızca hukuka uygun elde edilmiş delillerin yargılamada kullanılabileceğini düzenler. Anayasa’nın 38/6. maddesi ise, bu ilkeyi anayasal güvenceye bağlamıştır. Ancak aynı zamanda Anayasa’nın 36. maddesinde yer alan “adil yargılanma hakkı” ve “iddia ve savunma hakkı”, bireyin kendisine yöneltilen suçlamalara karşı delil sunma hakkını da içerir. Dolayısıyla, hukuka aykırılık ve ispat hakkı arasındaki çizgi, mutlak değil; her somut olayın koşullarına göre orantılılık ilkesi çerçevesinde yorumlanmaktadır.

AİHS ve Mukayeseli Hukuk Etkisi

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesi “adil yargılanma hakkı”nı, 8. maddesi ise “özel hayatın korunmasını” düzenler. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), bu iki hakkın çatıştığı durumlarda denge gözeten bir yaklaşım benimsemiştir. Örneğin, Khan v. United Kingdom kararında AİHM, bireyin kendi savunması için kayıt yapmasının “kamu yararı ve adil yargılanma” amacına hizmet etmesi halinde kabul edilebilir olduğunu belirtmiştir. Bu yaklaşım, Türk yargı uygulamasında da giderek artan biçimde referans alınmaktadır.

Yargıtay Kararlarının Analizi

Türk yargı uygulamasında, bireylerin iddialarını ispatlamak amacıyla ses veya görüntü kaydı yapmaları, uzun süre boyunca “haberleşmenin gizliliğini ihlal” veya “kişiler arasındaki konuşmaların kayda alınması” suçları kapsamında değerlendirilmiş; ancak son yıllarda Yargıtay, “ispat hakkı”nı ve “zorunluluk hâli”ni gözeten bir içtihat yönelimi geliştirmiştir. Bu bölümde, söz konusu yaklaşımın gelişim seyri, üç temel Yargıtay kararı üzerinden açıklanacaktır.

Yargıtay 12. Ceza Dairesi, 28.04.2014, E.2013/26087, K.2014/10205

Bu karar, Türk ceza hukukunda “ispat amacıyla kayıt” konusunda dönüm noktası niteliğindedir.
Sanık, çalıştığı bankada yöneticisinin kendisine hakaret ettiğini ispatlamak amacıyla, aleni olmayan bir toplantıda konuşmaları cep telefonu ile kaydetmiştir. Mahkeme, sanığın bu eylemini “başka türlü ispat olanağı bulunmadığı” ve “ani gelişen bir olay karşısında delil elde etme amacı taşıdığı” gerekçesiyle hukuka uygun kabul etmiştir. Yargıtay da, kişinin kendi hakkını korumak için yaptığı kayıtların, özel kastla (ispat niyetiyle) yapılması halinde suç teşkil etmeyeceğini, çünkü “hukuka aykırılık bilinciyle hareket etme” unsurunun bulunmadığını vurgulamıştır.

Bu karar, “zorunluluk hâli”ni ispat hakkının bir uzantısı olarak yorumlaması bakımından önemlidir. Böylece, bireylerin hakaret, tehdit veya şantaj gibi suçlara maruz kaldıklarında, kendilerini korumak için kayıt yapmaları cezalandırılmaktan çıkarılmıştır.

Yargıtay 12. Ceza Dairesi, 09.03.2016, E.2016/488, K.2016/4707

Bu karar, “boşanma davasında delil olarak sunulan ses kaydı” bağlamında verilmiştir.
Sanık, eşiyle yaptığı telefon görüşmesini, eşinin kendisine hakaret ve tehditte bulunduğu gerekçesiyle rızası olmadan kaydetmiş ve bu kaydı boşanma davasında delil olarak sunmuştur.
Yargıtay, bu eylemin “haberleşmenin gizliliğini ihlal” suçu kapsamına girmekle birlikte, sanığın hukuka aykırı hareket ettiği bilinciyle davranmadığına hükmetmiştir. Çünkü kayıt, üçüncü kişilerle paylaşılmamış, yalnızca mahkemeye sunulmuştur. Dolayısıyla mahkeme, bu tür kayıtların “ispat hakkının kullanımına yönelik” bir savunma aracı olarak değerlendirilebileceğini, failin cezalandırılmasının adalete erişim hakkıyla bağdaşmayacağını ifade etmiştir.

