Hakaret suçu, Türk ceza hukukunda uzun süredir ifade özgürlüğü ile cezalandırma yetkisi arasındaki gerilimin merkezinde yer almaktadır. 11. Yargı Paketi ile hakaret suçunun önödeme kapsamına alınması, ceza hukukunun bu alandan kademeli olarak geri çekildiğini gösteren önemli bir gelişmedir. Önödeme kurumu, devletin hakaret fiilleri bakımından klasik ceza yargılamasının zorunlu olmadığı yönündeki örtük kabulünü yansıtmaktadır. Ancak fiilin hâlen suç olarak tanımlanması, normatif bir tutarsızlık ve anayasal bir gerilim yaratmaya devam etmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin E.2024/197, K.2025/86 sayılı kararı, hakaret suçuna ilişkin parçalı ve ayrımcı usul rejimlerinin eşitlik ve kanunilik ilkeleri bakımından sorunlu olduğunu açıkça ortaya koymuştur. Bu gelişmeler, hakaret suçunun ceza hukukunda tutulmasının giderek meşruiyetini kaybettiğini göstermektedir. Şeref ve saygınlığın korunması elbette meşru bir amaçtır; ancak bu koruma ceza tehdidiyle değil, medeni hukuk ve haksız fiil mekanizmalarıyla sağlanmalıdır. Sonuç olarak hakaret, ceza hukuku alanından çıkarılarak ifade özgürlüğüyle daha uyumlu ve orantılı bir hukuk rejimi içinde yeniden konumlandırılmalıdır.
Hakaret Suçu, Önödeme ve İfade Özgürlüğü
Ceza hukuku, bireyin temel hak ve özgürlüklerine en ağır şekilde müdahale eden hukuk alanıdır. Bu nedenle modern hukuk sistemlerinde ceza tehdidine başvurulması, ancak zorunlu, son çare ve orantılı olduğu ölçüde meşru kabul edilmektedir. Buna rağmen, Türk ceza hukukunda uzun yıllardır uygulamada olan hakaret suçu, bu temel ilkelere uygunluğu en fazla tartışılması gereken suç tiplerinden biri olmayı sürdürmektedir.
Hakaret, doğası gereği ifade özgürlüğüyle doğrudan temas hâlindedir. Sert, rahatsız edici, kırıcı veya incitici sözler, çoğu zaman kamusal tartışmanın, hukuki savunmanın, siyasal eleştirinin ya da toplumsal muhalefetin bir parçası olarak ortaya çıkar. Ceza hukuku tehdidinin bu alanda sürekli ve kolaylıkla devreye sokulması ise, yalnızca bireylerin onurunu korumakla kalmamakta; aynı zamanda ifade özgürlüğü üzerinde caydırıcı ve bastırıcı bir etki yaratmaktadır. Bu durum, demokratik toplum düzeni bakımından ciddi bir sorun alanı oluşturmaktadır.
Son yıllarda yapılan yasal değişiklikler, kanun koyucunun da bu gerilimi fark ettiğini göstermektedir. Kamuoyunda “11. Yargı Paketi” olarak bilinen düzenlemelerle birlikte, hakaret suçunun önödeme kapsamına alınması, ceza hukukunun bu alandan kısmen geri çekilmesi yönünde atılmış olumlu bir adım olarak değerlendirilebilir. Önödeme, devletin cezalandırma yetkisinden vazgeçtiğini ve uyuşmazlığın ceza yargılaması dışında çözümlenmesini kabul ettiğini göstermektedir.
Ancak bu adım, yeterli değildir. Hakaret fiilinin hâlen “suç” olarak tanımlanması, ceza tehdidinin potansiyel olarak varlığını sürdürmesi ve bireyin ceza yargılamasına muhatap olma riskinin devam etmesi anlamına gelmektedir. Oysa çağdaş hukuk anlayışı açısından asıl tartışılması gereken mesele, hakaretin hangi usul rejimine tabi olacağı değil; hakaretin ceza hukuku alanında yer almasının hâlen gerekli olup olmadığıdır.
Bu yazıda savunulan temel yaklaşım şudur: Hakaret, ceza hukukunun konusu olmaktan, yanı suç olmaktan, çıkarılmalı; kişilik hakkı ihlali olarak medeni hukuk ve haksız fiil rejimi içinde ele alınmalıdır. Önödeme düzenlemesi, bu yönde atılmış doğru fakat geçici bir ara adımdır. Kalıcı ve özgürlükçü çözüm ise, hakaretin suç olmaktan çıkarılması ve ifade özgürlüğü ile kişilik hakları arasındaki dengenin ceza tehdidi dışında kurulmasıdır. Bu çerçevede yazıda; hakaret suçunun ceza hukuku içindeki konumu, önödeme kurumunun anlamı, 11. Yargı Paketi ile getirilen değişiklikler ve anayasal denetimin ortaya koyduğu yapısal sorunlar ele alınacak; nihai olarak hakaretin ceza hukukundan medeni hukuka taşınması gerektiği savunulacaktır.
