Uyuşturucu Suçlarında Sınır Aşan Boyut: İmal, İthal, İhraç Fiilleri ve Yargıtay İçtihatları

Uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin imal, ithal ve ihraç edilmesi suçu, yalnızca bireysel bir ceza sorumluluğu alanı değil; toplum sağlığını, devletin sınır güvenliğini ve uluslararası kamu düzenini doğrudan ilgilendiren çok boyutlu bir suç tipidir. Bu suçların ülke içi uyuşturucu ticaretinden ayrı olarak düzenlenmesi, fiillerin tehlike düzeyi ve küresel etkileri dikkate alındığında bilinçli bir kanun koyucu tercihidir. İmal, ithal ve ihraç kavramlarının maddi unsur bakımından doğru ayrıştırılması, özellikle icra hareketlerinin başlangıcı ve suçun tamamlanma anı açısından belirleyici öneme sahiptir. Yargıtay içtihatları, özellikle ihraç suçunda gümrük beyanı yapılmadan icra hareketlerinin başlamayacağını açık biçimde ortaya koyarak uygulamaya yön vermektedir. Suçun konusunu oluşturan uyuşturucu veya uyarıcı madde kavramı ise, maddenin listede yer alıp almamasından ziyade bireyin algı, muhakeme ve iradesi üzerindeki etkisi esas alınarak değerlendirilmektedir. Bu yaklaşım, hem kanunilik ilkesine uygunluk hem de değişen kimyasal gerçeklik karşısında ceza hukukunun etkinliği açısından önem taşımaktadır. Uyuşturucu suçlarında organizasyonel yapı, dolaylı faillik ve suçtan elde edilen gelirlerin müsaderesi, cezalandırmanın ayrılmaz unsurları hâline gelmiştir. Bu karmaşık ve yüksek riskli alanda, hem savunma hem de yargılama süreçlerinin teknik bilgi ve içtihat birikimiyle yürütülmesi gerektiği açık olup, Bıçak bu tür dosyalarda derinlikli hukuki analiz ve stratejik yaklaşımıyla profesyonel destek sunmaktadır.

Uyuşturucu İmal İthal İhraç Suç Sınır Aşan Yargıtay İçtihat TCK 188/1 uluslararası ticaret Avukat kaçakçılık Baron organizasyon Örgüt bülten

Uyuşturucu İmal, İthal ve İhraç Suçları

Uyuşturucu suçları, klasik ceza hukuku kategorileri içinde değerlendirilmesi giderek zorlaşan, ulusal sınırları aşan, örgütlü yapılarla iç içe geçen ve uluslararası güvenlik mimarisini doğrudan ilgilendiren bir suç alanına dönüşmüştür. Özellikle üretim, ithal ve ihraç aşamalarında ortaya çıkan uyuşturucu faaliyetleri, yalnızca bireysel suçlulukla değil; küresel arz zincirleri, lojistik ağlar, finansal aklama mekanizmaları ve devletler arası adli iş birliği süreçleriyle birlikte ele alınmayı zorunlu kılmaktadır.

Türk Ceza Kanunu’nun 188. maddesi, bu çok katmanlı suç alanını farklı fiil tiplerine ayırarak düzenlemiş; uyuşturucu veya uyarıcı maddelere ilişkin eylemleri, hukuki değerler ve tehlike derecesi bakımından kademeli bir sistem içinde suç olarak düzenlemiştir. Bu sistematik içinde, TCK m.188/3 ile ülke içindeki ticari dolaşıma yönelik fiiller; TCK m.188/1 ile ise uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin imal edilmesi, ülkeye sokulması (ithal) veya ülke dışına çıkarılması (ihraç) ayrı ve daha ağır yaptırımlara bağlanmıştır. Kanun koyucu, bu ayrımı tesadüfi değil; suçun toplumsal ve uluslararası etkisini esas alan bir ceza siyaseti tercihi olarak benimsemiştir. Gerçekten de, uyuşturucu maddelerin ülke içinde satılması veya dağıtılması, çoğu zaman yerel pazarlar ve sınırlı organizasyonlar çerçevesinde gerçekleşirken; imal, ithal ve ihraç fiilleri, neredeyse istisnasız biçimde örgütlü suç yapıları, sınır aşan faaliyetler ve yüksek hacimli ekonomik kazançlar ile bağlantılıdır. Bu nedenle TCK m.188/1, yalnızca bir “nitelikli hâl” düzenlemesi değil; ayrı bir suç tipi olarak kurgulanmış ve ceza alt sınırı da buna uygun biçimde belirlenmiştir.

