Borsa Manipülasyonu Suçu ve Cezası
Sermaye piyasaları, ekonomik düzenin en hassas alanlarından biridir. Bu piyasaların temel işlevi, tasarrufların üretken alanlara yönlendirilmesini ve yatırımcılar arasında güvene dayalı bir sermaye akışının sağlanmasını temin etmektir. Bu işlevin yerine getirilebilmesi ise yalnızca güven, şeffaflık, eşit bilgiye erişim ve dürüst işlem ilkelerinin korunmasıyla mümkündür. Bu çerçevede 6362 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu (SPKn), Türkiye’de modern sermaye piyasası düzeninin omurgasını oluşturmaktadır. Kanunun amacı, sermaye piyasasının güvenilir, şeffaf, etkin, istikrarlı, adil ve rekabetçi bir ortamda işleyişini sağlamak ve yatırımcıların haklarını korumaktır (m. 1). Bu amaca ulaşmak için Kanun, yalnızca idari ve kurumsal yapılanmayı değil, aynı zamanda piyasa bütünlüğünü bozabilecek fiillerin suç haline getirilmesini de öngörmektedir. Bu suçlardan en önemlisi, piyasa dolandırıcılığı olarak da bilinen borsa manipülasyonu suçudur.
Manipülasyon, sermaye piyasasında yapay fiyat hareketleri yaratmak, yatırımcı kararlarını yanlış yönlendirmek veya suni arz–talep dengesi oluşturmak suretiyle piyasanın doğal işleyişini bozan eylemleri ifade eder. Bu tür davranışlar yalnızca bireysel yatırımcıları değil, finansal sistemin bütününü tehdit eder. Kanunun 107. maddesi, manipülasyon fiillerini iki temel kategoriye ayırmıştır:
- İşlem bazlı manipülasyon (m. 107/1) – piyasa fiyatlarını veya arz – talep dengesini yanıltıcı işlemlerle etkilemek,
- Bilgi bazlı manipülasyon (m. 107/2) – yalan veya yanıltıcı haber, söylenti, yorum ve raporlarla yatırımcı kararlarını yönlendirmek.
Ayrıca aynı madde, etkin pişmanlık hükümleriyle manipülasyon suçlarında menfaatin geri ödenmesi halinde cezasızlık veya ceza indirimi öngörerek, piyasa zararının telafisini teşvik etmektedir.
Bu iki manipülasyon türünün sınırlarını belirlemek, yalnızca ceza hukukunun değil, aynı zamanda sermaye piyasası pratiğinin, basın özgürlüğünün ve bilişim hukukunun da konusudur. Zira manipülasyon suçları, bir yandan piyasa bütünlüğünü koruma amacını güderken, öte yandan ifade ve haber verme özgürlüğüyle doğrudan etkileşim halindedir. Kanunun 108. maddesi, bilgi suistimali veya piyasa dolandırıcılığı sayılmayacak durumları ayrıntılı biçimde belirleyerek, merkez bankası işlemleri, geri alım programları, çalışanlara pay tahsisi ve piyasa yapıcılığı gibi hukuka uygun piyasa müdahalelerini cezai sorumluluk alanı dışında bırakmıştır. Öte yandan 115. madde, bazı sermaye piyasası suçları bakımından Cumhuriyet savcısının doğrudan soruşturma başlatmasını izin veya karar şartına bağlayarak, uygulamada “savcıya kelepçe” olarak nitelendirilen özel bir takip usulü düzenlemiştir. Bu hüküm, ceza muhakemesi ilkeleri ve etkin soruşturma hakkı bakımından tartışmalı bir alan oluşturmaktadır.
Son yıllarda, Yargıtay ve Ceza Genel Kurulu kararlarında manipülasyon suçlarına ilişkin hem maddi ceza hukuku hem de usul hukuku bakımından önemli içtihatlar oluşmuştur. Ayrıca, “manipülatör” kavramının basın özgürlüğü sınırları içinde kullanımı (Yarg. 4. CD, 2023/20467 K.) ve unutulma hakkı taleplerinin piyasa şeffaflığı ilkesiyle çatışması (Yargıtay 16.11.2020, kanun yararına bozma kararı) da güncel hukukî meseleler haline gelmiştir. Bu yazı, 6362 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu’nun 107, 108 ve 115. maddeleri çerçevesinde borsa manipülasyonu suçunun kapsamını, uygulamadaki sorunları, yargısal içtihatları ve ifade özgürlüğüyle olan ilişkisini çok boyutlu biçimde incelemektedir. Amaç, hem yargı pratiğine hem de sermaye piyasası hukukunun gelişimine katkı sağlayacak bütüncül bir değerlendirme sunmaktır.
Suçun Normatif Temelleri ve Unsurları
Sermaye piyasası hukukunda manipülasyon suçu, finansal sistemin dürüst işleyişini koruyan en temel cezaî yaptırım mekanizmalarından biridir. 6362 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu’nun 107. maddesi, Türk hukukunda manipülasyonun iki ayrı biçimini suç olarak tanımlamaktadır:
- İşlem bazlı manipülasyon (madde 107/1)
- Bilgi bazlı manipülasyon (madde 107/2)
Her iki suç tipi de, piyasa fiyatlarının yapay olarak etkilenmesini ve yatırımcıların yanlış yönlendirilmesini engelleme amacını taşır. Ancak araç, fiil ve ispat standardı bakımından aralarında belirgin farklar bulunmaktadır.
İşlem Bazlı Manipülasyon (SPK m. 107/1)
Kanunun 107/1. fıkrasına göre: “Sermaye piyasası araçlarının fiyatlarına, fiyat değişimlerine, arz ve taleplerine ilişkin olarak yanlış veya yanıltıcı izlenim uyandırmak amacıyla alım veya satım yapanlar, emir verenler, emir iptal edenler, emir değiştirenler veya hesap hareketleri gerçekleştirenler üç yıldan beş yıla kadar hapis ve beş bin günden on bin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılırlar.” Bu düzenleme, piyasa dolandırıcılığı kavramını klasik ceza hukuku anlamında bir “tehlike suçu” hâline getirmiştir. Zira burada cezalandırılan, doğrudan bir zararın gerçekleşmesi değil; piyasanın doğal arz – talep dengesine müdahale edilmesi tehlikesidir. Dolayısıyla suçun tamamlanması için fiyatın gerçekten değişmiş olması, yatırımcıların fiilen zarara uğraması veya haksız kazanç elde edilmesi gerekmez. Yeterli olan, failin eylemiyle piyasanın güven ve istikrarını bozma tehlikesi yaratmasıdır.