Tarihsel ve Teorik Konum
Hakaretin ceza hukuku kapsamında düzenlenmesi, modern ceza hukukunun değil; büyük ölçüde otorite merkezli, onur temelli ve hiyerarşik toplum yapılarının ürünüdür. Tarihsel olarak hakaret, bireyin soyut kişilik değerlerinden ziyade, toplumsal statüsüne, onuruna ve özellikle kamusal saygınlığına yönelmiş bir saldırı olarak görülmüş; bu nedenle devletin cezalandırma yetkisiyle doğrudan ilişkilendirilmiştir.
Tarihsel Arka Plan: Onurun Devlet Tarafından Korunması
Klasik ceza hukuku sistemlerinde “onur” kavramı, bireysel bir kişilik hakkı olmaktan çok, toplumsal düzenin ve hiyerarşinin bir unsuru olarak ele alınmıştır. Bu nedenle hakaret fiilleri, yalnızca mağdurun değil, dolaylı olarak toplumsal barışın ve kamusal otoritenin ihlali şeklinde değerlendirilmiştir. Özellikle kamu görevlilerine, yöneticilere veya belirli sosyal gruplara yönelik hakaretlerin daha ağır yaptırımlara bağlanması, bu yaklaşımın açık bir yansımasıdır.
Bu anlayış, uzun süre ceza hukukunun temel varsayımlarından biri olarak kabul edilmiştir. Ancak birey merkezli hak anlayışının gelişmesiyle birlikte, hakaretin bu tarihsel konumu giderek sorgulanmaya başlanmıştır.
Modern Ceza Hukuku Açısından Hakaretin Sorunlu Niteliği
Modern ceza hukuku, zarar ilkesi, son çare (ultima ratio) ilkesi ve orantılılık prensibi üzerine kuruludur. Bu ilkeler uyarınca, bir fiilin suç olarak tanımlanabilmesi için:
- Topluma yönelik ciddi ve somut bir zarar doğurması,
- Ceza hukuku dışında etkili biçimde korunamayan bir hukuki değeri ihlal etmesi,
- Daha hafif hukukî araçlarla giderilemeyecek bir tehlike yaratması
gerekmektedir. Hakaret fiili bu ölçütler açısından değerlendirildiğinde, ceza hukukunun alanına zorunlu olarak dâhil edilmesi gereken bir davranış türü olarak karşımıza çıkmamaktadır. Zira hakaret:
- Fiziksel bir zarar doğurmaz,
- Kamu güvenliğini doğrudan tehdit etmez,
- Toplumsal düzeni bozucu etkisi çoğu zaman dolaylı ve soyuttur,
- Büyük ölçüde kişisel algı, bağlam ve ifade biçimi ile şekillenir.
Bu yönleriyle hakaret, ceza hukukunun tipik konusu olan şiddet, tehlike veya ağır zarar fiillerinden ayrılmaktadır.
Hakaret – İfade Özgürlüğü Gerilimi
Hakaret suçunun ceza hukukundaki en problemli yönü, ifade özgürlüğüyle kaçınılmaz çatışmasıdır. İfade özgürlüğü, yalnızca “zararsız” veya “hoş” ifadeleri değil; aynı zamanda rahatsız edici, sert, kırıcı ve şoke edici ifadeleri de kapsar. Demokratik bir toplumda kamusal tartışma, eleştiri ve muhalefet tam da bu tür ifadeler üzerinden gelişir.
Ceza tehdidi altında kalan ifade ise, çoğu zaman hiç ortaya çıkmaz. Bu durum, ceza hukukunun fiilî sonucunun yalnızca “hakareti cezalandırmak” değil, ifade özgürlüğünü bastırmak olmasına yol açar. Özellikle sosyal medya çağında, geniş kitlelere hitap eden her eleştirel söylemin potansiyel bir ceza soruşturmasına dönüşebilmesi, bu caydırıcı etkinin boyutlarını daha da artırmıştır.
