Kara Para Aklama ve Terörizmin Finansmanı ile Mücadelede FATF Denetimi: Türkiye İçin Riskler ve Fırsatlar

Türkiye, kara para aklama ve terörizmin finansmanıyla mücadelede uluslararası standartları belirleyen FATF tarafından 2021 yılında gri listeye alınmıştır. Bu karar, mevzuat eksikliğinden ziyade uygulama etkinliği, denetim kapasitesi ve sonuç odaklılık alanlarında tespit edilen stratejik zafiyetlere dayanmaktadır. Gri liste süreci, Türkiye’de mali suçlarla mücadele alanında kapsamlı hukuki ve kurumsal reformları zorunlu kılmıştır. Bu dönemde MASAK’ın rolü güçlendirilmiş, denetimler artırılmış ve terörizmin finansmanında mali boyut ön plana çıkarılmıştır. 2024 yılında Türkiye’nin gri listeden çıkarılması, atılan adımların FATF nezdinde yeterli görüldüğünü göstermektedir. Bununla birlikte gri listeden çıkış, mutlak uyum sağlandığı anlamına gelmemektedir. FATF standartlarına uyumun sürdürülebilirliği, kamu kurumları kadar özel sektör ve profesyonel aktörlerin hukuki farkındalığına da bağlıdır. Bıçak, kara para aklama ve terörizmin finansmanıyla mücadele, MASAK yükümlülükleri, finansal uyum ve risk yönetimi alanlarında sunduğu hukuki danışmanlık ve adli – idari makamlar önünde temsil hizmetleriyle bu sürecin doğru yönetilmesine katkı sağlamaktadır.

FATF Gri Liste Sonrası Türkiye Sürdürülebilir Uyum Kara Para Aklama Terörizmin Finansmanı Mücadele Denetimi Riskler Fırsatlar Avukat Hukuk

FATF “Gri Liste” Sonrası Türkiye: Sürdürülebilir Uyum

Kara para aklama ve terörizmin finansmanı, günümüzde yalnızca ceza hukuku veya mali suçlar kapsamında ele alınabilecek dar bir sorun alanı olmaktan çıkmış; devletlerin ekonomik güvenliği, finansal istikrarı ve uluslararası sistemdeki itibarıyla doğrudan ilişkili, çok boyutlu bir küresel risk alanına dönüşmüştür. Finansal piyasaların küreselleşmesi, sermaye hareketlerinin serbestleşmesi, dijital ödeme sistemlerinin yaygınlaşması ve kripto varlıklar gibi yeni finansal araçların ortaya çıkması, suç gelirlerinin tespiti ve takibini her geçen gün daha karmaşık hâle getirmektedir. Bu dönüşüm, suçtan kaynaklanan gelirlerin meşrulaştırılması ve terör örgütlerinin finansman ağlarının gizlenmesi bakımından ciddi fırsatlar yaratırken, devletlerin geleneksel denetim ve soruşturma mekanizmelerini de zorlamaktadır.

Bu gelişmeler karşısında, kara para aklama ve terörizmin finansmanıyla mücadelenin yalnızca ulusal düzeyde alınacak tedbirlerle yürütülmesi mümkün olmamış; uluslararası iş birliği ve ortak standartlar zorunlu hâle gelmiştir. İşte bu noktada, Mali Eylem Görev Gücü (Financial Action Task Force – FATF), küresel ölçekte en etkili standart belirleyici ve denetleyici mekanizma olarak öne çıkmaktadır. FATF, doğrudan bağlayıcı hukuk normları koyan bir uluslararası örgüt olmamakla birlikte, geliştirdiği tavsiyeler ve uyguladığı denetim sistemi sayesinde, uluslararası finansal sistem üzerinde fiilî bir düzenleyici etki yaratmaktadır.

FATF’in belirlediği 40 Tavsiye, kara para aklama ve terörizmin finansmanıyla mücadelede ülkeler için ortak bir çerçeve sunmakta; bankacılık sektörü başta olmak üzere ödeme kuruluşları, finansal olmayan belirli iş ve meslek grupları, sivil toplum kuruluşları ve yeni teknolojiler alanında faaliyet gösteren aktörler açısından kapsamlı yükümlülükler öngörmektedir. Bu tavsiyelere uyum, yalnızca mevzuat düzeyinde değil, uygulama etkinliği bakımından da FATF tarafından yakından izlenmektedir. Karşılıklı değerlendirme (peer review) mekanizmasıyla ülkelerin performansı düzenli olarak ölçülmekte; tespit edilen eksiklikler kamuoyuyla paylaşılmaktadır.

FATF değerlendirmeleri sonucunda ortaya çıkan en dikkat çekici araçlardan biri ise kamuoyunda “gri liste” olarak bilinen, resmî adıyla “gözetimi artırılmış ülkeler” listesidir. Bu listeye dâhil edilmek, ilgili ülkenin kara para aklama ve terörizmin finansmanıyla mücadelede stratejik eksikliklere sahip olduğu yönünde güçlü bir uluslararası algı yaratmaktadır. Gri liste, teknik olarak bir yaptırım mekanizması olmamakla birlikte, bankalar, yatırımcılar, uluslararası finans kuruluşları ve derecelendirme kuruluşları nezdinde ciddi sonuçlar doğurmakta; işlem maliyetlerinden yatırım kararlarına kadar geniş bir alanda etkisini hissettirmektedir.

Türkiye’nin FATF ile ilişkisi de bu çerçevede son yıllarda yoğun tartışmalara konu olmuştur. Türkiye, 1991 yılından bu yana FATF üyesi olmasına rağmen, özellikle 2019 yılında yayımlanan Karşılıklı Değerlendirme Raporu sonrasında, kara para aklama ve terörizmin finansmanıyla mücadele alanında çeşitli eksiklikler nedeniyle eleştirilmiştir. Bu eleştirilerin yeterince giderilmediği gerekçesiyle Türkiye, Ekim 2021’de FATF tarafından gri listeye alınmış; bu karar hem iç hukuk hem de ekonomi politikaları bakımından önemli sonuçlar doğurmuştur.

Türkiye’nin Haziran 2024’te FATF gri listesinden çıkarılması, ilk bakışta sürecin başarıyla tamamlandığı izlenimini verse de, bu gelişmenin hukuki ve kurumsal anlamı çok daha dikkatli değerlendirilmelidir. Zira FATF metodolojisi, ülkelerin geçici düzenlemelerle veya kısa vadeli reformlarla uyum sağlamasını değil; uzun vadeli, kurumsallaşmış ve sürdürülebilir bir uyum rejimi inşa etmesini hedeflemektedir. Bu nedenle gri listeden çıkış, FATF denetiminin sona erdiği bir aşama değil; aksine uygulama etkinliğinin ve sürdürülebilirliğin daha yakından izleneceği yeni bir dönemin başlangıcıdır.

Nitekim uluslararası basında ve FATF çevrelerinde yer alan değerlendirmeler, Türkiye’nin 2025 ve sonrasında yeniden yerinde değerlendirmelere tabi tutulacağını, özellikle bankacılık dışı finansal sektörler, ödeme kuruluşları, fintek şirketleri ve sanal varlık hizmet sağlayıcıları gibi alanlarda uygulama etkinliğinin yakından izleneceğini göstermektedir. Bu durum, Türkiye açısından “gri liste sonrası” dönemin, en az gri liste süreci kadar kritik olduğunu ortaya koymaktadır.