Yargıtay 5. Ceza Dairesi’nin 2016/8614 E., 2016/8871 K. sayılı kararında, “yanıltıcı izlenim”in yalnızca yatırımcı nezdinde değil, piyasa düzeni bakımından genel bir tehlike oluşturması gerektiği vurgulanmıştır. Bu kapsamda, emirlerin Borsa İstanbul’un elektronik sistemine iletilmesi, emir iptali veya değişikliğinin otomatik eşleşme sürecini etkilemesi, suçun “icra hareketi” olarak kabul edilmiştir. Daire, yetkili yargı yerinin de Borsa İstanbul’un bulunduğu yer mahkemesi olduğunu belirterek, yer yönünden yetki sorununa da açıklık getirmiştir.
Manipülasyon suçu, doğrudan kastla işlenebilir. Fail, sermaye piyasası araçlarının fiyatına veya arz-talep dengesine yanlış veya yanıltıcı izlenim kazandırma bilinciyle hareket etmelidir.
Olası kast veya ihmal yeterli değildir. Ancak failin “ekonomik menfaat” sağlama amacı, suçun tipiklik şartı değil, ceza ölçümünde dikkate alınan bir unsurdur.
Kanun, bu suç için 3 yıldan 5 yıla kadar hapis ve 5.000 – 10.000 gün adlî para cezası öngörmüştür. Adlî para cezası bakımından, 19. Ceza Dairesi’nin 2019/8372 E., 2019/6880 K. sayılı kararında, “verilecek para cezası miktarının suçtan elde edilen menfaatten az olamayacağı” belirtilmiş; menfaatin sanık bazında ayrıştırılması gerektiği vurgulanmıştır. Bu yaklaşım, ceza sorumluluğunun kişisellik ilkesiyle uyumludur. Aksi takdirde, “toplam menfaatin tüm sanıklara eşit olarak yüklenmesi” hukuka aykırı olacaktır.
Bilgi Bazlı Manipülasyon (SPK m. 107/2)
Maddenin ikinci fıkrası şu şekildedir: “Sermaye piyasası araçlarının fiyatlarını, değerlerini veya yatırımcıların kararlarını etkilemek amacıyla yalan, yanlış veya yanıltıcı bilgi veren, söylenti çıkaran, haber veren, yorum yapan veya rapor hazırlayan ya da bunları yayan ve bu suretle menfaat sağlayanlar üç yıldan beş yıla kadar hapis ve beş bin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılırlar.” Bu düzenleme, bilgi manipülasyonu veya “piyasa söylentisi” (rumour trading) olarak bilinen eylemleri cezalandırır. Burada suçun konusunu “bilgi” oluşturmaktadır. Fail, yatırımcı davranışlarını etkilemek amacıyla doğru olmayan veya yanıltıcı nitelikteki veriyi bilerek yaymaktadır. Bu fiil, özellikle finansal medya, sosyal ağlar ve borsa yorum platformlarında sıkça görülmektedir.
Bilgi bazlı manipülasyonda cezalandırma için üç temel unsurun birlikte bulunması gerekir:
- Yalan, yanlış veya yanıltıcı bilgi, söylenti, haber veya yorumun varlığı,
- Bu bilginin yatırımcı kararlarını veya fiyatları etkileme amacıyla kullanılması,
- Failin menfaat sağlaması veya menfaat sağlamaya teşebbüs etmesi.
“Menfaat” kavramı yalnızca maddi kazanç olarak değil, piyasa pozisyonu elde etmek, başkalarının zararına avantaj sağlamak gibi sonuçları da kapsar.
Bu suç tipinde ispat güçlüğü ön plandadır. Çünkü bilgi manipülasyonu, genellikle haber niteliğinde paylaşımlar, yorumlar, piyasa söylentileri veya raporlar yoluyla gerçekleşir.
Yargı organları, özellikle “haber verme hakkı” ile “piyasa dolandırıcılığı” arasındaki dengeyi kurmak zorundadır. Yargıtay kararlarında, “menfaat sağlama” unsurunun ispatı için genellikle failin bizzat işlem yaptığı hesap hareketleri, haber öncesi ve sonrası fiyat farkları ve ilişkili kişi bağlantıları incelenmektedir.
Bilgi manipülasyonu suçunda “haber” veya “yorum” unsuru yer aldığı için, ifade ve basın özgürlüğü ile doğrudan bir temas söz konusudur. Yargıtay 4. Ceza Dairesi’nin 2023/20467 K. sayılı kararında, “manipülatör” kelimesinin kullanımı, hakaret değil “ağır eleştiri” olarak değerlendirilmiş ve basın özgürlüğü kapsamında görülmüştür. Dolayısıyla, bir haberde veya köşe yazısında sermaye piyasası aktörlerinden söz edilmesi, menfaat sağlama kastı bulunmadıkça ve somut isnat yapılmadıkça, 107/2 kapsamında cezai sorumluluk doğurmaz.
Etkin Pişmanlık Hükümleri (SPKn m. 107/3)
Maddenin üçüncü fıkrası, manipülasyon suçlarında menfaatin geri ödenmesi hâlinde cezai sorumluluğun azaltılmasını veya ortadan kaldırılmasını düzenler.
Buna göre:
- Soruşturma başlamadan önce menfaatin iki katını ödeyen fail hakkında ceza verilmez.
- Soruşturma evresinde ödeme yapılırsa ceza yarı oranında indirilir.
- Kovuşturma aşamasında hüküm verilinceye kadar ödeme yapılırsa ceza üçte bir oranında indirilir.
Bu hüküm, klasik ceza hukuku anlamında bir “etkin pişmanlık kurumu”dur ve amacı, piyasa zararının telafisi ile ekonomik dengeyi yeniden tesis etmektir.
Bilgi Suistimali ve Piyasa Dolandırıcılığı Sayılmayan Haller
6362 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu’nun 108. maddesi, piyasa bütünlüğünü koruma amacıyla geniş biçimde tanımlanmış olan manipülasyon suçunun sınırlarını belirleyerek, hukuka uygun işlem alanlarını açıkça ortaya koymaktadır. Bu hüküm, suçun tipiklik sınırını çizerken aynı zamanda ekonomik meşruiyet alanı yaratmaktadır.
Madde 108 uyarınca aşağıdaki haller bilgi suistimali veya piyasa dolandırıcılığı sayılmaz:
- TCMB veya yetkilendirilmiş diğer resmî kurumların, para ve döviz politikası, kamu borç yönetimi veya finansal istikrarı sağlama amacıyla yaptıkları işlemler,
- Geri alım programları, çalışanlara pay edindirme planları veya pay tahsisi,
- Fiyat istikrarını sağlayıcı işlemler ile piyasa yapıcılığı faaliyetleri.