Ceza Hukukundan Medeni Hukuka Geçiş Tartışmaları
Bu nedenlerle, karşılaştırmalı hukukta uzun süredir hakaretin ceza hukuku alanından çıkarılması veya ceza yaptırımının istisnai hâle getirilmesi yönünde güçlü bir eğilim bulunmaktadır. Birçok hukuk sisteminde hakaret, esasen:
- Kişilik hakkı ihlali,
- Manevi zarar,
- Haksız fiil
çerçevesinde ele alınmakta; devletin rolü cezalandırıcı değil, dengeleyici ve telafi edici bir nitelik kazanmaktadır. Bu yaklaşımda amaç, mağdurun onurunu korurken ifade özgürlüğünü bastırmamak; çatışmayı ceza tehdidiyle değil, hukukî denge araçlarıyla çözmektir.
Ceza Kanunundaki Mevcut Yapı: Diriye Hakaret – Ölüye Hakaret
TCK’nda hakaret, tek bir suç tipi olarak değil; farklı mağdur statülerine ve farklı korunmak istenen hukuki değerlere göre ayrıştırılmış biçimde düzenlenmiştir. Bu bağlamda Kanun koyucu, yaşayan kişiye yönelen hakaret ile ölünün hatırasına yönelen hakareti ayrı maddelerde ele almış; böylece hakaret suçunun ceza hukuku içindeki konumunu daha da karmaşık bir hâle getirmiştir.
Diriye Hakaret: TCK m. 125 ve Korunan Hukuki Değer
TCK m. 125’te düzenlenen hakaret suçu, yaşayan bir kişinin onur, şeref ve saygınlığını korumayı amaçlamaktadır. Maddede hakaret, “somut bir fiil veya olgu isnadı” ya da “sövme” biçiminde tanımlanmış; fiilin hangi araçlarla işlendiğine, aleniyetine ve mağdurun statüsüne göre farklı nitelikli hâller öngörülmüştür. Bu düzenlemede dikkat çeken husus, korunan hukuki değerin tamamen sübjektif ve soyut nitelik taşımasıdır. Onur ve saygınlık, kişiden kişiye değişen; kültürel, sosyal ve bağlamsal unsurlara son derece açık kavramlardır. Buna rağmen bu değerlerin ihlali, doğrudan ceza yaptırımına bağlanmıştır.
Özellikle ifade özgürlüğü bağlamında sorunlu olan nokta, hakaretin eleştiri, sert ifade ve rahatsız edici söylem ile arasındaki sınırın son derece belirsiz olmasıdır. Bu belirsizlik, uygulamada ceza soruşturmalarının genişlemesine ve ceza tehdidinin caydırıcı bir araç hâline gelmesine yol açmaktadır.
Ölüye Hakaret: TCK m. 130
Ölüye hakaret suçu ise TCK m. 130’da düzenlenmiş ve sistematik olarak diriye hakaretten ayrılmıştır. Bu ayrım, ilk bakışta teknik bir tercih gibi görünse de, ceza hukukunun temel ilkeleri açısından ciddi soruları beraberinde getirmektedir.
Ölü, artık hak ehliyetine sahip değildir. Dolayısıyla TCK m. 130’da korunan hukuki değer, doğrudan ölen kişinin kişilik hakları değildir. Kanun koyucu burada:
- Ölenin hatırasını,
- Yakınlarının manevi duygularını,
- Toplumsal saygı ve ahlak anlayışını
dolaylı olarak korumayı amaçlamaktadır. Bu durum, ceza hukukunun birey merkezli yapısıyla tam olarak örtüşmemektedir. Zira fiilin doğrudan mağduru olmayan bir “değer” adına ceza tehdidine başvurulması, hakaret suçunun zaten tartışmalı olan meşruiyetini daha da zayıflatmaktadır.
Diri – Ölü Ayrımı Üzerinden Ortaya Çıkan Sistematik Tutarsızlıklar
Diriye ve ölüye hakaretin ayrı maddelerde düzenlenmesi, yüzeysel olarak sistematik bir netlik sağlıyor gibi görünse de, derinlemesine incelendiğinde ceza hukukunun koruma mantığıyla bağdaşmayan sonuçlar doğurmaktadır.
Bir tarafta, yaşayan bir bireyin onurunun ceza tehdidiyle korunması; diğer tarafta artık hukuki kişiliği bulunmayan bir varlığın hatırasının yine ceza tehdidiyle korunması söz konusudur. Bu yaklaşım, ceza hukukunun asli fonksiyonunun somut toplumsal zararları önlemek olduğu yönündeki modern anlayışla çelişmektedir.
Ayrıca uygulamada, ölüye yönelik sert tarihsel eleştiriler, akademik değerlendirmeler veya kamusal tartışmaların dahi ceza soruşturmasına konu olabilmesi, ifade özgürlüğü bakımından daha ağır sonuçlar doğurabilmektedir. Bu durum, hakaret suçunun yalnızca bireysel onuru değil, kamusal tartışma alanını da sınırlayan bir araç hâline geldiğini göstermektedir.