Bu karar, Yargıtay’ın 2014 kararındaki yaklaşımı medeni hukuk uyuşmazlıklarına da genişlettiğini göstermektedir.

Yargıtay 12. Ceza Dairesi, 15.12.2014, E.2014/10428, K.2014/25543

Bu kararda, taraflar arasında tartışma sırasında sanığın gizlice “anahtarlık kamera” ile ses ve görüntü kaydı alması değerlendirilmiştir. Sanık, eşinin kendisine hakaret ettiğini ileri sürmüş ve kayıtları Cumhuriyet Savcılığına delil olarak sunmuştur. Yargıtay, bu eylemin özel hayatın gizliliğini ihlal kapsamında değerlendirilebileceğini, ancak somut olayda meşru savunmaya benzer bir hukuka uygunluk nedeni bulunduğunu kabul etmiştir. Mahkeme, “sanığın kaybolma ihtimali bulunan delili muhafaza etmek ve kendisine yönelen haksız saldırıyı belgelemek amacıyla hareket ettiğini” belirterek beraat hükmünü onamıştır.

Bu içtihat, “orantılılık ilkesi”ni Türk ceza hukukunda ses ve görüntü kaydı tartışmasına açıkça dâhil etmiştir. Kayıt eyleminin amacı, yöntemi ve kapsamı; ihlalin ağırlığıyla orantılıysa, hukuka uygun kabul edilmektedir.

Ortak Değerlendirme

Bu üç karar birlikte incelendiğinde, Yargıtay’ın “iddiasını ispatlama amacıyla kayıt” eylemine yaklaşımı şu temel ilkelerle özetlenebilir:

  • İspat hakkı üstünlüğü: Başka türlü delil elde etme olanağı bulunmayan hâllerde, kayıt hukuka uygun kabul edilir.
  • Ani gelişen olay koşulu: Planlı, önceden tasarlanmış kayıtlar değil, spontan gelişen durumlar korunur.
  • Amaç sınırı: Kayıt yalnızca yargı makamına sunulmalı, kamuya açıklanmamalıdır.
  • Orantılılık ve gereklilik: Kayıt, saldırının ağırlığıyla orantılı olmalı; özel hayatın ihlali en düşük düzeyde tutulmalıdır.
  • Hukuka aykırılık bilinci: Failin eyleminde hukuka aykırılık bilinci yoksa kast unsuru da ortadan kalkar.

Bu ilkeler, TCK’nın 132 – 134. maddeleriyle Anayasa’nın 36. ve 20. maddeleri arasında denge kurma girişimi olarak değerlendirilebilir. Böylelikle Yargıtay, bireyin kendini savunma hakkını, cezalandırılabilir bir davranış olmaktan çıkararak hukukun meşru sınırları içine dâhil etmiştir.

Mukayeseli Hukukta İspat Amacıyla Ses ve Görüntü Kaydı

İddiasını ispatlama amacıyla kayıt alma” olgusu, yalnızca Türk hukukuna özgü bir tartışma değildir. Dijital teknolojilerin günlük hayata girmesiyle birlikte, birçok ülke hukukunda da benzer şekilde özel hayatın gizliliği ile ispat hakkı ve adalete erişim hakkı arasındaki denge sorunu gündeme gelmiştir. Bu bölümde, özellikle Anglo-Sakson ve Kıta Avrupası hukuk sistemlerinden seçilen örneklerle karşılaştırmalı bir çerçeve sunulmaktadır.

ABD Hukuku: Federal “One-Party Consent Rule” Yaklaşımı

Amerikan hukukunda ses kaydı yapılması, esas olarak eyalet düzeyinde düzenlenmekte olup federal düzeyde 18 U.S. Code §2511 (Wiretap Act) hükmü uygulanır. Bu hükme göre, bir iletişimin kaydedilebilmesi için en az bir tarafın rızası yeterlidir. Bu yaklaşım “one-party consent rule” olarak bilinir. Dolayısıyla, kişi iletişimin tarafı ise ve konuşmayı kendi savunması veya delil elde etme amacıyla kaydediyorsa, federal düzeyde suç işlemiş sayılmaz. Ancak 12 eyalette, aralarında Kaliforniya ve Florida’nın da bulunduğu bazı yerlerde “two-party consent rule” benimsenmiş olup, her iki tarafın rızası aranır.