Bu istisnalar, sermaye piyasasının istikrarını sağlamakla görevli kamu otoriteleri ve düzenlenmiş piyasa aktörlerinin meşru faaliyetlerini cezalandırma riskini bertaraf etmektedir. Böylece Kanun koyucu, piyasa istikrarı için gerekli müdahaleleri cezai yaptırım tehdidinden korumuştur.
Madde 108/1-a, Merkez Bankası ve benzeri kurumların para politikası araçlarını kullanarak piyasaya müdahale etmelerini “bilgi suistimali” veya “piyasa dolandırıcılığı” olarak görmemektedir. Örneğin, TCMB’nin döviz kuru istikrarını sağlamak amacıyla yaptığı swap, açık piyasa işlemleri veya rezerv satışları manipülasyon değil, makroekonomik istikrar politikası aracıdır. Bu tür işlemler, bireysel menfaat elde etme amacıyla değil, kamusal bir ekonomik hedef doğrultusunda gerçekleştirilir. Dolayısıyla suçun hem manevi unsuru (menfaat kastı) hem de tipiklik unsuru (yanıltıcı izlenim yaratma) bakımından oluşmaz.
Maddenin (b) bendi, SPK’nın düzenlemelerine uygun biçimde uygulanan:
- Geri alım (share buyback) programları,
- Çalışanlara pay edindirme veya prim planları,
- Bağlı ortaklık çalışanlarına pay tahsisi
gibi kurumsal işlemleri manipülasyon kapsamı dışında tutar. Bu düzenleme, şirketlerin sermaye yapısını güçlendirmek veya çalışan bağlılığını artırmak gibi meşru ekonomik hedeflerini korumaktadır. Ancak uygulamada bazı şirketlerin “geri alım programı” adı altında hisse fiyatını yapay olarak destekleme eğiliminde oldukları görülmektedir. Bu nedenle SPK, bu programlara ilişkin düzenlemelerinde “fiyat destekleme amacıyla kötüye kullanımı” engellemek üzere sınır ve raporlama yükümlülükleri getirmiştir.
Maddenin (c) bendi, SPK’nın ilgili düzenlemelerine uygun biçimde yürütülen:
- Fiyat istikrarı sağlayıcı işlemler,
- Piyasa yapıcılığı faaliyetleri,
gibi uygulamaları cezai sorumluluk alanı dışında bırakır. Fiyat istikrarı sağlayıcı işlem, genellikle halka arz veya büyük ölçekli ihraçlar sonrasında, menkul kıymet fiyatının aşırı dalgalanmasını önlemek amacıyla yapılan sınırlı müdahalelerdir. Bu tür işlemler, SPK tarafından onaylı “prospektüs” ve “stabilizasyon raporları” kapsamında yürütülür. Ayrıca piyasa yapıcıları, likiditeyi sağlamak ve işlem sürekliliğini temin etmek için alım-satım kotasyonu vererek piyasada aktif rol üstlenir. Bu faaliyetler, doğal fiyat oluşumuna katkı sağladığı için manipülasyonla karıştırılamaz.
Uygulamada Gri Alanlar ve Yargısal Denetim
Her ne kadar m.108 belirli eylemleri suç dışı bıraksa da, uygulamada bazı gri alanlar ortaya çıkmaktadır:
- Kurumsal işlem – bireysel menfaat çatışması: Şirket yönetiminin geri alım programını, hisse fiyatını yapay biçimde artırmak için kullanması hâlinde, işlem görünüşte m.108 kapsamında olsa da maddi unsur yönünden manipülasyon oluşturabilir.
- Kamu otoritesi bilgisine dayalı işlem: Merkez Bankası veya kamu kurumu çalışanlarının, kurumun gizli kararlarını kullanarak kişisel işlem yapması hâlinde, işlem m.108 koruması dışında kalır; bu durumda fiil “bilgi suistimali” (insider trading) sayılır.
- Piyasa yapıcılığında sınırın aşılması: Piyasa yapıcısının, emirlerini fiyat destekleme amacının ötesine taşıması ve yatırımcıyı yanıltacak yoğunlukta işlem yapması hâlinde, m.108 kapsamı dışına çıkılır.
Bu nedenle Yargıtay, m.108 kapsamındaki faaliyetlerin meşruiyetini değerlendirirken SPK düzenlemelerine uygunluk ve menfaat kastının yokluğu kriterlerini esas almaktadır. Sermaye Piyasası Kurulu, 108. maddenin uygulanmasına yönelik olarak:
- II-15.1 sayılı “Bilgi Suistimali ve Piyasa Dolandırıcılığı Tebliği”,
- II-22.1 sayılı “Geri Alınan Paylar Tebliği”
gibi ikincil düzenlemeleri yayımlamıştır. Bu düzenlemeler, hangi işlemlerin piyasa istikrarı sağlama amacına uygun, hangilerinin manipülatif nitelikte olduğunu belirleyen teknik ölçütleri ortaya koyar. Bu sayede idari–cezaî koordinasyon sağlanmakta ve piyasa katılımcılarının öngörülebilirliği artırılmaktadır.
Madde 108, piyasa dolandırıcılığı suçunun istisnalarını belirleyerek, ekonomik meşruiyet alanını tanımlar. Ancak her bir istisna, kastın varlığı ve SPK düzenlemelerine uygunluk kriterleriyle sınırlıdır. Bu madde sayesinde, Kanun’un cezalandırıcı niteliği, meşru finansal istikrar araçlarını engellemeyecek biçimde dengelenmiştir. Uygulamada karşılaşılan sınır ihlalleri, hem SPK’nın denetim raporları hem de Yargıtay’ın içtihatları aracılığıyla giderek netleşmektedir. Böylece, piyasa istikrarını koruma amacıyla getirilen düzenlemeler, hukuki güvenlik ve öngörülebilirlik ilkeleriyle uyum içinde yorumlanmaktadır.
Uygulamada Düğüm Noktaları
Borsa manipülasyonu suçlarında yer yönünden yetki, yani davaya hangi mahkemenin bakacağı, uygulamada sıklıkla tartışılan bir konudur. Bu tartışmanın temelinde, manipülasyon eylemlerinin çoğu zaman elektronik ortamda, çok sayıda yatırımcının hesabı üzerinden ve farklı illerde bulunan aracı kurumlar aracılığıyla gerçekleştirilmesi yatmaktadır. Kanun, 6362 sayılı SPKn’da açık bir “yer bakımından yetki” hükmü öngörmemiştir. Bu nedenle değerlendirme, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 8. maddesi (suçun işlendiği yer) ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 12. maddesi (yetkili mahkeme) hükümleri çerçevesinde yapılmaktadır.