Mevcut Yapının Önödeme ve Reform Tartışmaları Açısından Önemi
Hakaret suçunun hem diriye hem de ölüye ilişkin biçimde ceza hukuku içinde tutulması, önödeme gibi yumuşatıcı mekanizmaların neden gündeme geldiğini de açıklamaktadır. Kanun koyucu, bu suç tipini tamamen sistem dışına çıkarmak yerine, ceza yargılamasının etkilerini azaltacak ara çözümler üretme yoluna gitmiştir.
Ancak bu yaklaşım, hakaretin ceza hukuku içindeki temel varlık nedenini sorgulamaktan kaçınmak anlamına gelmektedir. Önödeme, geçici bir rahatlama sağlasa da, suçun kendisine yöneltilen teorik ve anayasal eleştirileri ortadan kaldırmamaktadır.
Sistematik Tutarsızlıklar
Hakaret suçunun diriye ve ölüye karşı işlenmesi, Türk Ceza Kanunu’nda ayrı maddelerde düzenlenmiş olsa da, her iki suç tipinde de korunan hukuki değer aynıdır: kişinin – diri ya da ölü – şeref ve saygınlığı. Buna rağmen 11. Yargı Paketi ile yalnızca diriye karşı hakaret suçunun önödeme kapsamına alınması, ölüye karşı hakaret suçunun ise bu kapsam dışında bırakılması, ceza hukuku sistematiği açısından ciddi bir tutarsızlık yaratmaktadır. Aynı bölümde yer alan, aynı hukuki değeri koruyan ve benzer nitelikteki fiiller arasında usul rejimi bakımından yapılan bu ayrımın, nesnel ve makul bir gerekçeye dayandığını söylemek güçtür.
Önödeme Kurumu: Hukuki Niteliği
Önödeme kurumu, Türk ceza hukukunda klasik yargılama mantığının dışına çıkan, kovuşturmanın mecburiliği ilkesini sınırlayan istisnai mekanizmalardan biridir. Bu kurum, yalnızca bir usul kolaylığı olarak değil; ceza hukukunun hangi fiilleri gerçekten “cezalandırmaya değer” gördüğüne dair normatif bir tercih olarak değerlendirilmelidir.
Önödemenin Kavramsal Çerçevesi ve Temel İşlevi
Önödeme, belirli suçlar bakımından failin, kanunda öngörülen parasal miktarı süresi içinde ödemesi hâlinde kamu davasının açılmaması veya açılmış davanın düşmesi sonucunu doğuran bir kurumdur. Bu yönüyle önödeme:
- Suç işlendiği iddiasını ortadan kaldırmaz,
- Failin hukuka aykırı fiilini “meşru” hâle getirmez,
- Ancak devletin cezalandırma iddiasından vazgeçmesini sağlar.
Dolayısıyla önödeme, maddi ceza hukuku ile ceza muhakemesi hukukunun kesişim noktasında yer alan karma nitelikli bir kurumdur.
Önödeme ve Kovuşturmanın Mecburiliği İlkesine Getirilen İstisna
Türk ceza muhakemesi sistemi, kural olarak kovuşturmanın mecburiliği ilkesini benimser. Yani suç şüphesinin yeterli görülmesi hâlinde devletin ceza davası açma yükümlülüğü vardır. Önödeme ise bu ilkenin açık bir istisnasıdır. Bu istisna, ceza hukukunun şu temel soruyu sormaya başladığını gösterir: Her hukuka aykırı fiil, mutlaka ceza yargılamasına mı konu edilmelidir?
Önödeme, devletin şu kabulüyle anlam kazanır: Bazı fiiller vardır ki, bunlar bakımından yargılama yapmak, mahkûmiyet kararı vermek ve ceza infaz etmek, toplumsal fayda açısından zorunlu değildir.
Önödeme Kurumunun Ceza Politikası Açısından Anlamı
Önödemenin varlığı, ceza hukukunun son çare (ultima ratio) olması gerektiği yönündeki modern anlayışla doğrudan ilişkilidir. Bu kurum sayesinde:
- Mahkemelerin iş yükü azaltılmakta,
- Fail, ceza yargılamasının stigmatize edici etkilerinden korunmakta,
- Devlet, sınırlı cezalandırma kaynaklarını daha ağır suçlara yönlendirmektedir.
Bu noktada önödeme, cezanın ahlaki ve toplumsal meşruiyetinin zayıfladığı alanlarda devreye sokulan bir dengeleme aracıdır.