Bu yazının odak noktası, TCK m.188/1 kapsamında düzenlenen “Uyuşturucu veya uyarıcı maddeleri ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak imal, ithal veya ihraç etme suçu”dur. Daha önce kaleme alınan ve TCK m.188/3 çerçevesinde ülke içi uyuşturucu ticaretini konu alan çalışmadan farklı olarak, bu makalede yerel dağıtım aşaması değil, uyuşturucu suçunun küresel ve yapısal boyutu merkeze alınacaktır. Böylelikle, uyuşturucu suçlarına ilişkin ceza hukuku değerlendirmesi, yalnızca norm metni üzerinden değil; olgu temelli, uluslararası kaynaklarla desteklenen ve yargı uygulamasıyla ilişkilendirilen bir perspektifle ele alınacaktır.

Bu bağlamda, makale boyunca yalnızca kanun hükümleri ve sınırlı sayıda içtihat aktarımıyla yetinilmeyecek; uyuşturucu suçlarının nasıl işlendiği, hangi rotalar üzerinden organize edildiği, neden belirli ülkelerin transit veya hedef ülke hâline geldiği ve bu gerçekliğin ceza hukukuna nasıl yansıdığı sorularına da yanıt aranacaktır. Uluslararası raporlar, karşılaştırmalı hukuk verileri ve uygulamada sık karşılaşılan olgular, hukuki analizden önce ortaya konulacak; böylece normatif değerlendirme, soyut bir kanun yorumunun ötesine taşınacaktır.

Makalenin yöntemsel tercihi bilinçlidir: Önce olgu, sonra mevzuat. Çünkü özellikle TCK m.188/1 gibi ağır yaptırımlar öngören suç tiplerinde, hukuki nitelendirmenin sağlıklı yapılabilmesi, ancak suçun fiilî görünümünün ve kriminolojik gerçekliğinin doğru anlaşılmasıyla mümkündür. Aksi hâlde, ithal – ihraç suçları ile ülke içi ticaret fiilleri arasındaki sınırlar bulanıklaşmakta; teşebbüs, hazırlık hareketi ve tamamlanmış suç ayrımı uygulamada ciddi hatalara yol açabilmektedir. Bu çerçevede makale;

  • uyuşturucu suçlarının küresel görünümünü,
  • üretim ve sınır aşan ticaretin yapısal özelliklerini,
  • uyuşturucu baronları” olarak anılan aktörlerin hukuki konumunu,
  • ithal ve ihraç suçlarında icra hareketinin ne zaman başladığını,
  • teşebbüs – tamamlanma ayrımının hangi ölçütlere göre yapılacağını,
  • Yargıtay içtihatlarının bu konudaki yönlendirici rolünü

bütüncül bir bakışla ele almayı amaçlamaktadır. Sonuç itibarıyla bu çalışma, TCK m.188/1’i yalnızca bir ceza normu olarak değil, uyuşturucu suçlarının uluslararası ekonomi, örgütlü suç ve ceza siyaseti ile kesiştiği bir düğüm noktası olarak incelemeyi hedeflemektedir. Amaç, hem uygulayıcılar hem de akademik çevreler açısından derinlikli, sistematik ve eleştirel bir değerlendirme sunmaktır.

Olgu Analizi – Küresel Uyuşturucu Trafiği ve Yapısal Gerçeklik

Uyuşturucu veya uyarıcı maddelere ilişkin suçlar, günümüzde artık yalnızca ulusal ceza hukuku sınırları içerisinde açıklanabilecek bir nitelik taşımamaktadır. Özellikle üretim, ithal ve ihraç aşamalarında ortaya çıkan uyuşturucu faaliyetleri, suçun mahiyetini kökten değiştirmiş; bu fiilleri, yerel ölçekte işlenen bireysel suçlardan ayırarak küresel ölçekte örgütlenen ve süreklilik arz eden bir suç ekonomisinin parçası hâline getirmiştir. Bu nedenle, TCK’nın 188/1. maddesinde düzenlenen imal, ithal ve ihraç suçlarının hukuki anlam ve kapsamı, ancak uyuşturucu suçunun bu yapısal gerçekliği dikkate alınarak anlaşılabilir.