Bu çalışmada, FATF’in kurumsal yapısı ve denetim mekanizması ayrıntılı biçimde ele alınacak; kara para aklama ve terörizmin finansmanı suçlarının hukuki ve ekonomik boyutları ortaya konulacak; Türkiye’nin FATF süreci, 2019 değerlendirmesinden 2021 gri liste kararına ve 2024 çıkışına kadar bütüncül bir perspektifle analiz edilecektir. Ayrıca, gri liste sonrası dönemde Türkiye açısından ortaya çıkan riskler ve fırsatlar değerlendirilerek, sürdürülebilir uyumun nasıl sağlanabileceğine ilişkin hukuki ve kurumsal bir çerçeve sunulacaktır.

Bu bağlamda amaç, FATF sürecini yalnızca teknik bir uyum meselesi olarak değil; hukuk devleti, finansal güven ve uluslararası itibar ekseninde ele almak ve Türkiye’nin önündeki yol haritasını bütüncül bir bakış açısıyla tartışmaktır.

FATF Nedir? Küresel Finansal Düzen İçindeki Konumu ve Gücü

Mali Eylem Görev Gücü (Financial Action Task Force – FATF), kara para aklama ve terörizmin finansmanıyla mücadelede küresel standartlar belirleyen ve bu standartların uygulanmasını izleyen hükümetlerarası bir oluşumdur. FATF’in küresel finans sistemi üzerindeki etkisi, sahip olduğu hukuki yetkilerden değil; oluşturduğu normatif çerçeve, akran denetimi mekanizması ve uluslararası piyasalarda yarattığı itibar baskısından kaynaklanmaktadır. Bu yönüyle FATF, klasik anlamda bir uluslararası örgüt olmaktan ziyade, küresel finansal yönetişimin merkezî aktörlerinden biri olarak değerlendirilmektedir.

FATF’in Ortaya Çıkışı ve Tarihsel Arka Planı

FATF, 1989 yılında Paris’te gerçekleştirilen G7 Zirvesi’nde alınan karar doğrultusunda kurulmuştur. Kuruluşun temel motivasyonu, özellikle 1980’li yıllarda uyuşturucu ticareti ve organize suçlardan elde edilen gelirlerin uluslararası bankacılık sistemi aracılığıyla aklanmasının küresel bir tehdit hâline gelmesidir. Bu dönemde devletlerin ulusal düzeyde aldıkları önlemlerin yetersiz kalması, ortak standartlara duyulan ihtiyacı açıkça ortaya koymuştur.

Kuruluş aşamasında FATF’in odak noktası yalnızca kara para aklama iken, 11 Eylül 2001 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri’nde gerçekleşen terör saldırılarından sonra görev alanı genişletilmiş ve terörizmin finansmanıyla mücadele de FATF’in temel faaliyet alanları arasına dâhil edilmiştir. Bu genişleme, FATF’in küresel güvenlik mimarisi içindeki rolünü güçlendirmiş ve örgütü yalnızca mali suçlarla mücadele eden teknik bir yapı olmaktan çıkararak, uluslararası güvenlik ve finans politikalarının kesişim noktasına taşımıştır (Blazejewski, 2008; Terry & Robles, 2018).

Türkiye, FATF’e 24 Eylül 1991 tarihinde üye olmuş ve kuruluşun standart belirleme ve değerlendirme süreçlerine katılmaya başlamıştır. Bu üyelik, Türkiye’nin kara para aklama ve terörizmin finansmanıyla mücadelede uluslararası normlara uyum taahhüdünün bir göstergesi olarak değerlendirilmiştir.

FATF Birleşmiş Milletler veya Avrupa Birliği Kurumu mudur?

FATF, sıklıkla Birleşmiş Milletler veya Avrupa Birliği ile karıştırılmakla birlikte, bu yapılardan kurumsal olarak tamamen bağımsızdır. FATF ne Birleşmiş Milletler sisteminin bir parçasıdır ne de Avrupa Birliği hukuk düzeni içinde yer almaktadır. Bununla birlikte FATF’in geliştirdiği standartlar, hem Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarıyla hem de Avrupa Birliği’nin kara para aklama ve terörizmin finansmanına ilişkin direktifleriyle büyük ölçüde uyumlu hâle gelmiştir.

Bu durum, FATF’in doğrudan bağlayıcı bir hukuki yetkiye sahip olmamasına rağmen, uluslararası hukuk ve bölgesel hukuk düzenleri üzerinde dolaylı fakat güçlü bir etki yarattığını göstermektedir. Özellikle Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin terörizmin finansmanına ilişkin bağlayıcı kararları, FATF tavsiyeleri aracılığıyla somut ve teknik yükümlülüklere dönüştürülmektedir (Borlini & Montanaro, 2017).

FATF’in Kurumsal Yapısı ve İşleyişi

FATF’in en üst karar alma organı, üye ülkelerin temsilcilerinden oluşan Genel Kurul’dur (Plenary). Genel Kurul yılda genellikle üç kez toplanmakta ve FATF tavsiyeleri, değerlendirme raporları ile gri ve kara liste kararları bu toplantılarda kabul edilmektedir. FATF’te kararlar oy çokluğu ile değil, uzlaşı (consensus) ile alınmaktadır. Bu durum, kararların teknik olduğu kadar diplomatik ve politik bir nitelik de taşımasına yol açmaktadır.

FATF Başkanı ve Başkan Yardımcısı, belirli süreler için atanmakta ve kuruluşu uluslararası platformlarda temsil etmektedir. Bunun yanı sıra FATF bünyesinde, değerlendirme ve izleme faaliyetlerini yürüten çeşitli çalışma grupları bulunmaktadır. Bu gruplar; risk analizi, yeni yöntemler, uluslararası iş birliği ve uyum izleme gibi alanlarda uzmanlaşmıştır.

FATF Sekretaryası, Paris’te OECD bünyesinde faaliyet göstermekte olup, teknik destek, raporlama ve koordinasyon görevlerini üstlenmektedir. Sekretaryanın karar alma yetkisi bulunmamakta; bu yetki tamamen üye devletlerin temsilcilerinden oluşan organlara aittir. Bu yapı, FATF’in bir “devletler kulübü” niteliğini güçlendirmekte ve akran baskısı (peer pressure) mekanizmasını ön plana çıkarmaktadır.

FATF Tavsiyelerinin Hukuki Niteliği: Yumaşak İlkeler’den Fiilî Bağlayıcılığa

FATF tarafından kabul edilen 40 Tavsiye, klasik anlamda bağlayıcı hukuk kuralları değildir. Bu nedenle FATF normları, öğretide “yumuşak ilkeler” olarak nitelendirilmektedir. Yumuşak ilkeler, devletlerin hukuken zorunlu olmamakla birlikte uymaları beklenen norm ve ilkeleri ifade etmektedir. FATF tavsiyeleri de bu kapsamdadır.

Bununla birlikte FATF tavsiyelerinin uygulamadaki etkisi, çoğu zaman bağlayıcı yasal normlarından daha güçlü olabilmektedir. Zira uluslararası bankalar, finans kuruluşları, sigorta şirketleri ve yatırımcılar, FATF değerlendirmelerini ülke risk analizlerinin temel unsurlarından biri olarak kabul etmektedir. Bir ülkenin FATF tarafından gri veya kara listeye alınması, o ülke ile yapılan finansal işlemlerde ek denetim, yüksek uyum maliyeti ve hatta ilişki kesilmesi (de-risking) gibi sonuçlara yol açabilmektedir (Nanyun & Nasiri, 2021).

Bu bağlamda FATF tavsiyeleri, hukuki olarak bağlayıcı olmamakla birlikte, ekonomik ve finansal sonuçları itibarıyla fiilî bir bağlayıcılık üretmektedir. Devletler, uluslararası finans sistemine erişimlerini ve ekonomik itibarlarını koruyabilmek için FATF standartlarına uyum sağlamak zorunda kalmaktadır.