Borsa manipülasyonu suçları, büyük ölçüde elektronik emir sistemi üzerinden gerçekleşen “işlem bazlı suçlar” olduğundan, eylemin fiilen nerede işlendiği hususu karmaşık bir teknik sorudur. Suçun icrası, failin emir verme, iptal etme, değiştirme veya alım-satım talimatı oluşturma fiiliyle başlar. Ancak suçun tamamlanması, bu emrin Borsa İstanbul’un merkezi işlem sistemine ulaşması ve emir eşleşmesiyle piyasada izlenim yaratması anında gerçekleşir. Bu nedenle, eylem Ankara, İzmir veya Bursa’daki bir yatırım hesabı üzerinden gerçekleştirilmiş olsa dahi, emir eşleşmesi Borsa İstanbul sisteminde yapıldığından suçun tamamlanma yeri İstanbul sayılmaktadır. Yargıtay 5. Ceza Dairesi’nin 2016 tarihli kararında, bu konuda ilk sistematik içtihat oluşturulmuştur. Kararda şu hususlar açıkça vurgulanmıştır: “Borsa işlemleri, Borsa İstanbul Anonim Şirketi tarafından işletilen elektronik sistemde gerçekleştirilir. Emirlerin girilmesi, iptali, değiştirilmesi veya eşleşmesi Borsa İstanbul’un düzen ve gözetimi altındadır. Bu nedenle, işlem bazlı manipülasyon suçunun tamamlandığı yer, Borsa İstanbul’un bulunduğu yer olan İstanbul’dur.” Daire, ayrıca manipülasyon fiilinin “Borsa faaliyeti” niteliği taşıdığını; bu nedenle faaliyetin icra edildiği merkez esas alınarak yetki belirlenmesi gerektiğini kabul etmiştir. Böylece, manipülasyon suçlarında yetkili mahkeme olarak İstanbul Ağır Ceza Mahkemeleri (SPK suçlarına bakmakla görevli) benimsenmiştir.
Uygulamada, sanığın aracı kurum hesabının bulunduğu ilin Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturmalar, bu içtihat doğrultusunda genellikle yetkisizlik kararıyla İstanbul’a gönderilmektedir. Ancak bazı dosyalarda, özellikle bilgi bazlı manipülasyon (107/2) fiillerinde, haberin veya yorumun yayınlandığı yer esas alınarak basın yoluyla işlenen suçlarda yetki (CMK m.12/3) tartışması da gündeme gelebilmektedir. Bu durumda, haberin merkezi Ankara’da yayımlanmışsa Ankara Ağır Ceza Mahkemesi, fiil Borsa İstanbul’da sonuç doğurduğu için ise İstanbul Mahkemesi yetkili sayılmaktadır. Yargıtay, uygulamada birliğin sağlanması amacıyla piyasa dolandırıcılığı suçunun tamamlanma yeri olarak İstanbul’u esas almakta; haber veya yorumun başka şehirde yayımlanmış olmasının yetkiyi değiştirmeyeceğini vurgulamaktadır. Bu yaklaşım, ceza muhakemesinde “neticenin gerçekleştiği yerin esas alınması” ilkesinin finansal piyasalara uyarlanmış bir biçimidir. Manipülasyon fiilinde:
- Failin emir girdiği terminal fiziksel olarak farklı şehirde olabilir,
- Ancak netice (piyasada izlenim yaratma) İstanbul’da, Borsa İstanbul sisteminde ortaya çıkar.
Dolayısıyla, icra yeri – netice yeri ayrımı, klasik suçlardan farklı olarak dijital işlem altyapısına bağlıdır. Yer yönünden yetkinin İstanbul merkezinde toplanmasının iki önemli sonucu bulunmaktadır:
- Yargılamada uzmanlaşma: Tüm manipülasyon dosyalarının İstanbul’da görülmesi, hem uzmanlaşmış mahkeme heyetleri hem de teknik bilirkişi havuzlarının oluşmasını kolaylaştırır.
- Pratik sorun:Ancak bu durum, ülkenin farklı bölgelerinden gelen dosyaların tek merkezde birikmesine ve yargılamanın yavaşlamasına neden olmaktadır. Özellikle, aracı kurumların farklı illerde bulunması ve sanıkların ifadelerinin istinabe yoluyla alınması süreçleri uzatmaktadır. Bu nedenle, “yetki merkezileşmesi”nin faydalı olduğu kadar muhakeme ekonomisini zorlaştıran sonuçlar doğurduğu da tartışılmaktadır.
Borsa manipülasyonu suçlarında yer yönünden yetki, Yargıtay içtihadı uyarınca Borsa İstanbul’un bulunduğu yer olarak kabul edilmiştir. Bu yorum, hem piyasa bütünlüğü hem de yargısal tutarlılık açısından yerinde görünmektedir. Ancak uygulamada, bilgi bazlı manipülasyon (107/2) fiillerinde basın-yayın organlarının farklı illerde bulunması veya dijital içeriklerin sınır aşan niteliği nedeniyle yetki uyuşmazlıkları devam etmektedir. Bu bağlamda, kanun koyucunun ileride m.107’ye özel bir yetki düzenlemesi eklemesi, uygulama birliğini daha da güçlendirecektir.
Menfaat Hesabı ve Adlî Para Cezasının Belirlenmesi
Sermaye piyasası suçlarında, özellikle 6362 sayılı Kanun’un 107. maddesinde öngörülen piyasa dolandırıcılığı fiilleri bakımından, suçun ekonomik boyutu ve menfaatin tespiti ceza belirlemede kilit öneme sahiptir. Kanun koyucu, bu suç tipinde yalnızca hürriyeti bağlayıcı ceza ile yetinmemiş; aynı zamanda yüksek oranlı adlî para cezaları öngörerek caydırıcılığı ekonomik düzlemde güçlendirmiştir. SPKn m.107/1 ve 107/2’ye göre verilecek adlî para cezasının miktarı, beş bin günden on bin güne kadar olup, şu cümleyle sınırlandırılmıştır: “Ancak, bu suçtan dolayı verilecek olan adlî para cezasının miktarı, suçun işlenmesiyle elde edilen menfaatten az olamaz.” Bu hüküm, klasik ceza hukukundaki “kazanç müsaderesi” veya “malvarlığına el koyma” kavramlarından farklı olarak, doğrudan cezanın miktarını belirleyen bir alt sınır öngörmektedir. Dolayısıyla failin elde ettiği ekonomik kazanç, cezanın tabanını belirler; mahkeme bu miktarın altına inemez.