Uluslararası raporlar ve kriminolojik çalışmalar, uyuşturucu ticaretinin günümüzde dünyanın en yüksek hacimli yasa dışı ekonomilerinden biri olduğunu ortaya koymaktadır. Uyuşturucu maddeler, yasa dışı niteliğine rağmen, küresel ölçekte istikrarlı bir talebe, yüksek kâr oranlarına ve karmaşık bir tedarik zincirine sahiptir. Bu zincir, yalnızca üretim ve dağıtım aşamalarından ibaret olmayıp, finansman, aklama, lojistik ve güvenlik boyutlarını da içeren çok katmanlı bir yapı sergilemektedir. Bu bağlamda uyuşturucu ticareti, klasik anlamda münferit suç fiillerinden ziyade, planlı, organize ve profesyonel bir faaliyet alanı olarak karşımıza çıkmaktadır.

Uyuşturucu maddelerin imal aşaması, bu suç zincirinin en kritik basamaklarından biridir. Özellikle sentetik uyuşturucular bakımından imal faaliyeti, tarımsal üretimin ötesine geçerek kimyasal bilgiye, özel ekipmanlara ve bazı maddelere erişimi gerektirmektedir. Bu durum, imal suçunun büyük ölçüde bireysel girişimlerden ziyade örgütlü yapılar tarafından gerçekleştirildiğini göstermektedir. İmal edilen maddelerin çoğu zaman doğrudan iç piyasaya sunulmadığı, aksine başka ülkelere gönderilmek veya uluslararası dağıtım ağlarına dâhil edilmek üzere üretildiği görülmektedir. Bu olgu, imal fiilinin neden ithal ve ihraç ile birlikte aynı suç tipi altında düzenlendiğini de açıklamaktadır.

Uyuşturucu suçunun küresel boyutunu anlamada belirleyici unsurlardan biri de taşıma rotalarıdır. Uyuşturucu ticaretinde, hangi maddenin üretildiği kadar, bu maddenin hangi güzergâh üzerinden taşındığı da suçun niteliğini belirlemektedir. Uluslararası literatürde sıklıkla vurgulandığı üzere, uyuşturucu ticareti belirli coğrafi hatlar üzerinde yoğunlaşmakta; bu hatlar, siyasi istikrarsızlık, coğrafi konum, gümrük denetimlerinin etkinliği ve lojistik altyapı gibi faktörlere göre şekillenmektedir. Türkiye’nin coğrafi konumu, Asya, Orta Doğu ve Avrupa arasında doğal bir geçiş hattı oluşturmakta; bu durum ülkeyi uyuşturucu ticareti bakımından hem transit hem de hedef ülke konumuna getirmektedir. Bu gerçeklik, Türkiye’de görülen ithal ve ihraç dosyalarının sayısal ve niteliksel artışını da büyük ölçüde açıklamaktadır.

Uyuşturucu maddelerin ithali ve ihracı, uygulamada çoğu zaman doğrudan sınır geçişi anında tespit edilen fiiller şeklinde ortaya çıkmamaktadır. Kargo ve posta yoluyla gönderimler, ticari mallar içine gizleme yöntemleri, konteyner taşımacılığı ve üçüncü kişiler üzerinden sevkiyat gibi yöntemler, fiilin daha erken aşamalarda başlamasına rağmen geç fark edilmesine yol açabilmektedir. Bu durum, ceza hukuku bakımından özellikle icra hareketinin ne zaman başladığı, fiilin teşebbüs aşamasında mı kaldığı yoksa tamamlanmış bir suçun mu söz konusu olduğu sorularını gündeme getirmektedir. İthal ve ihraç suçlarının hukuki değerlendirmesinde yaşanan tereddütlerin önemli bir bölümü, işte bu yapısal gerçekliğin yeterince dikkate alınmamasından kaynaklanmaktadır.

Uyuşturucu ticaretinin üst aşamalarında yer alan ve kamuoyunda sıklıkla “uyuşturucu baronu” olarak adlandırılan aktörler, bu suçların organizasyonel niteliğini en açık biçimde ortaya koyan örneklerdir. Bu kişiler, çoğu zaman uyuşturucu maddelere doğrudan temas etmemekte; imal, ithal ve ihraç süreçlerini dolaylı olarak yönlendirmekte, finansman ve rota planlamasında belirleyici rol üstlenmektedir. Hukuki anlamda özel bir statüye sahip olmamakla birlikte, bu aktörlerin eylemleri genellikle TCK m.188/1 kapsamında değerlendirilmektedir. Bu tür dosyalarda uluslararası yakalama kararları, kırmızı bültenler ve adli yardımlaşma mekanizmalarının devreye girmesi, suçun sınır aşan ve örgütlü karakterinin doğal bir sonucudur.