FATF’in Küresel Finansal Düzen İçindeki Gücü

FATF’in küresel finansal düzen içindeki gücü, doğrudan yaptırım yetkisinden değil; oluşturduğu normatif çerçeve ve bu çerçevenin IMF, Dünya Bankası ve uluslararası derecelendirme kuruluşları tarafından benimsenmesinden kaynaklanmaktadır. IMF ve Dünya Bankası, ülkelerin finansal sistemlerini değerlendirirken FATF standartlarını esas almakta; bu durum, FATF uyumunun uluslararası kredi ve finansman olanakları üzerinde belirleyici olmasına yol açmaktadır (Blazejewski, 2008).

Bu sistem içinde FATF, bir anlamda “küresel finansal kapı bekçisi” rolü üstlenmektedir. FATF standartlarına uyum sağlayan ülkeler, temiz ve meşru sermaye için cazip hâle gelirken; uyum göstermeyen ülkeler, kara para ve yasa dışı fonlar açısından riskli bölgeler olarak algılanmaktadır. Bu ikili yapı, devletler üzerinde güçlü bir uyum baskısı oluşturmaktadır.

Türkiye’nin FATF süreci de bu çerçevede değerlendirilmelidir. Türkiye’nin gri listeye alınması ve sonrasında bu listeden çıkarılması, yalnızca teknik bir uyum meselesi değil; küresel finansal düzen içindeki konumunun yeniden tanımlanması anlamına gelmektedir. Bu nedenle FATF’in ne olduğu, nasıl çalıştığı ve hangi araçlarla etki yarattığı anlaşılmadan, Türkiye’nin FATF sürecinin sağlıklı biçimde değerlendirilmesi mümkün değildir.

Kara Para Aklama ve Terörizmin Finansmanı: Hukuki ve Ekonomik Tehdit

Kara para aklama ve terörizmin finansmanı suçları, modern devletlerin karşı karşıya kaldığı en karmaşık ve çok katmanlı tehdit alanlarından biridir. Bu suçlar yalnızca bireysel veya örgütsel menfaat sağlamaya yönelik klasik suç tipleri olarak değerlendirilemez; aksine ekonomik düzenin işleyişini bozan, finansal sisteme olan güveni zedeleyen ve uzun vadede devletlerin egemenlik kapasitesini aşındıran sistemik riskler doğurur. Bu nedenle kara para aklama ve terörizmin finansmanı, hem ulusal hukuk düzenlerinde hem de uluslararası düzeyde özel bir düzenleme ve denetim alanı hâline gelmiştir.

Ekonomik Suç Kavramı ve Kara Para Aklamanın Yeri

Ceza hukuku öğretisinde kara para aklama suçu, ekonomik suçlar kategorisi içinde değerlendirilmektedir. Ekonomik suçlar, doğrudan ekonomik düzene, piyasa mekanizmasına ve mali sisteme olan güvene karşı işlenen suçlardır. Bankacılık suçları, sermaye piyasası suçları, vergi suçları, gümrük kaçakçılığı ve suç gelirlerinin aklanması bu kategori içinde yer almaktadır (İnceoğlu, 2020).

Kara para aklamanın ayırt edici özelliği, suçtan elde edilen gelirlerin kaynağının gizlenmesi ve bu gelirlerin meşru bir ekonomik faaliyet sonucu elde edilmiş gibi gösterilmesidir. Bu yönüyle kara para aklama, yalnızca öncül suçun tamamlayıcısı değil; bağımsız bir suç tipi olarak düzenlenmektedir. Aklama fiili, suçtan elde edilen gelirin izinin sürülmesini zorlaştırmakta ve ceza adalet sisteminin etkinliğini ciddi biçimde zayıflatmaktadır.

Ekonomik suçların en önemli etkisi, piyasa aktörleri arasında eşit rekabet koşullarını ortadan kaldırmasıdır. Suçtan elde edilen ve aklanan gelirlerle faaliyet gösteren kişi ve işletmeler, hukuka uygun biçimde faaliyet gösteren aktörlere karşı haksız rekabet avantajı elde etmektedir. Bu durum, kayıt dışı ekonomiyi beslemekte ve uzun vadede ekonomik düzenin sürdürülebilirliğini tehdit etmektedir.

Kara Para Aklama Suçunun Aşamaları ve Yöntemleri

Kara para aklama süreci, öğretide genellikle üç aşamalı bir yapı içinde ele alınmaktadır: yerleştirme, ayrıştırma ve bütünleştirme (Ünlü, 2019).

Yerleştirme aşaması, suçtan elde edilen nakit veya diğer değerlerin finansal sisteme ilk kez sokulduğu aşamadır. Bu aşamada suç gelirleri bankalara yatırılmakta, döviz büroları veya para transfer hizmetleri aracılığıyla dolaşıma sokulmakta ya da fiziksel olarak ülke dışına çıkarılmaktadır. Bu aşama, yakalanma riskinin en yüksek olduğu evredir.

Ayrıştırma aşamasında, suç gelirleri çok sayıda karmaşık finansal işlemle izlenemez hâle getirilmeye çalışılır. Parçalama (structuring), şirinler yöntemi (smurfing), offshore hesaplar, paravan şirketler ve hayali ticari işlemler bu aşamada sıklıkla kullanılan yöntemlerdir. Amaç, paranın suçla olan bağlantısını koparmaktır.

Bütünleştirme aşaması ise aklanan paranın tekrar meşru ekonomik faaliyetler içine sokulduğu evredir. Gayrimenkul yatırımları, lüks tüketim, şirket satın almaları ve sermaye piyasası işlemleri bu aşamada sıkça kullanılmaktadır. Bu noktadan sonra suç gelirleri, dışarıdan bakıldığında tamamen yasal bir görünüm kazanmış olur.

Teknolojik gelişmeler, kara para aklama yöntemlerini de dönüştürmüştür. Elektronik para, ön ödemeli kartlar, internet bankacılığı, kripto varlıklar ve sanal platformlar, aklama faaliyetlerini daha hızlı ve daha zor izlenebilir hâle getirmiştir. Bu gelişme, “siber aklama” olarak adlandırılan yeni bir suç alanının ortaya çıkmasına yol açmıştır (Miynat & Duramaz, 2013).

Terörizmin Finansmanı: Paranın Kirletilmesi Mantığı

Terörizmin finansmanı suçu, kara para aklamadan farklı bir mantık üzerine kuruludur. Kara para aklamada amaç, suç gelirlerini meşrulaştırmak iken; terörizmin finansmanında amaç, terör örgütlerinin faaliyetlerini sürdürebilmesi için fon sağlamaktır. Bu fonlar, yasadışı faaliyetlerden elde edilebileceği gibi tamamen meşru kaynaklardan da sağlanabilir.

Bu nedenle terörizmin finansmanı, literatürde “paranın kirletilmesi” olarak tanımlanmaktadır. Meşru yollardan elde edilen gelirler, terör eylemlerinin gerçekleştirilmesi, propaganda faaliyetleri, örgüt üyelerinin desteklenmesi ve lojistik ihtiyaçların karşılanması amacıyla kullanıldığında, hukuka aykırı bir nitelik kazanmaktadır (Borlini & Montanaro, 2017).

Terör örgütleri, finansman sağlamak için bağışlar, aidatlar, ticari faaliyetler, sosyal medya kampanyaları ve sivil toplum kuruluşları gibi çok çeşitli araçlar kullanabilmektedir. Bu durum, terörizmin finansmanıyla mücadelenin yalnızca ceza hukuku değil; idari denetim ve mali gözetim araçlarını da kapsamasını zorunlu kılmaktadır.

Kara Para Aklama ve Terörizmin Finansmanının Ortak Risk Alanları

Her ne kadar amaçları farklı olsa da kara para aklama ve terörizmin finansmanı suçları, uygulamada benzer risk alanları üzerinden yürütülmektedir. Bankacılık sistemi, ödeme kuruluşları, para transfer hizmetleri, gayrimenkul sektörü ve finansal olmayan belirli iş ve meslekler bu risk alanlarının başında gelmektedir.