Hakaret Suçu Bakımından Önödemenin Özel Anlamı
Hakaret suçunun önödeme kapsamına alınması, teknik bir düzenlemeden çok daha fazlasını ifade eder. Bu tercih, kanun koyucunun örtük olarak şu tespiti yaptığını göstermektedir: Hakaret fiilleri, her durumda klasik ceza yargılamasını ve ceza yaptırımını gerektirecek ağırlıkta değildir. Bu kabul son derece önemlidir. Zira hakaret suçu, uzun yıllar boyunca ifade özgürlüğü ile çatışma hâlinde olan, soruşturma ve kovuşturma sayıları bakımından ceza sistemini ciddi biçimde meşgul eden bir suç tipi olmuştur.
Önödeme ile birlikte devlet, hakaret fiilini işleyen kişiyle cezalandırıcı değil, parasal ve idari nitelikte bir ilişki kurmayı tercih etmektedir. Bu tercih, hakaret suçunun ceza hukuku içindeki konumunun aşamalı olarak zayıflatıldığını göstermektedir.
Önödemenin Sınırları ve Yapısal Sorunları
Her ne kadar önödeme, ceza yargılamasının sertliğini azaltan bir mekanizma olsa da, yapısal bir çelişki barındırmaktadır. Çünkü:
- Fiil hâlen “suç” olarak tanımlanmakta,
- Fail hâlen ceza tehdidi altında tutulmakta,
- Sadece bu tehdidin sonuçları yumuşatılmaktadır.
Bu durum, özellikle hakaret suçu bakımından şu soruyu kaçınılmaz hâle getirir: Ceza tehdidi gereksiz görülüyorsa, neden suç tanımı muhafaza edilmektedir? Önödeme, bu soruya doğrudan cevap vermemekte; yalnızca sistemi geçici olarak rahatlatmaktadır.
Değerlendirme: Önödeme Bir Çözüm mü, Geçiş Aracı mı?
Önödeme kurumu, hakaret suçu bağlamında nihai bir çözüm değil, açıkça bir geçiş mekanizmasıdır. Ceza hukukunun, ifade özgürlüğüyle sürekli çatışan bu alanı tamamen sistem dışına çıkarmak yerine, adım adım yumuşatma yolunu tercih ettiğini göstermektedir. Bu nedenle önödeme, hakaret suçunun geleceği açısından şu mesajı taşır: Ceza hukukunun bu alandaki geri çekilişi başlamıştır, ancak henüz tamamlanmamıştır.
11. Yargı Paketiyle Hakaret Suçunun Önödeme Kapsamına Alınması
11. Yargı Paketi olarak kamuoyuna yansıyan ve 24 Aralık 2025 tarihinde kabul edilerek yürürlüğe giren yasal düzenleme, hakaret suçunun ceza hukukundaki konumuna ilişkin uzun süredir devam eden tartışmalarda kritik bir kırılma noktası oluşturmuştur. Bu paketle birlikte hakaret suçunun belirli görünümleri önödeme kapsamına alınmış, böylece devletin bu fiillere yönelik cezalandırma yaklaşımı yapısal olarak yumuşatılmıştır.
Düzenlemenin Normatif Anlamı: Ceza Politikasında Sessiz Bir Geri Çekiliş
Hakaret suçunun önödeme kapsamına alınması, salt teknik bir muhakeme değişikliği olarak okunamaz. Bu tercih, kanun koyucunun şu temel kabulünü yansıtmaktadır: Hakaret fiilleri, çoğu durumda klasik ceza yargılamasını, mahkûmiyet kararını ve ceza infazını zorunlu kılacak ağırlıkta toplumsal zarar üretmemektedir.
Bu kabul, ceza hukukunun “son çare” olması gerektiğine ilişkin evrensel ilkeyle uyumludur. Devlet, hakaret suçunu tamamen sistem dışına çıkarmamakla birlikte, cezalandırma iddiasını geri plana itmiş, yargılamayı zorunlu olmaktan çıkarmıştır.
Anayasa Mahkemesi Kararının Ortaya Koyduğu Çerçeve
Anayasa Mahkemesi, 27 Mart 2025 tarihli ve E.2024/197, K.2025/86 sayılı kararında, hakaret suçunun önödeme kapsamına alınmasına ilişkin düzenlemeleri eşitlik ilkesi ve suçta – cezada kanunilik bağlamında ayrıntılı biçimde incelemiştir. Mahkeme özellikle şu iki noktaya açık biçimde işaret etmiştir:
Birincisi, hakaret suçunun farklı görünümleri arasında – korunan hukuki değer, fiilin niteliği ve ceza tehdidi bakımından – nesnel ve makul bir ayrım yapılmadıkça, önödeme rejiminin parçalı biçimde uygulanmasının eşitlik ilkesini ihlal edeceğidir.