ABD mahkemeleri, “meşru menfaat ve kamu yararı” ölçütünü dikkate alır. United States v. White (1971) kararında Yüksek Mahkeme, bir tarafın rızasıyla yapılan kayıtların delil olarak kullanılabileceğini onaylamıştır. Bununla birlikte, kaydın kamuya ifşa edilmesi veya ticari amaçla paylaşılması halinde kişisel mahremiyet ihlali doğar.

Bu çerçevede, ABD hukukunda ispat amacıyla kayıt yapmak genellikle hukuka uygun kabul edilmekte; ancak kayıtların paylaşımı, çoğaltılması veya ifşası cezai ve tazminat sorumluluğuna yol açmaktadır.

Birleşik Krallık Hukuku: Official Secrets Act ve “Reasonable Expectation of Privacy” Testi

İngiltere’de kişisel ses ve görüntü kayıtları, genel olarak Data Protection Act 2018 ve Human Rights Act 1998 kapsamında değerlendirilmektedir. Ayrıca, Regulation of Investigatory Powers Act (RIPA) 2000 hükümleri, gizlice dinleme ve izleme faaliyetlerini düzenler.

İngiliz mahkemeleri, Campbell v. MGN Ltd (2004) kararında bireyin özel hayatının korunmasında “reasonable expectation of privacy” testini geliştirmiştir. Buna göre, kişi makul olarak mahremiyet beklentisi içindeyse, rıza dışı kayıt hukuka aykırıdır. Ancak, Allan v. United Kingdom (AİHM, 2002) kararında olduğu gibi, bireyin adil yargılanma hakkı çerçevesinde kendisine yönelmiş bir haksızlığı belgelemek amacıyla kayıt yapması, “public interest in justice” (adalet için kamu yararı) kapsamında meşru sayılabilir.

Dolayısıyla İngiltere’de, kişisel kayıtlar özel yaşamı koruma ilkesi ve adalet için kamu yararı arasında orantılılık testine tabi tutulur. Bu yaklaşım, Türk hukukunda Yargıtay’ın geliştirdiği “zorunluluk hâli” yorumuyla büyük ölçüde paralellik göstermektedir.

Almanya Hukuku: Strafgesetzbuch (StGB) §201 ve §201a

Almanya’da ses kaydı alma fiili, StGB §201 hükmüyle “Verletzung der Vertraulichkeit des Wortes” (sözün gizliliğini ihlal) başlığı altında suç sayılmıştır. Buna göre, rızası olmaksızın özel bir konuşmayı kaydeden kişi, bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Ayrıca, §201a maddesi görüntü kayıtlarını düzenlemekte ve “özel alanda çekilen görüntülerin rıza dışı kaydedilmesi veya üçüncü kişilere iletilmesini” cezalandırmaktadır.

Ancak Alman Federal Mahkemesi (Bundesgerichtshof – BGH), 2018 tarihli bir kararında (BGH 2018, 286) önemli bir içtihat oluşturmuştur. Kararda, bir çalışanın, iş yerinde amirinin kendisine yönelik sistematik mobbing ve hakaretlerini gizlice kaydetmesi değerlendirilmiştir. BGH, kayıt eylemini “objektif olarak hukuka aykırı” saymakla birlikte, işçinin ağır bir haksızlığa maruz kalması ve başka delil elde etme olanağının bulunmaması halinde cezalandırmanın orantısız olacağını belirterek, “gereklilik savunması (rechtfertigender Notstand)” kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini kabul etmiştir.

Bu yaklaşım, Türk Ceza Kanunu’ndaki “zorunluluk hâli” ile benzer bir işlev görmektedir ve bireyin meşru savunma sınırları içinde delil toplamasına olanak tanımaktadır.

Karşılaştırmalı Değerlendirme

Karşılaştırmalı hukuk analizi göstermektedir ki, hem Anglo-Sakson hem Kıta Avrupası sistemleri, bireyin kendisine yönelen haksız bir fiili belgelemek amacıyla kayıt yapmasını, mutlak biçimde cezalandırmak yerine koşullu olarak meşrulaştırmaktadır. Bu bağlamda şu ortak ilkeler öne çıkar:

  • Amaçsal sınır: Kayıt yalnızca meşru savunma veya yargısal süreç için yapılmalıdır.
  • Zorunluluk ölçütü: Başka delil elde etme olanağı bulunmadığında izin verilebilir.
  • Orantılılık ilkesi: İhlalin ağırlığı ile kayıt eylemi arasında makul bir denge olmalıdır.
  • Kamu yararı istisnası: Adaletin sağlanması veya ağır hak ihlallerinin önlenmesi durumunda kayıt meşru sayılabilir.