Avukatlar, muhasebeciler, emlakçılar ve şirket kuruluş hizmeti sunanlar, hem kara para aklama hem de terörizmin finansmanı açısından potansiyel risk grupları arasında sayılmaktadır. Bu mesleklerin sunduğu hizmetler, suç gelirlerinin gizlenmesi ve finansman ağlarının kurulması bakımından kritik rol oynayabilmektedir (Terry & Robles, 2018).

Bu durum, mesleki sır ve savunma hakkı gibi temel hukuk ilkeleri ile AML/CFT yükümlülükleri arasında hassas bir denge kurulmasını gerektirmektedir. FATF tavsiyeleri, bu dengeyi risk temelli yaklaşım yoluyla sağlamayı hedeflemektedir.

Türkiye Açısından Yasal Çerçeve ve Risk Profili

Türkiye’de kara para aklama suçu, TCK’nın 282. maddesinde “suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama” başlığı altında düzenlenmiştir. Terörizmin finansmanı suçu ise özel kanunlar ve ilgili ceza hükümleri kapsamında suç olarak tanımlanmıştır. Ayrıca Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK), Türkiye’nin merkezi mali istihbarat birimi olarak bu suçlarla mücadelede kilit bir role sahiptir.

Türkiye’nin jeopolitik konumu, gelişmekte olan ekonomisi ve dinamik finansal yapısı, kara para aklama ve terörizmin finansmanı bakımından hem risk hem de fırsat alanları barındırmaktadır. Bölgesel çatışmalar, göç hareketleri ve sınır ötesi ticaret, finansal sistem üzerinde ilave baskılar yaratmaktadır. Bu nedenle Türkiye’nin FATF tarafından yakından izlenmesi, yapısal risk profiliyle de doğrudan ilişkilidir. Bu çerçevede kara para aklama ve terörizmin finansmanı, Türkiye açısından yalnızca yasal bir suç tipi değil; ekonomik istikrar, finansal güven ve uluslararası itibarla doğrudan bağlantılı bir politika alanı olarak değerlendirilmelidir.

FATF 40 Tavsiyesi ve Karşılıklı Değerlendirme Mekanizması

FATF’in küresel finansal düzen içindeki belirleyici gücünün temelinde, “FATF 40 Tavsiyesi” olarak bilinen standartlar seti ile bu standartların uygulanmasını izlemeye yönelik geliştirilmiş olan karşılıklı değerlendirme (mutual evaluation) mekanizması yer almaktadır. FATF, doğrudan bağlayıcı kurallar koyan bir uluslararası örgüt olmamakla birlikte, 40 Tavsiye aracılığıyla kara para aklama ve terörizmin finansmanıyla mücadelede ülkeler için ortak bir referans çerçevesi oluşturmakta; karşılıklı değerlendirme sistemi yoluyla bu çerçevenin ne ölçüde hayata geçirildiğini düzenli olarak denetlemektedir.

FATF 40 Tavsiyesinin Yapısı ve Mantığı

FATF 40 Tavsiyesi, ilk bakışta teknik ve detaylı düzenlemelerden oluşan bir standartlar bütünü gibi görünse de, arka planında oldukça açık bir sistematik bulunmaktadır. Bu sistematiğin merkezinde “risk temelli yaklaşım” yer almaktadır. Risk temelli yaklaşım, ülkelerin kara para aklama ve terörizmin finansmanı risklerini kendi ekonomik, coğrafi ve sektörel özelliklerine göre belirlemesini ve buna uygun önleyici ve denetleyici tedbirler geliştirmesini öngörmektedir.

Bu yaklaşım, “her ülke için tek tip çözüm” anlayışını reddetmekte; ancak aynı zamanda ülkelerin riskleri gerekçe göstererek hiçbir şey yapmamasının da önüne geçmektedir. FATF açısından önemli olan, risklerin gerçekçi biçimde tespit edilmesi, bu risklere yönelik orantılı tedbirlerin alınması ve alınan tedbirlerin uygulamada etkili olup olmadığının gösterilebilmesidir (Terry & Robles, 2018).

40 Tavsiye genel olarak şu ana başlıklar altında toplanmaktadır: kara para aklama ve terörizmin finansmanına ilişkin politikalar ve koordinasyon, önleyici tedbirler, finansal olmayan belirli iş ve meslekler (FOBİM), şeffaflık ve gerçek faydalanıcılık, yetkili makamların yetki ve sorumlulukları ile uluslararası iş birliği. Bu yapı, yalnızca bankacılık sektörünü değil; finansal sistemle temas hâlindeki tüm aktörleri kapsayan geniş bir düzenleme alanı yaratmaktadır.

Önleyici Tedbirler ve “Müşterini Tanı” İlkesi

FATF 40 Tavsiyesi içinde önleyici tedbirler, uygulama bakımından en görünür ve en yoğun tartışılan alanı oluşturmaktadır. Müşterinin tanınması (Know Your Customer – KYC), kayıt tutma yükümlülüğü, şüpheli işlem bildirimi ve yüksek riskli müşteriler için ilave önlemler, bu başlık altında yer almaktadır.

Bu tedbirlerin temel amacı, suç gelirlerinin ve terör finansmanının finansal sistem içinde dolaşımını erken aşamada tespit edebilmektir. Ancak FATF, bu yükümlülüklerin “otomatik” veya “şekli” biçimde uygulanmasını yeterli görmemektedir. Özellikle siyasi nüfuz sahibi kişiler (PEP), karmaşık şirket yapıları ve sınır ötesi işlemler söz konusu olduğunda, artırılmış müşteri incelemesi (Enhanced Due Diligence) beklenmektedir.

Bu noktada FATF yaklaşımı, yalnızca mevzuatta yükümlülük öngörülmesini değil; finansal kuruluşların bu yükümlülükleri gerçekten içselleştirip içselleştirmediğini de değerlendirmeye almaktadır. Kâğıt üzerinde var olan ama uygulamada işlemeyen uyum programları, FATF nezdinde ciddi bir eksiklik olarak kabul edilmektedir.

Finansal Olmayan Belirli İş ve Meslekler (FOBİM)

FATF 40 Tavsiyesinin en hassas alanlarından biri, finansal olmayan belirli iş ve mesleklerdir. Avukatlar, noterler, muhasebeciler, emlakçılar, değerli maden ve taş ticaretiyle uğraşanlar, kara para aklama ve terörizmin finansmanı bakımından potansiyel risk taşıyan meslek grupları arasında sayılmaktadır.

Bu meslek gruplarının FATF kapsamına alınması, özellikle mesleki sır, savunma hakkı ve özel hayatın korunması gibi temel hukuk ilkeleri açısından tartışmalara yol açmıştır. FATF ise bu tartışmaları, risk temelli ve orantılı bir yaklaşım benimseyerek çözmeye çalışmaktadır. Buna göre, meslek mensuplarının her faaliyeti değil; özellikle finansal işlemlerle doğrudan bağlantılı hizmetleri AML/CFT yükümlülükleri kapsamında değerlendirilmektedir.

Türkiye bakımından FOBİM alanı, FATF değerlendirmelerinde sürekli olarak dikkat çeken bir zafiyet alanı olmuştur. Mevzuatta belirli yükümlülükler öngörülmüş olmakla birlikte, bu yükümlülüklerin uygulanması ve denetlenmesi konusunda uygulama etkinliğinin sınırlı kaldığı yönünde değerlendirmeler yapılmıştır.