İkincisi, önödeme ve uzlaştırma gibi alternatif çözüm yollarının, sadece usul hukuku araçları değil; aynı zamanda maddi ceza hukukuna etki eden, fail lehine sonuçlar doğuran kurumlar olduğudur. Bu nedenle, lehe düzenlemelerin geçiş hükümleriyle etkisiz kılınması, Anayasa’nın 38. maddesi bağlamında kabul edilemez bulunmuştur.
Bu tespitler, 11. Yargı Paketi’nin yalnızca bir reform paketi değil, aynı zamanda anayasal sınırlar içinde yeniden düşünülmesi gereken bir ceza politikası tercihi olduğunu göstermektedir.
Anayasa Mahkemesi her ne kadar kararında doğrudan ölüye karşı hakaret suçunu inceleme konusu yapmamış olsa da, benzer fiiller arasında önödeme rejimi bakımından yapılan ayrımların nesnel ve makul bir gerekçeye dayanması gerektiğine ilişkin tespitleri, ölüye hakaret suçunun önödeme dışında bırakılmasını da anayasal açıdan tartışmalı hâle getirmektedir. Mahkemenin ortaya koyduğu eşitlik ve kanunilik yaklaşımı, bu ayrımın ileride yapılacak bir anayasal denetimde sorunlu bulunabileceğine işaret etmektedir.
Hakaret Suçunun Önödeme Kapsamına Alınmasının Sınırları
11. Yargı Paketi ile atılan adım, önemli olmakla birlikte yarım kalmış bir reformdur. Zira düzenleme:
- Hakaret fiilini hâlen “suç” olarak tanımlamakta,
- Ceza tehdidini normatif düzeyde muhafaza etmekte,
- Sadece bu tehdidin uygulanmasını istisnaya bağlamaktadır.
Bu durum, Anayasa Mahkemesi kararında da dolaylı biçimde vurgulandığı üzere, normatif tutarlılık sorununu beraberinde getirmektedir. Eğer bir fiil bakımından ceza yargılaması gerekli görülmüyorsa, bu fiilin neden hâlen ceza hukuku alanında tutulduğu sorusu cevapsız kalmaktadır.
Önödeme Tercihinin Hakaret Suçuna İlişkin Mesajı
11. Yargı Paketi ve Anayasa Mahkemesi’nin değerlendirmeleri birlikte okunduğunda, ortaya çıkan tablo nettir: Devlet, hakaret suçunu ceza hukukunun merkezinden çevresine doğru itmektedir.
Bu, ani bir suç olmaktan çıkarma (dekriminalizasyon) değil; kademeli bir geri çekiliş stratejisidir. Önödeme, bu stratejinin geçiş aracıdır. Ancak bu geçişin nihai durağı, hakaret fiilinin ceza hukuku alanından tamamen çıkarılmasıdır.
Değerlendirme: Reform mu, Geçiş Süreci mi?
11. Yargı Paketi ile yapılan düzenleme, hakaret suçuna ilişkin ceza politikasında olumlu bir yön değişikliğini temsil etmektedir. Ancak bu yön değişikliği, henüz tamamlanmış bir reform değildir. Aksine, Anayasa Mahkemesi kararının da açıkça gösterdiği üzere, mevcut sistem anayasal gerilimler üretmeye devam etmektedir.
Bu nedenle önödeme düzenlemesi, hakaret suçunun geleceği açısından nihai çözüm değil, anayasal ve demokratik hukuk devleti ilkeleri doğrultusunda ilerlemesi gereken bir geçiş aşaması olarak görülmelidir.
Değerlendirme ve Normatif Eleştiri
Hakaret Suçunun Suç Olmaktan Çıkarılması Gereği
11. Yargı Paketi ile hakaret suçunun önödeme kapsamına alınması ve bunu takiben verilen Anayasa Mahkemesi2024/197, K.2025/86 sayılı karar birlikte değerlendirildiğinde, Türk ceza hukukunda artık görmezden gelinemeyecek bir gerçek ortaya çıkmaktadır: hakaret suçu, ceza hukukunun asli alanına ait değildir. Bu tespit, yalnızca teorik bir ceza hukuku tartışması değil; doğrudan ifade özgürlüğü, hukuk devleti ve cezanın meşruiyeti ile ilgili normatif bir zorunluluktur.