Bu ölçütler, Türk hukukunun Yargıtay içtihatlarıyla geliştirdiği üçlü denetim mekanizması (ani olay, başka delil yokluğu, yalnızca yargısal sunum) ile büyük ölçüde örtüşmektedir.

Eleştirel Değerlendirme: Hukuk Devleti, Delil Yasakları ve Dijital Çağda Denge Arayışı

İspat amacıyla ses veya görüntü kaydı alınması, bireyin adalete erişim hakkı ile özel hayatın gizliliği arasındaki en hassas denge noktalarından birini oluşturmaktadır. Türk hukuk sisteminde bu konu, özellikle Yargıtay içtihatları arasındaki yorum farklılıkları ve dijital çağın getirdiği yeni veri ortamları nedeniyle daha da karmaşık hale gelmiştir. Bu bölümde, mevcut uygulamadaki çelişkiler, temel haklara ilişkin riskler ve gelişen teknolojinin doğurduğu yeni hukuki sorunlar eleştirel biçimde analiz edilmektedir.

Yargıtay İçtihatlarında Yorum Farklılıkları: Dar Yaklaşım – Geniş Yaklaşım

Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 2014 ve 2016 yıllarındaki kararları, ispat hakkını koruyan geniş yorum yönünde ilerlemiştir. Bu kararlarda, “başka türlü delil elde edilememesi” koşulu mevcutsa, kayıt eylemi hukuka uygun kabul edilmiştir.

Ancak bazı daireler (örneğin 2020 sonrası 8. ve 9. Ceza Daireleri), bu içtihadı daraltma eğilimi göstermiştir. Bu kararlar, “kaydın planlı olması”, “olayın spontan gelişmemesi” veya “mahremiyet alanına fazlaca müdahale edilmesi” gerekçeleriyle cezai sorumluluk tesis etmiştir.

Bu durum, belirlilik ilkesi ve hukuki öngörülebilirlik açısından sorunludur. Vatandaş hangi durumda kayıt yapabileceğini, hangi durumda suç işlemiş sayılacağını öngörememektedir. Bu belirsizlik, Ceza Hukuku’nun temel ilkelerinden biri olan nullum crimen sine lege certa ilkesine zarar vermektedir.

Özel Kastın Yorumu ve Basın – İfade Özgürlüğüyle Çatışma

Yargıtay, hukuka uygun kayıt için “ispat amacı” veya “meşru savunma” kastının varlığını aramaktadır. Ancak uygulamada bu kastın ispatı oldukça güçtür. Failin niyetinin delillendirilmesi, çoğu zaman subjektif değerlendirmelere dayanmaktadır.

Bu durum, özellikle gazetecilik faaliyetleri veya ifade özgürlüğü bağlamında sorun yaratmaktadır. Basın mensupları veya aktivistler, kamu yararına bir ihlali belgelemek isterken, “gizli kayıt” gerekçesiyle cezai soruşturmaya maruz kalabilmektedir. AİHM’in Peck v. United Kingdom ve Antović and Mirković v. Montenegro kararlarında vurguladığı üzere, kamusal yarar bulunan olaylarda kayıt yasağı mutlak değildir; kamu gözetimi altındaki fiillerin belgelenmesi ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilebilir.

Bu çerçevede, Türk hukukunda “özel kastın” aşırı katı yorumlanması, kamusal denetim işlevini zayıflatmakta ve ifade özgürlüğü ile şeffaflık ilkesi bakımından risk yaratmaktadır.

Dijital Araçların Artışı ve “Sır Niteliği”nin Belirsizleşmesi

Günümüzde ses ve görüntü kaydı, yalnızca cep telefonlarıyla değil; giyilebilir cihazlar, akıllı saatler, gözetim sistemleri ve sosyal medya uygulamaları üzerinden kolaylıkla yapılabilmektedir. Bu durum, “aleni olmayan konuşma” ve “özel alan” kavramlarını bulanıklaştırmıştır. Türk Ceza Kanunu’nun 133. maddesi, 2004 tarihli olup bugünün dijital gerçekliğini yansıtmamaktadır.