3.4. Şeffaflık ve Gerçek Faydalanıcılık İlkesi

FATF 40 Tavsiyesi’nin bir diğer kritik unsuru, tüzel kişilerde ve yasal oluşumlarda şeffaflık ile gerçek faydalanıcılıktır. Suç gelirlerinin aklanmasında ve terörizmin finansmanında en sık kullanılan yöntemlerden biri, karmaşık şirket yapıları ve paravan kuruluşlar aracılığıyla gerçek kontrol sahibinin gizlenmesidir. Bu nedenle FATF, ülkelerden gerçek faydalanıcı bilgilerine zamanında, doğru ve güncel biçimde erişilebilmesini sağlayacak sistemler kurmalarını beklemektedir. Bu yükümlülük, yalnızca şirket kuruluş aşamasını değil; şirketlerin faaliyetleri boyunca meydana gelen değişiklikleri de kapsamaktadır.

Gerçek faydalanıcılık sisteminin yalnızca kayıt altına alma ile sınırlı kalması, FATF açısından yeterli görülmemektedir. Kayıtların doğrulanması, güncellenmesi ve gerektiğinde yetkili makamlar tarafından etkin biçimde kullanılabilmesi, uygulama etkinliğinin temel göstergeleri arasında sayılmaktadır.

Karşılıklı Değerlendirme (Mutual Evaluation) Mekanizması

FATF’in denetim gücünü somutlaştıran en önemli araç, karşılıklı değerlendirme mekanizmasıdır. Bu mekanizma, ülkelerin FATF 40 Tavsiyesi’ne uyumunu hem teknik uyum hem de etkinlik açısından incelemektedir. Değerlendirmeler, FATF Sekretaryası ile üye ülkelerden seçilen uzmanlar tarafından yürütülmektedir.

Karşılıklı değerlendirme süreci, kapsamlı bir ülke ziyareti, kamu kurumları ve özel sektör temsilcileriyle yapılan görüşmeler ve ayrıntılı veri analizlerini içermektedir. Sürecin sonunda yayımlanan Karşılıklı Değerlendirme Raporu (Mutual Evaluation Report – MER), ülkenin AML/CFT karnesi niteliğini taşımaktadır. Bu raporlarda ülkeler, “uyumlu”, “büyük ölçüde uyumlu”, “kısmen uyumlu” veya “uyumsuz” şeklinde derecelendirilmektedir. Ancak FATF metodolojisinde, özellikle son yıllarda “etkinlik” kriteri ön plana çıkmıştır. Yani bir ülkenin mevzuatının FATF standartlarına uygun olması tek başına yeterli değildir; bu mevzuatın fiilen sonuç üretip üretmediği de sorgulanmaktadır.

Gri Liste Mekanizması ve Denetimin Derinleşmesi

Karşılıklı değerlendirme raporları sonucunda tespit edilen stratejik eksiklikler, ülkelerin “gözetimi artırılmış ülkeler” listesine alınmasına yol açabilmektedir. Kamuoyunda “gri liste” olarak bilinen bu mekanizma, FATF’in ülkeler üzerinde en güçlü etki yaratan araçlarından biridir. Gri liste, teknik olarak bir yaptırım listesi değildir. Ancak uygulamada, bu listeye alınan ülkeler uluslararası finansal sistemde daha yoğun denetime tabi tutulmakta; bankalar ve yatırımcılar tarafından daha riskli olarak değerlendirilmektedir. Bu durum, FATF denetiminin fiilî sonuçlarını açıkça ortaya koymaktadır.

Türkiye’nin 2021 yılında gri listeye alınması ve 2024 yılında bu listeden çıkarılması, FATF 40 Tavsiyesi ve karşılıklı değerlendirme mekanizmasının ülke politikaları üzerindeki etkisini somut biçimde göstermektedir. Bu süreç, FATF standartlarının yalnızca teknik bir uyum meselesi olmadığını; aynı zamanda ekonomik ve diplomatik sonuçlar doğurduğunu ortaya koymuştur.

Türkiye’nin FATF Karnesi: 2019 Karşılıklı Değerlendirme Raporu ve 2021 Gri Liste Kararı

Türkiye’nin FATF süreci, yalnızca teknik uyum eksikliklerinin değil; aynı zamanda uygulama etkinliği, kurumsal kapasite ve risk temelli yaklaşımın bütüncül olarak değerlendirildiği çok katmanlı bir denetim sürecini yansıtmaktadır. Bu sürecin dönüm noktası, Aralık 2019 tarihinde yayımlanan Türkiye Kara Para Aklama ve Terörizmin Finansmanıyla Mücadele Karşılıklı Değerlendirme Raporu ile Ekim 2021’de alınan gri liste kararıdır.

2019 Karşılıklı Değerlendirme Raporunun Genel Çerçevesi

FATF tarafından hazırlanan 2019 tarihli Karşılıklı Değerlendirme Raporu (Mutual Evaluation Report – MER), Türkiye’nin AML/CFT rejimini hem mevzuat uyumu hem de uygulama etkinliği bakımından incelemiştir. Rapor, Kanada, Birleşik Krallık, Amerika Birleşik Devletleri, Guernsey (Manş Denizinde Ada Ülkesi) ve Hindistan’dan gelen uzmanlardan oluşan bir değerlendirme ekibi tarafından hazırlanmıştır.

Raporda, Türkiye’nin kara para aklama ve terörizmin finansmanıyla mücadele konusunda kurumsal bir çerçeveye sahip olduğu, MASAK’ın merkezi mali istihbarat birimi olarak işlev gördüğü ve belirli alanlarda ilerleme kaydedildiği kabul edilmiştir. Bununla birlikte, FATF raporu Türkiye’nin sisteminin bazı alanlarda etkinlik sorunu yaşadığını açık biçimde ortaya koymuştur. FATF değerlendirme metodolojisine göre Türkiye, 40 Tavsiye kapsamında şu şekilde derecelendirilmiştir:

  • 11 tavsiyede uyumlu,
  • 20 tavsiyede büyük ölçüde uyumlu,
  • 7 tavsiyede kısmen uyumlu,
  • 2 tavsiyede uyumsuz.

Bu tablo, Türkiye’nin genel olarak çerçeve mevzuata sahip olmakla birlikte, kritik risk alanlarında eksiklikler barındırdığını göstermiştir (FATF, 2019).

Uygulama Etkinliği Sorunu ve FATF’in Eleştirel Yaklaşımı

2019 Raporu’nun en dikkat çekici yönü, teknik mevzuat uyumundan ziyade uygulama etkinliğine odaklanmasıdır. FATF, özellikle kara para aklama soruşturmalarının karmaşıklık düzeyi, mali istihbaratın ceza soruşturmalarına yeterince yansıtılamaması ve terörizmin finansmanına ilişkin mali boyutun yeterince takip edilmemesi konularında eleştiriler yöneltmiştir. Raporda, Türkiye’de kara para aklama suçuna ilişkin mahkûmiyet sayılarının sınırlı olduğu, büyük ve karmaşık mali yapıların hedef alındığı soruşturmaların az sayıda kaldığı belirtilmiştir. Bu durum, FATF tarafından risk profiliyle uyumsuzluk olarak değerlendirilmiştir. Zira Türkiye, coğrafi konumu, finansal hacmi ve bölgesel riskleri itibarıyla daha yoğun ve nitelikli soruşturmalar beklenen bir ülke konumundadır.

Siyasi Nüfuz Sahibi Kişiler (PEP) ve Yeni Teknolojiler Alanındaki Uyumsuzluk

2019 Raporu’nda Türkiye’nin uyumsuz bulunduğu iki tavsiye özellikle öne çıkmaktadır: siyasi nüfuz sahibi kişiler (PEP) ve yeni teknolojilere ilişkin önleyici tedbirler.