Ceza Hukukunun Meşruiyet Krizi ve Hakaret Suçu
Ceza hukuku, en ağır ve en müdahaleci hukuk dalıdır. Bu nedenle yalnızca zorunlu, orantılı ve başka yollarla korunamayan hukuki değerler bakımından devreye girmesi gerekir. Oysa hakaret fiilleri bakımından:
- Korunan hukuki değer (şeref ve saygınlık),
- Ceza tehdidi dışında da etkili biçimde korunabilmektedir,
- Ceza yaptırımı çoğu zaman zararı gidermemekte, aksine yeni toplumsal gerilimler üretmektedir.
Bu noktada hakaret suçunun ceza hukukunda tutulması, ultima ratio ilkesinin ihlali anlamına gelmektedir.
Önödeme Düzenlemesi Bir “İtiraf”tır
Hakaret suçunun önödeme kapsamına alınması, kanun koyucunun açıkça ifade etmese de fiilen yaptığı bir kabuldür: Bu fiiller için yargılama yapmak gerekli değildir. Ancak burada ciddi bir çelişki bulunmaktadır. Eğer bir fiil için:
- Kamu davası açılmaması kabul edilebiliyorsa,
- Yargılamadan vazgeçilebiliyorsa,
- Mahkûmiyetin toplumsal fayda üretmediği düşünülüyorsa,
bu fiilin neden hâlen “suç” olarak tanımlandığı sorusu kaçınılmazdır. Önödeme, bu anlamda bir çözüm değil; geciktirilmiş bir dekriminalizasyonun ara durağıdır.
Diriye karşı hakaret suçunun önödeme kapsamına alınmasına karşın, ölüye karşı hakaret suçunun bu kapsam dışında bırakılması, Anayasa’nın 10. maddesinde güvence altına alınan eşitlik ilkesi bakımından da ciddi sorunlar doğurmaktadır. Zira her iki suç tipinde korunan hukuki değer aynı olduğu hâlde, yalnızca mağdurun diri ya da ölü olması temelinde farklı bir usul rejimi öngörülmesi, nesnel ve makul bir gerekçeye dayanmamaktadır. Ceza hukukunda eşitlik ilkesi, benzer hukuki durumlarda benzer sonuçların doğmasını gerektirir. Bu bağlamda, hakaret suçları arasında yapılan söz konusu ayrımın anayasal denetime dayanıklı olmadığı açıktır.
Anayasa Mahkemesi Kararının İşaret Ettiği Normatif Yön
Anayasa Mahkemesi, söz konusu kararında doğrudan “hakaret suçunun kaldırılması gerekir” dememiştir. Ancak kararın gerekçesi, dolaylı fakat son derece güçlü bir mesaj içermektedir:
- Hakaretin farklı görünümleri arasında önödeme bakımından yapılan ayrımlar nesnel ve makul değildir.
- Ceza muhakemesine ilişkin görünen düzenlemeler dahi, maddi ceza hukuku bakımından fail lehine sonuçlar doğurur.
- Bu tür düzenlemeler anayasal eşitlik ve kanunilik ilkeleriyle uyumlu olmak zorundadır.
Bu gerekçeler, hakaret suçunun ceza hukukunda tutulmasının anayasal gerilim üretmeye devam ettiğini göstermektedir.
Karşılaştırmalı Hukuk ve İfade Özgürlüğü Perspektifi
Birçok demokratik hukuk devletinde hakaret fiilleri:
- Ya tamamen suç olmaktan çıkarılmış,
- Ya da son derece dar ve istisnai hâllere indirgenmiştir.
Bu ülkelerde şeref ve saygınlık, esas olarak medeni hukuk, tazminat, tekzip ve cevap hakkı gibi araçlarla korunmaktadır. Böylece hem mağdurun zararının giderilmesi sağlanmakta hem de ifade özgürlüğü üzerinde ceza tehdidinin caydırıcı etkisi ortadan kaldırılmaktadır. Türk hukukunda ise hakaret suçunun ceza tehdidi altında tutulması, özellikle kamusal tartışmalar bakımından otokontrol ve suskunluk yaratmaktadır. Bu durum, demokratik toplum düzeniyle bağdaşmamaktadır.
Olması Gereken Hukuk (De Lege Ferenda)
Normatif açıdan olması gereken açıktır:
- Hakaret fiilleri ceza hukuku alanından çıkarılmalı,
- Bu fiiller haksız fiil rejimi içinde değerlendirilmelidir,
- Mağdurun onuru, tazminat ve kişilik hakları yoluyla etkin biçimde korunmalıdır.
Bu yaklaşım, ne hakareti meşrulaştırır ne de mağduru korumasız bırakır. Aksine, cezanın sembolik ama yıkıcı etkisini ortadan kaldırarak, daha rasyonel ve orantılı bir koruma sağlar.