Yargıtay da bu konuda sistematik bir yaklaşım geliştirememiştir. Aynı eylem, bir mahkemece “ispat hakkı kapsamında meşru”, diğerince “özel hayatın gizliliğini ihlal” olarak değerlendirilebilmektedir. Bu tutarsızlık, dijital çağda bireyin kendini koruma hakkı ile veri koruma yükümlülüğü arasında gri bir alan yaratmaktadır.

Usul Güvenceleri, Delil Yasakları ve Hukuk Güvenliği

Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 217. maddesi, yalnızca “hukuka uygun elde edilen delillerin” hükme esas alınabileceğini belirtir. Ancak “hukuka aykırı delil” kavramı da mutlak değildir. AİHM ve Anayasa Mahkemesi içtihatları, adil yargılanma hakkı kapsamında bazı delillerin “şeklen aykırı ama maddi gerçeği ortaya koymaya elverişli” olması durumunda dikkate alınabileceğini kabul etmektedir. Örneğin, Anayasa Mahkemesi’nin B.Y. (2015/19004) kararında, davacının iddiasını ispat için yaptığı ses kaydı delil olarak kabul edilmiştir. Bu tür kararlar, hukuk güvenliği açısından yeni bir paradigma oluşturmakta; “delil yasaklarının mutlaklığı” anlayışını yumuşatmaktadır. Ancak bu eğilim, aynı zamanda savcı ve hâkimlere geniş takdir yetkisi tanıyarak keyfilik tehlikesini de artırmaktadır. 

Değerlendirme ve Sorun Alanları

Yukarıdaki analizden çıkan temel eleştiriler şu şekilde özetlenebilir:

  • Belirsiz sınırlar: Hukuka uygun kayıt ile suç teşkil eden kayıt arasında net ayrım yoktur.
  • Yargı içtihatlarının dağınıklığı: Daireler arası yorum farkı hukuki öngörülebilirliği zedelemektedir.
  • Dijital norm eksikliği: Mevcut kanun maddeleri, yeni teknolojik araçları kapsayamamaktadır.
  • Orantılılık eksikliği: Kayıt eyleminin amacı ve ihlal ettiği menfaat arasında denge kurulmadan cezalandırma yapılabilmektedir.
  • Haklar arası çatışma: İspat hakkı, özel hayatın gizliliği ve ifade özgürlüğü arasında açık bir önceliklendirme yapılmamıştır.

Sonuç ve Öneriler

Türk hukukunda “iddiasını ispatlama amacıyla ses veya görüntü kaydı alma” eylemi, hem özel hayatın gizliliği hem de adil yargılanma hakkı bakımından çift yönlü bir hassasiyet taşır. Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi kararları, son yıllarda bireyin hak arama özgürlüğü lehine bir eğilim göstermiş olsa da, mevcut düzenleme hâlâ belirsizlikler ve uygulama farklılıkları içermektedir. Dijital çağda delil elde etmenin kolaylaştığı ancak gizlilik ihlali risklerinin de arttığı dikkate alındığında, kanun koyucu ve yargı mercileri için sistematik bir çerçeveye duyulan ihtiyaç açıktır.

TCK m.133’ün Güncellenmesi Gereği

Türk Ceza Kanunu’nun 133. maddesi, 2005 yılında yürürlüğe girmiş olup, bugünün dijital iletişim teknolojilerini ve veri ekosistemini yansıtmamaktadır. Cep telefonu, sosyal medya, çevrim içi toplantı, bulut sistemleri veya yapay zekâ temelli kayıt araçlarının hiçbirini dikkate almamaktadır.
Bu nedenle, madde metninin aşağıdaki unsurları kapsayacak şekilde güncellenmesi önerilebilir:

  • Dijital ortam tanımı: “Her türlü elektronik iletişim, çevrim içi platform veya kayıt cihazı” ifadesiyle kapsam genişletilmelidir.
  • Amaçsal ayrım: İspat veya meşru savunma amacıyla yapılan kayıtlar, cezai sorumluluktan hariç tutulmalıdır.
  • Orantılılık ve kamu yararı istisnası: AİHM içtihadına paralel biçimde, adalet için kamu yararı taşıyan kayıtlar hukuka uygun sayılmalıdır.