Siyasi nüfuz sahibi kişiler bakımından FATF, Türkiye’de finansal kuruluşların bu kişileri tespit etme, malvarlığı kaynaklarını sorgulama ve sürekli izleme yükümlülüklerinin uygulamada yeterince etkin olmadığını tespit etmiştir. Bu eksiklik, yolsuzluk riskleri ve kamu gücünün kötüye kullanılması ihtimali bakımından ciddi bir zafiyet olarak değerlendirilmiştir.

Yeni teknolojiler alanında ise özellikle kripto varlıklar, elektronik para ve yenilikçi ödeme sistemleri bakımından risklerin yeterince sistematik biçimde ele alınmadığı belirtilmiştir. FATF, bu alanlarda önleyici düzenleme yapılmadan önce risk değerlendirmesi yapılmasını temel bir ilke olarak benimsemektedir. Türkiye’nin bu yaklaşımı yeterince kurumsallaştıramadığı yönünde değerlendirmeler yapılmıştır.

2021 İzleme Raporu ve Genişletilmiş Takip Süreci

2019 MER sonrasında Türkiye, FATF nezdinde genişletilmiş takip sürecine alınmıştır. Bu süreçte Türkiye’den, belirlenen eksikliklerin giderilmesine yönelik somut adımlar atması ve ilerleme raporları sunması beklenmiştir. Bu kapsamda 2021 yılında yayımlanan Türkiye İzleme Raporu, atılan adımların yeterliliğini değerlendirmiştir. İzleme Raporu’nda Türkiye’nin bazı alanlarda ilerleme kaydettiği kabul edilmekle birlikte, özellikle uygulama etkinliği bakımından beklentilerin karşılanmadığı sonucuna varılmıştır. Bu durum, 2021 Ekim ayında gerçekleştirilen FATF Genel Kurulu’nda Türkiye’nin “Gözetimi Artırılmış Ülkeler” listesine, yani kamuoyunda bilinen adıyla gri listeye, alınmasıyla sonuçlanmıştır (FATF, 2021).

Gri Liste Kararının Gerekçeleri

FATF’in Türkiye’yi gri listeye alırken kullandığı gerekçeler, teknik uyumdan ziyade stratejik eksiklikler kavramı etrafında şekillenmiştir. Bu eksiklikler özetle şu başlıklarda toplanmaktadır:

  • MASAK’ın kaynak ve analiz kapasitesinin yüksek riskli sektörleri kapsayacak ölçüde genişletilememesi,
  • AML/CFT ihlallerine karşı uygulanan idari ve adli yaptırımların caydırıcılık düzeyinin sınırlı kalması,
  • Karmaşık kara para aklama vakalarına yönelik soruşturmaların yetersizliği,
  • Terörizmin finansmanında mali boyutun soruşturmalarda öncelikli olarak ele alınmaması,
  • Sivil toplum kuruluşlarının risk temelli gözetiminin sınırlı kalması,
  • Gerçek faydalanıcılık bilgilerinin doğruluğu ve güncelliği konusunda uygulama zafiyetleri.

Bu gerekçeler, FATF’in Türkiye açısından “yüksek risk – sınırlı etkinlik” algısının oluşmasına yol açmıştır.

Türkiye’de Gri Liste Kararına Yönelik Tepkiler

Türkiye’nin gri listeye alınması, hem kamu kurumları hem de akademik ve ekonomik çevreler açısından yoğun tartışmalara neden olmuştur. Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından yapılan açıklamalarda, kararın hakkaniyetsiz olduğu, Türkiye’nin son yıllarda önemli yasal ve kurumsal adımlar attığı ve FATF ile iş birliğinin süreceği vurgulanmıştır. Buna karşılık, bazı akademik ve mesleki çevreler gri liste kararının, özellikle varlık barışı uygulamaları, şeffaflık eksiklikleri ve uygulama-etkinlik dengesizliği ile doğrudan ilişkili olduğunu savunmuştur. Bu görüşlere göre gri liste kararı, yalnızca teknik bir değerlendirme değil; aynı zamanda Türkiye’nin finansal yönetişim kalitesine ilişkin bir uyarı niteliği taşımaktadır.

Gri Liste Kararının Anlamı

Türkiye’nin gri listeye alınması, hukuken bir yaptırım niteliği taşımamakla birlikte, fiilen ciddi sonuçlar doğurmuştur. Uluslararası bankalar ve finans kuruluşları, Türkiye kaynaklı işlemlerde daha yoğun inceleme uygulamaya başlamış; uyum maliyetleri artmıştır. Bu durum, özellikle sınır ötesi finansman ve yatırım süreçlerinde gecikmelere ve ek maliyetlere yol açmıştır. Bu bağlamda gri liste kararı, Türkiye’nin AML/CFT politikasında yalnızca mevzuat üretmenin değil, etkili uygulama ve ölçülebilir sonuç üretmenin önemini açık biçimde ortaya koymuştur.

Gri Liste Sonrası Türkiye: Reformlar, Denetimler ve Listeden Çıkış Süreci

Türkiye’nin Ekim 2021’de FATF tarafından gri listeye alınması, AML/CFT rejimi bakımından yalnızca bir tespit değil; aynı zamanda zorlayıcı bir reform çağrısı niteliği taşımıştır. Bu aşamadan sonra Türkiye’nin önünde iki temel seçenek bulunmaktadır: ya sınırlı ve yüzeysel uyum adımlarıyla süreci zamana yaymak ya da FATF tarafından tespit edilen stratejik eksiklikleri hedef alan kapsamlı ve ölçülebilir bir reform programı yürütmek. Türkiye, ikinci yolu tercih etmiş ve bu doğrultuda çok boyutlu bir uyum süreci başlatmıştır.

Gri Liste Sonrası Dönemde Reform Mantığının Değişimi

Gri listeye alınma öncesinde Türkiye’nin AML/CFT politikalarında ağırlıklı olarak mevzuat uyumu ön plandayken, gri liste sonrasında uygulama etkinliği ve sonuç odaklılık yaklaşımı belirgin biçimde öne çıkmıştır. FATF’in temel beklentisi, yeni kanun veya yönetmeliklerin çıkarılmasından ziyade, mevcut düzenlemelerin sahada nasıl uygulandığının somut göstergelerle ortaya konulmasıdır. Bu bağlamda reform süreci; MASAK’ın kurumsal kapasitesinin güçlendirilmesi, denetim ve soruşturma sayılarının artırılması, karmaşık mali yapıları hedef alan dosyaların önceliklendirilmesi ve terörizmin finansmanında mali boyutun daha görünür hâle getirilmesi ekseninde şekillenmiştir.

MASAK’ın Rolünün Güçlendirilmesi ve Kurumsal Kapasite Artışı

Gri liste sonrası reformların merkezinde Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK) yer almıştır. FATF değerlendirmelerinde MASAK’ın merkezi mali istihbarat birimi olarak konumu kabul edilmekle birlikte, kaynak ve analiz kapasitesinin risk profiline kıyasla yetersiz olduğu eleştirisi yapılmıştır. Bu eleştiriler doğrultusunda MASAK’ın insan kaynağı, teknik altyapısı ve veri analiz kapasitesi güçlendirilmiştir. Stratejik analiz birimlerinin etkinliği artırılmış, riskli sektörler ve işlemler bakımından daha hedefli inceleme mekanizmaları geliştirilmiştir. Ayrıca MASAK raporlarının adli merciler tarafından daha etkin kullanılması için kurumsal koordinasyon mekanizmaları güçlendirilmiştir. Bu noktada FATF açısından önemli olan husus, yalnızca daha fazla rapor üretilmesi değil; bu raporların ceza soruşturmalarına ve müsadere kararlarına somut katkı sağlayıp sağlamadığıdır.