Önödeme Bir Son Değil, İşarettir
Hakaret suçunun önödeme kapsamına alınması, kendi başına olumlu bir gelişmedir. Ancak bu gelişme, nihai çözüm değildir. Aksine, ceza hukukunun bu alandan çekilmesi gerektiğine dair güçlü bir işarettir. Bugün önödeme ile yumuşatılan sistem, yarın daha tutarlı bir hukuk politikasıyla hakaretin ceza hukuku dışına çıkarılması yönünde tamamlanmalıdır. Aksi hâlde, ceza hukuku hem meşruiyetini hem de anayasal tutarlılığını bu alanda kaybetmeye devam edecektir.
Sonuç ve Değerlendirme
Hakaret suçu, Türk ceza hukukunda uzun süredir ifade özgürlüğü ile cezalandırma yetkisi arasındaki gerilimin en görünür olduğu alanlardan biri olmuştur. 11. Yargı Paketi ile yapılan önödeme düzenlemesi ve bunu izleyen Anayasa Mahkemesi E.2024/197, K.2025/86 sayılı karar, bu gerilimin artık mevcut araçlarla sürdürülemez hâle geldiğini açık biçimde ortaya koymuştur.
Yapılan düzenlemeler ve yargısal denetim, ceza hukukunun hakaret fiilleri bakımından kademeli bir geri çekiliş sürecine girdiğini göstermektedir. Önödeme kurumu, bu sürecin teknik aracı olmuş; ancak sorunun özüne değil, sonuçlarına müdahale etmiştir. Ceza tehdidi yumuşatılmış, fakat normatif çelişki ortadan kaldırılmamıştır.
Anayasa Mahkemesi kararı, yalnızca belirli ibarelerin iptaline ilişkin değildir. Karar, hakaret suçunun ceza hukuku içindeki konumunun eşitlik, kanunilik ve hukuk devleti ilkeleri bakımından sürekli bir anayasal sorun ürettiğini ortaya koymuştur. Özellikle benzer fiiller arasında yapılan parçalı ayrımların nesnel ve makul temelden yoksun olduğu tespiti, mevcut sistemin sürdürülebilir olmadığını göstermektedir.
Bu noktada önödeme, bir çözümden ziyade hukuk politikasına dair bir işaret niteliği taşımaktadır. Devlet, fiilen şu kabulde bulunmuştur: Hakaret fiilleri bakımından klasik ceza yargılaması, ne gerekli ne de etkilidir. Bu kabul, ister istemez daha ileri bir soruyu gündeme getirmektedir:
Ceza tehdidine artık ihtiyaç duyulmuyorsa, bu fiiller neden hâlen suç olarak tanımlanmaktadır?
Demokratik toplum düzeni, rahatsız edici, sert ve hatta incitici ifadeleri de tolere edebilme kapasitesiyle ölçülür. Şeref ve saygınlığın korunması elbette meşrudur; ancak bu koruma, ceza hukukunun ağır ve damgalayıcı araçlarıyla sağlanmak zorunda değildir. Medeni hukuk, tazminat, cevap ve düzeltme mekanizmaları, bu alan için hem daha orantılı hem de daha etkilidir.
Sonuç olarak, hakaret suçunun önödeme kapsamına alınması olumlu fakat eksik bir adımdır. Bu adım, ceza hukukunun bu alandan tamamen çekilmesi gerektiğine dair güçlü bir yönelim içermektedir. Hukuk devleti ilkesine, ifade özgürlüğüne ve ceza hukukunun son çare olma niteliğine uygun olan çözüm; hakaret fiillerinin ceza hukuku alanından çıkarılarak medeni hukuk rejimi içinde ele alınmasıdır. Aksi hâlde ceza hukuku, hem anayasal gerilim üretmeye hem de meşruiyetini bu alanda aşındırmaya devam edecektir. Bugün önödeme ile yumuşatılan sistem, yarın daha tutarlı ve cesur bir reformla tamamlanmadığı sürece, sorun ertelenmiş ama çözülmüş olmayacaktır.
© 2025 Prof. Dr. Vahit Bıçak / Bıçak Hukuk Bürosu – Tüm hakları saklıdır. Bu makale, sayın Prof. Dr. Vahit Bıçak tarafından www.bicakhukuk.com sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi makalenin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan makalenin bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.
Referans: Bıçak, Vahit (2025) “Ceza Hukukunun Sınırları ve Hakaret Suçu: Önödeme Bir Çözüm mü, Geçiş mi?”, Bıçak Hukuk Bürosu Blogu, <https://www.bicakhukuk.com/hakaret-sucu-onodeme-ve-ifade-ozgurlugu/>, s. __., Erişim Tarihi: 29.10.2025,
Deutsch
Türkçe
English
Français

Comments
No comments yet.