“Menfaat” kavramı, yalnızca nakdî kazancı değil, failin veya ona bağlı kişilerin elde ettiği her türlü ekonomik çıkarı kapsar. Buna;
- Piyasa fiyatlarındaki yapay artıştan sağlanan kar,
- Eldeki menkul kıymetlerin değer artışı,
- Üçüncü kişilere devredilen kâr payları,
- Aracı hesaplar üzerinden sağlanan dolaylı kazançlar
dahildir. Menfaat, hem fiilî (gerçekleşmiş) hem de potansiyel (elde edilmesi amaçlanan) kazançları kapsayabilir; ancak ceza ölçümünde esas alınacak olan gerçekleşmiş kazançtır. Yargıtay 19. Ceza Dairesi, 2019/8372 E., 2019/6880 K. sayılı kararında bu hususu ayrıntılı biçimde açıklamıştır. Kararda şu ilke benimsenmiştir: “Piyasa dolandırıcılığı suçunda birden fazla fail bulunması hâlinde, elde edilen menfaatin toplam tutarı üzerinden değil, her bir sanığın eyleminden doğrudan elde ettiği bireysel menfaat üzerinden adlî para cezası belirlenmelidir. Zira ceza sorumluluğu şahsî olup, kazanç ortaklığı söz konusu olmadıkça müşterek menfaat esası uygulanamaz.” Bu içtihat, “menfaat” kavramının kolektif değil bireysel olarak hesaplanması gerektiğini ortaya koymuştur. Dolayısıyla, aynı manipülasyon eylemine katılan sanıkların kazanç miktarları farklıysa, adlî para cezaları da kişisel menfaat düzeyine göre farklı belirlenmelidir.
Uygulamada menfaat hesabı, çoğu zaman SPK inceleme raporları, banka kayıtları, emir defterleri ve MKK (Merkezi Kayıt Kuruluşu) hareketleri üzerinden yapılmaktadır. SPK uzmanları, manipülasyon döneminde:
- Hisse senedinin fiyat hareketini,
- Sanığın alış-satış zamanlamasını,
- İşlem hacmini,
- Kar realizasyon tarihlerini
analiz ederek “haksız menfaat” tablosu oluştururlar. Bu tablo, Cumhuriyet savcısı tarafından iddianameye eklenir ve mahkemece delil olarak kabul edilir. Mahkeme, SPK raporunda belirtilen tutarı esas almak zorunda değildir; ancak aksi yönde bir teknik analiz yapılmadıkça, rapor bilimsel delil niteliğindedir.
Eylemin bir örgüt yapısı içinde veya koordineli hesaplar üzerinden gerçekleştirilmesi hâlinde, menfaatin paylaştırılması karmaşık hale gelir. Bu durumda Yargıtay, failin “etkin katılım oranı” ve “kazancın paylaşımındaki payı” esas alınarak taksimî menfaat hesabı yapılmasını öngörmektedir. Örneğin; üç failin koordineli biçimde yaptığı işlemler sonucunda toplam 9 milyon TL kazanç sağlanmışsa, delil durumuna göre her bir failin 3 milyon TL civarında menfaat elde ettiği varsayılarak, asgarî adlî para cezası bu tutar altına inemeyecek şekilde belirlenir. Ancak sanıklardan biri komisyoncu veya aracı konumundaysa, sadece aldığı hizmet bedeli kadar menfaat sorumluluğu doğar.
Ceza mahkemesi, menfaat tutarını belirledikten sonra iki aşamalı bir hesaplama yapar:
- Gün sayısı belirleme: Kanundaki alt ve üst sınırlar (5.000 – 10.000 gün) arasında, fiilin ağırlığı ve sanığın kusur derecesine göre bir “gün sayısı” belirlenir. Örneğin, fiilin sistematik ve çok sayıda yatırımcıyı etkilemiş olması hâlinde 9.000 gün gibi yüksek bir değer seçilir.
- Bir gün karşılığı miktar: TCK m.52 uyarınca, bir gün karşılığı adlî para miktarı 20 TL ile 100 TL arasında belirlenir. Ancak toplam ceza miktarı, suçtan elde edilen menfaatten az olamayacağı için, mahkeme hesaplamayı yukarı doğru düzeltmek zorundadır.
Böylece hükmedilen toplam adlî para cezası, failin haksız kazancını aşacak düzeye getirilir.
Bazı dosyalarda, karmaşık işlem zincirleri veya yurt dışı hesap hareketleri nedeniyle menfaatin net biçimde tespiti mümkün olmayabilir. Bu durumda Yargıtay, “asgari menfaat varsayımı” ilkesini uygulamaktadır. Buna göre, manipülasyonun etki süresi, işlem hacmi ve fiyat farkı gibi objektif göstergelerden hareketle makul bir kazanç tahmini yapılır. Bu yaklaşım, “ceza miktarının menfaate eşit ya da ondan fazla olması” şartını korurken, fail lehine belirsizlikten doğan cezalandırma yasağına da riayet eder.
Maddenin üçüncü fıkrasında öngörülen etkin pişmanlık hükümleri uyarınca, fail elde ettiği menfaati Hazine’ye iade ederse ceza ya tamamen ortadan kalkar ya da önemli ölçüde indirilir. Bu nedenle menfaatin doğru hesaplanması, yalnızca cezalandırma açısından değil, pişmanlık indirimi bakımından da belirleyici niteliktedir.
Menfaat hesabı ve buna bağlı adlî para cezası belirleme süreci, sermaye piyasası suçlarında ekonomik gerçeklik ile ceza adaletinin bireyselleştirilmesi arasında hassas bir denge gerektirir. Yargıtay’ın son yıllardaki içtihatları, cezalandırmanın toplu değil kişisel menfaat üzerinden yapılması gerektiğini açıkça ortaya koymuştur. Bu yaklaşım, hem kusur ilkesi hem de mülkiyet hakkı bakımından Anayasa’nın 38. maddesiyle uyumludur. Böylece, manipülasyon suçlarının ekonomik sonuçları kişiselleştirilmiş bir sorumluluk anlayışı çerçevesinde değerlendirilmektedir.
Basın Yayın Faaliyetleri, İfade Özgürlüğü ve Piyasa Dolandırıcılığı İlişkisi
Sermaye piyasalarında bilgi akışı, yatırımcı güveninin ve piyasa istikrarının en önemli unsurlarındandır. Ancak bilgiye dayalı suçlar bakımından, basın özgürlüğü ile piyasa bütünlüğü arasında hassas bir denge kurulması gerekir. 6362 sayılı Kanun’un 107/2. maddesi, sermaye piyasası araçlarının fiyatlarını veya yatırımcı kararlarını etkilemek amacıyla “yalan, yanlış veya yanıltıcı bilgi, söylenti, haber, yorum veya rapor hazırlama ve yayma” fiillerini piyasa dolandırıcılığı olarak tanımlamıştır. Bu düzenleme, gazetecilik faaliyetinin meşru bilgilendirme işlevi ile piyasayı yönlendirme amacı taşıyan manipülatif söylemler arasında ince bir çizgi çizer.
Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde güvence altına alınan ifade ve basın özgürlüğü, demokratik toplumun temel taşlarındandır. Ancak bu özgürlük, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi amaçlarıyla sınırlandırılabilir. Piyasa dolandırıcılığı suçunun basın aracılığıyla işlenmesi durumunda, korunan hukuki değer sadece bireyin itibarı değil; aynı zamanda kamusal nitelikteki sermaye piyasası güvenidir. Bu nedenle, bir haber veya yorumun “manipülatif bilgi” sayılıp sayılmayacağı değerlendirilirken hem kamu yararı hem de maddi doğruluk kriterleri dikkate alınmalıdır. Yargıtay 4. Ceza Dairesi, 2023 tarihli bir kararında (E.2021/9774, K.2023/20467) basın özgürlüğü ile sermaye piyasası suçlamaları arasındaki sınırı net biçimde çizmiştir. Somut olayda, bir ekonomi haber sitesinde bir kişi hakkında “manipülatörler korkulu rüya görmeye devam etsin” ifadesi kullanılmış; katılan, bu ifadenin kendisine yönelik olduğunu ve “piyasa dolandırıcılığı” suçlaması içerdiğini iddia etmiştir. Ancak Yargıtay, yerel mahkemenin beraat kararını onaylayarak şu tespitleri yapmıştır: “Sanığın yazısı bütün olarak değerlendirildiğinde, katılan doğrudan hedef alınmamış, yazının amacı haber verme ve piyasa yorumudur. ‘Manipülatör’ ifadesi, sermaye piyasasında işlem yapan kişi grubunu betimleyici niteliktedir; küçük düşürücü kasıt bulunmamaktadır.” Bu yaklaşım, eleştiri sınırlarını aşmayan haberlerin manipülasyon suçu kapsamında değerlendirilemeyeceğini göstermektedir. Yargıtay burada “matufiyet” (hedefe yönelmişlik) unsurunun gerçekleşmemesi nedeniyle hakaret suçu oluşmadığı gibi, SPKn m.107/2 anlamında da manipülatif bilgi fiilinin bulunmadığını kabul etmiştir.
“Unutulma hakkı” ve güncellik ilkesine ilişkin Yargıtay kararı (2020/…)
Basın özgürlüğü tartışmasının bir diğer boyutu, geçmişte yayımlanan haberlerin güncelliğini yitirmesi durumunda ortaya çıkar. Yargıtay 2020 tarihli bir kararında, 2014–2015 yıllarına ait internet haberleriyle bir şirket ve yöneticisinin “manipülasyon” suçlamalarıyla ilişkilendirilmesine yönelik erişimin engellenmesi talebini incelemiştir. Mahkeme, iki yönlü bir değerlendirme yapmıştır:
- 2014–2017 yıllarındaki haberler bakımından: haberlerin SPK bültenlerine dayalı olması ve yatırımcılar açısından kamu yararı taşıması nedeniyle unutulma hakkı kapsamında erişimin engellenmesi uygun görülmemiştir.
- 2019 tarihli güncel haber bakımından ise, piyasanın hâlâ bu bilgilerden etkilendiği ve yatırımcıların korunması amacıyla haberin basın özgürlüğü sınırları içinde kaldığı kabul edilmiştir.
Bu içtihat, ifade özgürlüğü ile kişilik hakları arasında zaman faktörüne dayalı bir denge kurmaktadır: Bir haberin, yayımlandığı dönemde gerçeklik ve kamu yararı kriterlerini karşılaması yeterli iken; aradan uzun yıllar geçtikten sonra güncellik değerini yitirmesi, unutulma hakkı lehine ağırlık oluşturur.
AİHM ve AYM perspektifi: kamusal tartışma ile ticari hassasiyet ayrımı
AİHM içtihatlarında (örneğin Axel Springer AG/Almanya, Times Newspapers/Birleşik Krallık) basının ekonomik aktörlere ilişkin haberlerinde şu kriterler esas alınır:
- Kamu yararı: haber, genel yatırımcı kitlesini bilgilendirme işlevi taşıyor mu?
- Gerçeklik: bilgi doğrulanabilir kaynaklara dayanıyor mu?
- Yayın biçimi: abartılı, aşağılayıcı veya yönlendirici dil kullanılmış mı?
- Sonuç: haber, piyasayı manipüle edecek bir izlenim yaratıyor mu?
Anayasa Mahkemesi de bu ölçütleri benimseyerek, ifade özgürlüğünü “kamusal tartışmaya katkı” yönüyle korurken, manipülasyon amacı taşıyan yayınları cezai sorumluluk alanına dahil etmektedir.
Basın özgürlüğü, sermaye piyasalarının şeffaf işleyişi için hayati öneme sahiptir; ancak gerçek dışı veya kasıtlı yönlendirici haberler kamusal güveni sarsar.
Yargıtay içtihatları, bu dengenin dinamik bir şekilde kurulmasını benimsemektedir:
- Güncel ve doğrulanabilir bilgiye dayanan haberler koruma altındadır,
- Ancak yatırımcı davranışlarını yönlendirme kastı taşıyan ifadeler piyasa dolandırıcılığı kapsamına girebilir.
Bu çerçevede, 6362 sayılı Kanun’un 107/2. maddesi, gazetecilik sorumluluğunu ceza tehdidiyle değil, kamusal dürüstlük ilkesiyle sınırlamaktadır. Sonuç olarak, basın ve piyasa güvenliği arasındaki denge, hem özgürlük hem de güven ilkesi temelinde yorumlanmalıdır.
Cumhuriyet Savcısının Soruşturma Yetkisi ve 115. Madde’nin Getirdiği Takip Usulü
Sermaye piyasası suçlarının önemli bir kısmı, doğrudan kamu güvenini ve ekonomik düzeni ilgilendirmesi nedeniyle resen soruşturulabilir nitelikte olmalıdır. Ancak 6362 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu, bazı suç tiplerinde bu genel ilkeden ayrılarak özel bir soruşturma mekanizması öngörmüştür. Bu mekanizma, 115. maddede düzenlenen “izin veya karar şartına bağlı takip usulü”dür. Kanunun 115. maddesi özetle şu hükmü içermektedir: “Bu Kanunda yer alan suçlardan; a) Kurulun suç duyurusuna bağlı olanlar hakkında, Cumhuriyet savcısı tarafından doğrudan soruşturma başlatılamaz. b) Kurulun suç duyurusu üzerine Cumhuriyet savcısı soruşturma başlatır.” Bu düzenleme, ceza muhakemesi sisteminde genel ilke olan “re’sen soruşturma” yetkisini sınırlamakta; belirli suçlar bakımından savcının harekete geçebilmesini Sermaye Piyasası Kurulu’nun (SPK) suç duyurusuna bağlamaktadır. Bu nedenle öğretide ve uygulamada, madde zaman zaman “Cumhuriyet savcısına kelepçe” veya “filtreli soruşturma sistemi” olarak nitelendirilmiştir.