Denetimlerin Yaygınlaştırılması ve Caydırıcılığın Artırılması

Gri liste sonrası süreçte Türkiye, AML/CFT ihlallerine yönelik idari yaptırımların kapsamını ve görünürlüğünü artırmıştır. Bankalar, ödeme kuruluşları, elektronik para kuruluşları ve döviz büroları başta olmak üzere yükümlü gruplar üzerinde yapılan denetimler sıklaştırılmıştır.

FATF değerlendirmeleri bakımından, uygulanan yaptırımların orantılı ve caydırıcı olması büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle Türkiye, yalnızca uyarı ve rehberlik faaliyetleriyle yetinmeyerek, ciddi ihlallerde idari para cezaları ve lisans iptalleri gibi yaptırımları daha aktif biçimde kullanmıştır. Bu yaklaşım, FATF nezdinde “uygulama isteği”nin ve “politik kararlılığın” önemli bir göstergesi olarak değerlendirilmektedir.

Terörizmin Finansmanı Alanında Mali Boyutun Güçlendirilmesi

FATF’in Türkiye’ye yönelik en önemli eleştirilerinden biri, terör suçlarına ilişkin soruşturmaların ağırlıklı olarak güvenlik ve ceza boyutunda yürütülmesi; mali boyutun ise görece geri planda kalmasıydı. Gri liste sonrası dönemde bu yaklaşımda belirgin bir değişim gözlemlenmiştir.

Terörizmin finansmanına ilişkin dosyalarda mali soruşturmaların sayısı artırılmış, malvarlığı dondurma ve müsadere mekanizmaları daha aktif biçimde işletilmiştir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 1267 ve 1373 sayılı kararları kapsamında alınan yaptırım kararlarının uygulanma süresi kısaltılmış ve iç hukuk mekanizmalarıyla uyumu güçlendirilmiştir. Bu alandaki ilerleme, FATF açısından yalnızca teknik bir uyum değil; terörizmin finansmanına karşı etkin mücadele iradesinin somut bir göstergesi olarak kabul edilmiştir.

Gerçek Faydalanıcılık ve Şeffaflık Alanında Atılan Adımlar

Gri liste sonrası reform sürecinde, tüzel kişilerde gerçek faydalanıcılığın tespiti ve güncelliği konusu da öncelikli alanlardan biri olmuştur. Türkiye, gerçek faydalanıcı kayıt sistemini geliştirmiş; bu bilgilerin doğruluğunun denetlenmesine yönelik mekanizmaları güçlendirmiştir.

FATF bakımından önemli olan husus, bu bilgilerin yalnızca kayıt altına alınması değil; gerektiğinde hızlı ve etkin biçimde yetkili merciler tarafından kullanılabilmesidir. Bu nedenle Türkiye, veri paylaşımı ve kurumlar arası erişim süreçlerini sadeleştirmeye yönelik adımlar atmıştır.

FATF Yerinde Denetimleri ve İkna Süreci

Gri liste sonrası süreçte FATF ile yürütülen diyalog, klasik raporlama sürecinin ötesine geçmiştir. Türkiye, belirlenen eylem planı çerçevesinde düzenli ilerleme raporları sunmuş ve FATF uzmanları tarafından gerçekleştirilen yerinde denetimlere ev sahipliği yapmıştır. Bu denetimlerde, mevzuat değişikliklerinden ziyade somut dosyalar, istatistikler, uygulama örnekleri ve kurumsal refleksler değerlendirilmiştir. Türkiye’nin bu süreçte sergilediği yaklaşım, FATF nezdinde “kağıt üzerinde uyum”dan “sahada uyum”a geçildiği yönünde bir algının oluşmasına katkı sağlamıştır.

Gri Listeden Çıkış Kararı ve Hukuki Anlamı

Türkiye’nin 2024 yılında FATF gri listesinden çıkarılması, bu çok boyutlu reform sürecinin sonucudur. Bu karar, Türkiye’nin AML/CFT rejiminin kusursuz hâle geldiği anlamına gelmemektedir. FATF sistemi içinde mutlak uyum gibi bir kavram bulunmamaktadır. Ancak bu karar, Türkiye’nin belirlenen stratejik eksiklikleri büyük ölçüde giderdiğini ve risk temelli yaklaşımı benimseyerek uygulamaya geçirdiğini göstermektedir. Gri listeden çıkış, uluslararası finans çevreleri açısından Türkiye’nin öngörülebilirlik ve güvenilirlik düzeyinin arttığı yönünde güçlü bir sinyal niteliği taşımaktadır. Bununla birlikte bu kazanımın korunması, reformların sürekliliğine bağlıdır.

Reformların Sürdürülebilirliği Meselesi

FATF süreci, tek seferlik bir uyum çabası olarak değerlendirilemez. Gri listeden çıkış, sürecin sonu değil; daha yüksek standartların korunması gereken yeni bir aşamadır. Aksi hâlde, uygulama etkinliğinde yaşanacak gerilemeler, Türkiye’nin yeniden yakın izleme sürecine alınması riskini doğurabilir. Bu nedenle Türkiye açısından esas mesele, gri liste sonrası dönemde kurumsal hafızanın korunması, denetim reflekslerinin zayıflatılmaması ve ekonomik veya politik gerekçelerle AML/CFT standartlarından sapılmamasıdır.

FATF Gri Liste Sonrası Türkiye: Riskler, Fırsatlar ve Sürdürülebilir Uyum Perspektifi

Türkiye’nin FATF gri listesinden çıkarılması, teknik bir denetim sürecinin tamamlanmasından çok daha fazlasını ifade etmektedir. Bu gelişme, Türkiye’nin küresel finansal sistem içindeki konumunun yeniden değerlendirilmesi, uluslararası yatırımcı algısının kısmen onarılması ve AML/CFT rejiminin geleceğine ilişkin kritik bir eşik olarak okunmalıdır. Bununla birlikte gri listeden çıkış, sürecin tamamlandığı değil; yeni ve daha hassas bir aşamaya girildiği anlamına gelmektedir.

Gri Liste Sonrası Devam Eden Risk Alanları

FATF sistemi içinde hiçbir ülke “tam uyumlu” ve “risksiz” olarak kabul edilmemektedir. Türkiye açısından da gri listeden çıkış, mevcut risklerin ortadan kalktığını değil; bu risklerin yönetilebilir düzeye indirildiğini göstermektedir. Bu bağlamda öne çıkan risk alanları hâlen varlığını sürdürmektedir.

Öncelikle, uygulama sürekliliği riski dikkat çekmektedir. FATF süreçlerinde sıklıkla gözlemlendiği üzere, yoğun denetim dönemlerinde artan uygulama etkinliği, izleme baskısının azalmasıyla birlikte zayıflayabilmektedir. Denetim reflekslerinin gevşemesi, MASAK ve ilgili kurumların operasyonel kapasitesinin rutinleşmesi, Türkiye açısından yeniden eleştiri konusu yapılabilecek alanlar arasında yer almaktadır.

İkinci olarak, ekonomik ve politik baskılar altında AML/CFT standartlarının esnetilmesi riski bulunmaktadır. Özellikle ekonomik daralma dönemlerinde sermaye girişlerini teşvik etmeye yönelik kısa vadeli politikalar, FATF standartlarıyla çatışabilecek düzenlemelere yol açabilmektedir. Geçmişte varlık barışı uygulamalarının bu bağlamda eleştiri konusu yapılmış olması, bu riskin teorik değil pratik olduğunu göstermektedir (Işık, 2022).

Üçüncü önemli risk alanı ise yeni teknolojiler ve finansal inovasyonlardır. Kripto varlıklar, merkeziyetsiz finans (DeFi) yapıları ve sınır ötesi dijital ödeme sistemleri, FATF’in de sürekli güncellediği risk alanları arasında yer almaktadır. Türkiye’nin bu alanlarda düzenleyici reflekslerini gecikmeden güncellememesi, yeni uyum açıkları doğurabilecektir.