Bu değişiklik, hem bireylerin kendini savunma hakkını hem de mağduriyetlerin belgelenmesini güvence altına alacaktır.

İddia ve Savunma İçin Pratik Kriterler

Yargısal uygulamada birlik sağlamak amacıyla, savcı ve hâkimlerin kayıt eylemlerini değerlendirirken aşağıdaki kriterleri sistematik biçimde kullanmaları önerilir:

  • Delil zorunluluğu: Kayıt dışında başka bir delil elde etme imkânı var mı?
  • Olayın niteliği: Eylem ani gelişen bir olay mı, yoksa planlı mı?
  • Kastın yönü: Fail, ispat veya meşru savunma amacıyla mı hareket etti?
  • Kapsam ve sınır: Kayıt, yalnızca olayla sınırlı mı, yoksa geniş kapsamlı bir izleme mi içeriyor?
  • Kullanım amacı: Kayıt yalnızca yargısal sürece mi sunuldu, yoksa ifşa mı edildi?

Bu kriterler, hem orantılılık ilkesinin somutlaşmasını sağlar hem de hukuka uygunluk değerlendirmesini nesnelleştirir.

Hukuk Devleti Açısından Güvenlik – Özgürlük Dengesi

İspat amacıyla kayıt meselesi, hukuk devletinin temel denklemini oluşturan güvenlik – özgürlük çatışmasının tipik bir örneğidir. Kayıt yasağının mutlak yorumu, bireyi korumasız bırakır; sınırsız kayıt özgürlüğü ise mahremiyetin sonunu getirir. Dolayısıyla, çözüm dengeyi sağlamakta yatar:

  • Kayıt, meşru amaçla, sınırlı kapsamda ve yetkili makamlara sunulmak üzere yapılmalıdır.
  • Bu şartları taşıyan kayıtlar, hukuka uygun delil olarak kabul edilmelidir.
  • Keyfi kayıt veya ifşa durumlarında ise, özel hayatın gizliliği etkin biçimde korunmalıdır.

Yargıtay’ın son on yıldaki içtihat çizgisi, bu dengenin kademeli biçimde kurulmaya başladığını göstermektedir. Ancak bu dengenin içtihattan kanuna taşınması gerekmektedir.

Mevzuat ve Eğitim Önerileri

  • CMK ve TCK’da revizyon: Hukuka uygun delil kavramı, ispat hakkı bağlamında açıkça tanımlanmalıdır.
  • Yargı mensuplarına eğitim: Dijital kayıtların delil değeri ve hukuka uygunluk kriterleri konusunda özel eğitim programları hazırlanmalıdır.
  • Vatandaş bilgilendirmesi: Barolar ve hukuk büroları, bireylere hangi durumlarda kayıt yapabilecekleri konusunda bilgilendirici rehberler yayımlamalıdır.
  • Veri koruma eşgüdümü: Kişisel Verileri Koruma Kurumu (KVKK) ve yargı organları arasında işbirliği sağlanarak, kayıtların korunması ve paylaşımı düzenlenmelidir.

Sonuç olarak, Türk hukukunda ispat amacıyla ses veya görüntü kaydı alma eylemi, hukuka uygunluk ve meşru savunma gerekçeleriyle sınırlı olarak cezai sorumluluktan arındırılmalıdır.
Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarında şekillenen “başka türlü ispat olanağı bulunmayan hâller” yaklaşımı, artık dijital çağın gereklerine göre kanun düzeyinde kurumsallaştırılmalıdır. Böyle bir düzenleme, hem bireyin hak arama özgürlüğünü, hem de toplumun özel hayatın gizliliği beklentisini koruyacak; aynı zamanda hukuk devletinin temeli olan adalet ve güvenlik dengesini güçlendirecektir.

© 2025 Prof. Dr. Vahit Bıçak / Bıçak Hukuk Bürosu – Tüm hakları saklıdır.

Referans: Bıçak, Vahit (2025) “İddiasını İspat Amaçlı Ses ve Görüntü Kaydı”, Bıçak Hukuk Bürosu Blogu, https://www.bicakhukuk.com/kendisine-hakaret-edenin-konusmasini-telefonuna-kaydetmek/, s…, Erişim Tarihi: …

/ Ceza Hukuku, Delil Hukuku, Görüşler / Düşünceler, Görüşler / Düşünceler / Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Comments

No comments yet.

Send Comment