Kanun koyucunun bu düzenleme ile amacı, sermaye piyasası gibi yüksek teknik uzmanlık gerektiren bir alanda, ceza soruşturmalarının keyfî biçimde başlatılmasını önlemek ve SPK’nın teknik değerlendirmesini filtre olarak kullanmaktır. SPK, hem kamusal denetim organı hem de teknik bilirkişi mercii olarak değerlendirilir; dolayısıyla soruşturmanın başlatılabilmesi için öncelikle suç şüphesinin Kurulca tespit edilmesi öngörülmüştür. Bu yönüyle m.115, bilirkişilik ve denetim fonksiyonunu yargısal sürecin ön safhasına taşıyan bir normdur.
Bu filtre tüm sermaye piyasası suçlarını kapsamaz. Uygulamada yalnızca şu kategoriler için geçerlidir:
- Piyasa dolandırıcılığı (m.107),
- Bilgi suistimali (m.106),
- İzinsiz sermaye piyasası faaliyeti (m.109),
- Sahte belge düzenleme (m.110)
gibi doğrudan SPK denetim alanına giren suçlarda, Cumhuriyet savcısı SPK’nın suç duyurusu olmadan resen soruşturma açamaz. Buna karşılık, dolandırıcılık (TCK m.157) veya nitelikli dolandırıcılık (m.158) hükümlerine göre yürütülen genel ceza soruşturmaları bu filtreye tabi değildir.
Uygulamada süreç şu şekilde işlemektedir:
- SPK, denetim birimlerince yürütülen inceleme sonucunda suç teşkil eden fiiller tespit edilirse, ilgili kişiler hakkında suç duyurusu raporu düzenler.
- Bu rapor Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir.
- Savcılık, ancak bu aşamadan sonra soruşturma evrakı düzenleyip ifade alma veya arama gibi koruma tedbirlerine başvurabilir.
SPK suç duyurusunda bulunmazsa, savcının elindeki diğer deliller ne kadar güçlü olursa olsun soruşturma başlatamaz. Yargıtay 19. Ceza Dairesi, çeşitli kararlarında bu düzenlemeyi takip şartı olarak nitelendirmiştir. Örneğin 2018/3124 E., 2018/7129 K. sayılı kararında şöyle denilmektedir: “Sermaye Piyasası Kanunu’nun 115. maddesi uyarınca Kurulun suç duyurusu bulunmaksızın Cumhuriyet savcısı tarafından soruşturma başlatılması mümkün değildir. Bu şart, soruşturma evresine ilişkin olup, davanın esasına etkili bir usulî önkoşul niteliğindedir.” Dolayısıyla SPK’nın suç duyurusunun bulunmaması hâlinde açılan soruşturma, hukuka aykırı delil niteliği taşıyacak ve kovuşturma yapılamayacaktır.
Bu sistem, özellikle ceza muhakemesi öğretisinde yoğun şekilde eleştirilmektedir. Eleştiriler üç noktada toplanır:
- Bağımsız soruşturma ilkesine aykırılık: Savcı, kanunen “kamu adına re’sen soruşturma” yetkisine sahiptir. Bu yetkinin idari bir kurumun iradesine bağlanması, yargı bağımsızlığı ile bağdaşmaz.
- Etkin soruşturma ilkesine zarar: Özellikle manipülasyon fiillerinde SPK’nın geç bildirim yapması veya hiç bildirimde bulunmaması durumunda, suçun zamanaşımına uğrama riski artar.
- Çifte değerlendirme riski: SPK, hem idari para cezası uygulayan hem de suç duyurusunda bulunan organdır. Bu nedenle aynı fiilin hem idari hem cezai süreçte farklı değerlendirilmesi mümkündür; bu da ne bis in idem (çifte yargılanmama) ilkesine aykırılık iddialarına yol açabilir.
Düzenlemeyi savunan görüşler ise şu gerekçelere dayanmaktadır:
- SPK’nın suç duyurusu şartı, uzmanlık gerektiren teknik bir ön eleme mekanizmasıdır; adaletin etkinliğini artırır.
- Bu sistem, savcının değil, piyasayı düzenleyen kurumun yetkinliğini güçlendirir.
- Ceza soruşturması öncesinde SPK’nın yaptığı değerlendirme, olası hatalı soruşturmaları ve borsa istikrarına zarar verebilecek söylentileri engeller.
Bu nedenle bazı yazarlar, düzenlemeyi “soruşturma öncesi filtre” olarak nitelendirmekte, Anayasa’ya aykırılık teşkil etmediğini savunmaktadır. Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuru kararlarında, idari izin şartlarının ceza soruşturmasının özüne zarar vermemesi gerektiği vurgulanmaktadır. Bu bakımdan, m.115’in uygulaması, AİHS m.6 (adil yargılanma hakkı) ve AİHS m.13 (etkili başvuru hakkı) yönünden denetime açık bir konudur. Eğer SPK, ciddi bir manipülasyon şüphesine rağmen suç duyurusunda bulunmazsa, mağdur yatırımcılar açısından etkili başvuru hakkının ihlali gündeme gelebilir.
Öğretide ve uygulamada, m.115’in güncellenmesi yönünde üç temel öneri öne çıkmaktadır:
- Savcıya bilgi alma yetkisi: SPK’nın suç duyurusunda bulunmadığı hâllerde, savcıya “bilgi isteme” veya “ön değerlendirme talebi” hakkı tanınabilir.
- Süre sınırı: SPK’nın inceleme süreci altı ay gibi belirli bir süreyle sınırlandırılabilir.
- İstisna getirilmesi: Özellikle piyasa dolandırıcılığı gibi kamu yararını doğrudan ilgilendiren suçlarda savcının resen soruşturma yetkisi yeniden tanınabilir.