Türkiye Açısından Ortaya Çıkan Fırsatlar

Gri listeden çıkış, aynı zamanda Türkiye için önemli fırsat pencereleri açmaktadır. Bu fırsatların başında, uluslararası finansal sistemle ilişkilerin normalleşmesi gelmektedir. Bankalar, ödeme kuruluşları ve yatırım fonları açısından FATF değerlendirmeleri, ülke risk analizinin temel bileşenlerinden biridir. Gri liste dışına çıkılması, Türkiye kaynaklı işlemlerde artan uyum maliyetlerinin kısmen azalmasına ve finansal akışların daha öngörülebilir hâle gelmesine katkı sağlamaktadır.

Bunun yanı sıra gri listeden çıkış, Türkiye’nin hukuki ve kurumsal kapasitesini yeniden konumlandırması açısından da önemlidir. AML/CFT alanında geliştirilen analiz, denetim ve veri paylaşım mekanizmaları, yalnızca kara para aklama ve terörizmin finansmanıyla mücadele için değil; yolsuzlukla mücadele, vergi uyumu ve ekonomik suçların önlenmesi bakımından da dolaylı faydalar üretmektedir.

Bu süreç, Türkiye’de hukuk devleti ilkesinin mali boyutunun güçlendirilmesi açısından da bir kaldıraç işlevi görmektedir. Şeffaflık, hesap verebilirlik ve izlenebilirlik ilkeleri, FATF standartları aracılığıyla yalnızca finans sektöründe değil; daha geniş bir yönetişim alanında etkisini göstermektedir.

Sürdürülebilir Uyum Kavramının Önemi

FATF sürecinde asıl belirleyici kavram, sürdürülebilir uyumdur. Sürdürülebilir uyum, yalnızca belirli bir dönemde uyum sağlamak değil; bu uyumu kurumsal kültürün ve idari pratiğin ayrılmaz bir parçası hâline getirmektir. Bu bağlamda sürdürülebilir uyum üç temel unsur üzerine inşa edilmektedir.

Birinci unsur, kurumsal bağımsızlık ve kapasitedir. MASAK ve ilgili denetim kurumlarının siyasi veya ekonomik dalgalanmalardan bağımsız biçimde işlevlerini yerine getirebilmesi, FATF standartlarının korunması açısından hayati önemdedir. Kurumların personel yapısı, teknik donanımı ve bütçesel imkânları, bu bağımsızlığın pratik göstergeleridir.

İkinci unsur, risk temelli yaklaşımın içselleştirilmesidir. Risk temelli yaklaşım, yalnızca rapor ve strateji belgelerinde yer alan bir ilke olarak kalmamalı; denetimden soruşturmaya, yaptırımdan rehberliğe kadar tüm süreçlerde fiilen uygulanmalıdır. Bu yaklaşımın zayıflaması, FATF nezdinde en hızlı eleştiri doğuran unsurlar arasında yer almaktadır.

Üçüncü unsur ise şeffaflık ve ölçülebilirliktir. FATF değerlendirmelerinde giderek artan biçimde, istatistikler, performans göstergeleri ve somut sonuçlar ön plana çıkmaktadır. Kaç dosya açıldığı değil; bu dosyaların ne ölçüde sonuçlandığı, ne kadar malvarlığına el konulduğu ve hangi risk alanlarında caydırıcılık sağlandığı önem taşımaktadır.

Özel Sektör ve Hukuk Meslekleri Açısından Sonuçlar

FATF süreci, yalnızca kamu kurumlarını değil; özel sektörü ve hukuk mesleklerini de doğrudan etkilemektedir. Bankalar, ödeme kuruluşları, fintech şirketleri, emlak sektörü ve finansal olmayan belirli iş ve meslekler, AML/CFT uyumunun sahadaki taşıyıcılarıdır. Özellikle avukatlar, noterler ve muhasebeciler açısından FATF standartları, mesleki sorumlulukların yeniden yorumlanmasını gerektirmektedir. Bu durum, savunma hakkı ve mesleki sır gibi temel ilkelerle AML/CFT yükümlülükleri arasında dikkatli bir denge kurulmasını zorunlu kılmaktadır. Türkiye’nin bu dengeyi koruyarak uyumu sürdürmesi, ilerleyen dönemlerde yeni tartışmaların odağında yer alacaktır.

Genel Değerlendirme ve Sonuç

Türkiye’nin FATF gri listesine alınması ve ardından bu listeden çıkarılması, son yılların en önemli finansal yönetişim süreçlerinden birini oluşturmaktadır. Bu süreç, FATF standartlarının yalnızca teknik birer tavsiye olmadığını; ekonomik, hukuki ve diplomatik sonuçlar doğuran güçlü normlar seti olduğunu açık biçimde ortaya koymuştur.

Gri listeden çıkış, Türkiye açısından önemli bir kazanım olmakla birlikte, bu kazanımın korunması sürekli ve bilinçli bir uyum politikasına bağlıdır. FATF süreci, bir hedef değil; dinamik ve devam eden bir yönetişim alanıdır. Bu alanda atılacak her geri adım, yalnızca FATF nezdinde değil; uluslararası finans piyasaları ve yatırımcılar nezdinde de yankı bulacaktır.

Bu nedenle Türkiye’nin AML/CFT politikasını kısa vadeli ekonomik veya politik hedeflere göre değil; uzun vadeli hukuki güvenlik, finansal istikrar ve uluslararası itibar perspektifiyle şekillendirmesi gerekmektedir. Sürdürülebilir uyum, bu çerçevede yalnızca bir teknik tercih değil; stratejik bir zorunluluktur.

Kaynakça

  • Blazejewski, S. (2008). Transnational policy networks and the international regulation of anti-money laundering. Routledge.
  • Borlini, L., Montanaro, F. (2017). The evolution of the EU law against criminal finance: The FATF influence. German Law Journal, 18(4), 1009–1040.
  • FATF (2019). Anti-Money Laundering and Counter-Terrorist Financing Measures – Turkey: Mutual Evaluation Report.
  • FATF (2021). Turkey Follow-Up Report.
  • FATF (2021). Jurisdictions under Increased Monitoring – October 2021.
  • FATF (2024). Outcomes of the FATF Plenary. İnceoğlu, S. (2020). Ekonomik suçlar ve ceza hukuku. İstanbul: Beta.
  • Işık, H. (2022). Mali Eylem Görev Gücü’nün (FATF) gri listesi ve Türkiye. International Journal of Public Finance, 7(2), 407–428.
  • Miynat, A., Duramaz, S. (2013). Kara para aklama ve siber suçlar. Maliye Araştırmaları Dergisi, 2(3), 315–333.
  • Nanyun, Y., Nasiri, A. (2021). FATF grey listing and financial markets. Journal of Financial Crime, 28(1), 229–245.
  • Terry, J., Robles, M. (2018). The FATF recommendations: Global standards and effectiveness. Journal of Financial Regulation, 4(2), 620–660.
  • Ünlü, M. (2019). Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerinin aklanması. Ankara: Seçkin.

 

© 2025 Prof. Dr. Vahit Bıçak / Bıçak Hukuk Bürosu – Tüm hakları saklıdır. Bu makale, sayın Prof. Dr. Vahit Bıçak tarafından www.bicakhukuk.com sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi makalenin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan makalenin bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.

Referans: Bıçak, Vahit (2025) “FATF “Gri Liste” Sonrası Türkiye: Sürdürülebilir Uyum”, Bıçak Hukuk Bürosu Blogu, https://www.bicakhukuk.com/fatf-gri-liste-sonrasi-turkiye-surdurulebilir-uyum/ s. __., Erişim Tarihi: ………,

/ Ceza Hukuku, Görüşler / Düşünceler, Görüşler / Düşünceler / Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Comments

No comments yet.

Yanıtla