6362 sayılı Kanun’un 115. maddesi, ceza muhakemesinde alışılmadık bir “idari filtre” mekanizması oluşturmuştur. Amaç, sermaye piyasasında teknik bilgiye dayalı soruşturma disiplini sağlamaktır; ancak pratikte bu hüküm, kimi durumlarda etkin soruşturma engeline dönüşmektedir. Bu nedenle maddenin gelecekte, hem yargısal bağımsızlık hem de piyasa denetimi ilkeleri gözetilerek yeniden şekillendirilmesi gerekir. Böyle bir reform, sermaye piyasası suçlarının hem etkin biçimde soruşturulmasını hem de haksız piyasa söylentilerinin önlenmesini sağlayacaktır.
Sonuç ve Değerlendirme
6362 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu’nun 107, 108 ve 115. maddeleri, Türk sermaye piyasası hukukunda hem piyasa bütünlüğünü koruma hem de ifade özgürlüğü sınırlarını belirleme açısından kritik öneme sahiptir. Bu üç madde birlikte değerlendirildiğinde, kanun koyucunun iki temel amacı olduğu görülmektedir: (1) Piyasanın güvenilir, şeffaf ve dürüst işleyişini teminat altına almak; (2) Aynı zamanda bilgi dolaşımının serbestliğini ve meşru gazetecilik faaliyetini korumak.
Madde, piyasa dolandırıcılığı fiillerini iki boyutta tanımlamıştır:
- İşlem bazlı manipülasyon (m.107/1) – alım satım işlemleriyle yapay arz–talep veya fiyat izlenimi yaratmak,
- Bilgi bazlı manipülasyon (m.107/2) – yalan veya yanıltıcı haber, söylenti ya da yorumla yatırımcı kararlarını etkilemek.
Bu fiillerin cezalandırılması, yalnızca bireysel mağduriyetleri değil, finansal sistemin istikrarını ve ekonomik düzenin güvenilirliğini korumayı hedefler. Bununla birlikte, 108. madde, belirli ekonomik müdahalelerin (TCMB işlemleri, geri alım programları, piyasa yapıcılığı vb.) suç teşkil etmeyeceğini açıkça belirterek meşru piyasa faaliyetlerini güvence altına almıştır. Son olarak 115. madde, Cumhuriyet savcısının doğrudan soruşturma yetkisini SPK’nın suç duyurusuna bağlayarak, uzmanlık temelli bir ön eleme sistemi kurmuştur. Bu sistem, teknik doğruluk açısından yararlı olmakla birlikte, etkin soruşturma bakımından zaman zaman sınırlandırıcı bir etki doğurabilmektedir.
Yargıtay kararları göstermektedir ki, uygulamada üç temel gerilim alanı vardır:
- Yetki ve yer belirleme sorunları – Dijital işlem yapısı nedeniyle suçun işlendiği yerin tespiti güçleşmekte; Yargıtay, fiilin tamamlanma yerini Borsa İstanbul’un bulunduğu İstanbul olarak kabul etmektedir.
- Menfaatin hesaplanması – Ceza kişiselleştirilmelidir; her sanığın kendi eyleminden elde ettiği kazanç kadar sorumlu tutulması gerekmektedir.
- Basın ve ifade özgürlüğü – Ekonomik haberler ile manipülatif yorumlar arasındaki çizgi bazen bulanıklaşmakta; mahkemeler, gerçeklik ve kamu yararı kriterlerine göre denge kurmaktadır.
Bu noktada, “manipülatör” ifadesi veya geçmiş borsa davalarıyla ilgili haberler, ifade özgürlüğü sınırları içinde eleştiri niteliğinde ise cezai sorumluluk doğurmaz; ancak yatırımcı davranışını etkileme veya kazanç sağlama kastı varsa, manipülasyon suçu gündeme gelebilir.
Türk sermaye piyasası hukukunun hem uluslararası standartlarla uyum hem de etkinlik bakımından güçlenmesi için şu düzenlemeler önerilebilir:
- 115. madde revizyonu: Savcının resen soruşturma yetkisini, özellikle kamu yararı gerektiren manipülasyon dosyalarında yeniden tanımlamak,
- Basın özgürlüğü rehberi: SPK ve Basın Konseyi iş birliğiyle piyasa haberciliği için etik ve sorumluluk ilkeleri belirlemek,
- Uzman mahkemeler: İstanbul merkezli sermaye piyasası mahkemelerinin dijital uzmanlık kapasitesini artırmak,
- Menfaat hesaplama rehberi: Yargıtay’ın bireysel menfaat içtihadını somut kriterlerle destekleyen bir rehber yayımlamak.
Bıçak Hukuk Bürosu, sermaye piyasası suçları, manipülasyon iddiaları, idari para cezaları, yatırımcı hakları ve bilgi suistimali davalarında hem savunma hem de danışmanlık düzeyinde kapsamlı hizmet sunmaktadır. Büromuz, özellikle piyasa dolandırıcılığı (m.107) ve bilgi suistimali (m.106) alanlarında:
- SPK soruşturmaları ve suç duyurularının hukuka uygunluğu,
- Cumhuriyet savcılığı nezdinde takip usulleri,
- Basın özgürlüğü ve kişisel hakların korunması,
- Yargıtay içtihatlarına dayalı stratejik savunma planları
konularında uzmanlaşmış bir ekibe sahiptir. Bu kapsamda Bıçak Hukuk, yalnızca müvekkillerinin menfaatlerini değil, aynı zamanda piyasa güvenliğini ve yargısal istikrarı da gözeten bir hukuk anlayışını benimsemektedir. Kurucumuzun akademik birikimi ve uzun yıllara dayanan ceza hukuku deneyimi, büromuza bu alanda doktriner derinlik ve yargısal perspektif kazandırmaktadır.
Borsa manipülasyonu suçları, ceza hukuku ile ekonomik düzenin kesişim noktasında yer alan karmaşık fiillerdir. Bu suçların soruşturulması ve yargılanması sürecinde, ifade özgürlüğü, adil yargılanma hakkı, ekonomik etkinlik ve kamu yararı arasında hassas bir denge kurulmalıdır. Yargı organlarının son yıllardaki kararları, bu dengenin özgürlükçü ama disiplinli bir yaklaşımla korunması yönünde gelişmektedir. Gelecekte yapılacak reformlarla birlikte, Türk sermaye piyasası hukukunun şeffaf, öngörülebilir ve güven odaklı bir yapıya kavuşacağı öngörülmektedir. Bu süreçte, hukuki bilgi ile ekonomik bilincin birleştiği alanlarda faaliyet gösteren kurumlar – özellikle Bıçak Hukuk Bürosu gibi akademik temelli hukuk kuruluşları – piyasa bütünlüğünün korunmasında kilit rol üstlenmeye devam edecektir.
Deutsch
Türkçe
English
Français

Comments
No comments yet.