İmal, ithal ve ihraç suçlarının bu uluslararası ve organizasyonel niteliği, ceza soruşturmalarını da kaçınılmaz olarak daha karmaşık ve sert hâle getirmektedir. Birden fazla ülkenin yetkili makamlarının sürece dâhil olduğu bu soruşturmalarda, delil toplama faaliyetleri uzamakta, sanıkların hukuki durumları farklı hukuk sistemleri içinde eş zamanlı olarak değerlendirilebilmekte ve tutuklama tedbirleri daha yoğun biçimde uygulanmaktadır. Bu durum, TCK m.188/1 kapsamında yürütülen soruşturmaların neden sıklıkla uzun tutukluluk süreleri, yüksek ceza talepleri ve kapsamlı müsadere kararlarıyla sonuçlandığını da açıklamaktadır.

Bu olgusal çerçeve, uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin imal, ithal ve ihraç suçlarının, yerel ve münferit suç tipleri olarak ele alınamayacağını açık biçimde ortaya koymaktadır. Bu suçlar, yapısal olarak örgütlü, sınır aşan ve yüksek toplumsal tehlike barındıran bir faaliyet alanının parçasıdır. Dolayısıyla, bu noktadan sonra yapılacak hukuki değerlendirme, artık soyut norm yorumlarıyla sınırlı kalamayacak; bu somut gerçeklik üzerinden şekillenecektir.

Olgudan Mevzuata Geçiş: Neden TCK m.188/1 Ayrı Bir Suç Tipidir?

Uyuşturucu veya uyarıcı maddelere ilişkin suç tipleri arasında yapılan ayrımlar, yalnızca teknik ceza hukuku tercihlerinin ürünü değildir. Bu ayrımlar, suçun toplumsal tehlikeliliği, neden olduğu zarar, örgütlenme kapasitesi ve uluslararası boyutu gibi olgusal gerçekliklerin hukuki dile tercüme edilmesi sonucunda ortaya çıkmaktadır. TCK’nın 188. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak imal, ithal veya ihraç edilmesi suçunun, üçüncü fıkrada yer alan “ülke içinde ticaret” suçundan ayrı ve daha ağır bir yaptırıma bağlanmış olması da bu bağlamda değerlendirilmelidir.

Ceza hukukunda suç tiplerinin ayrıştırılması, esas itibarıyla “korunan hukuki değer” ve “tehlikenin yoğunluğu” ölçütlerine dayanır. Uyuşturucu suçları bakımından korunan hukuki değer, yalnızca bireysel sağlık veya kamu düzeni değildir; toplumsal yapı, gençliğin korunması, kamu güvenliği ve hatta devletlerin uluslararası yükümlülükleri de bu koruma alanının parçasıdır. TCK m.188/1’de yer alan imal, ithal ve ihraç fiilleri, bu hukuki değerlere yönelen tehlikenin en yoğun biçimde ortaya çıktığı aşamaları temsil etmektedir. Zira bu fiiller, uyuşturucu maddelerin piyasaya girmesini mümkün kılan “kaynak” ve “kapı” aşamalarını oluşturur.

İmal fiili, uyuşturucu maddenin varlık kazanmasını sağlayan temel aşamadır. Hukuki açıdan bakıldığında, henüz satma veya dağıtım gerçekleşmemiş olsa dahi, imal faaliyeti toplum için ciddi ve sürekli bir tehlike doğurur. Özellikle sentetik uyuşturucular bakımından imal süreci, tekrarlanabilirlik ve ölçeklenebilirlik özelliği taşımakta; bu da suçun potansiyel etkisini katlayarak artırmaktadır. Bu nedenle kanun koyucu, imal fiilini salt hazırlık hareketi olarak görmemiş, başlı başına ağır bir suç tipi olarak düzenlemiştir.

İthal ve ihraç fiilleri ise, uyuşturucu suçunun sınır aşan niteliğini hukuki düzleme taşıyan hareketlerdir. Bu fiiller, uyuşturucu maddelerin bir ülkenin iç piyasasıyla sınırlı kalmayarak uluslararası dolaşıma sokulmasını ifade eder. Bu noktada suçun tehlikeliliği yalnızca miktar veya madde türüyle sınırlı değildir; devletlerin gümrük rejimleri, sınır güvenliği ve uluslararası yükümlülükleri doğrudan etkilenmektedir. İthal ve ihraç suçları, bu yönüyle, uyuşturucu ticaretini bir “ulusal kamu düzeni” meselesi olmaktan çıkarıp, “uluslararası suç” kategorisine yaklaştırmaktadır.

Kanun koyucunun TCK m.188/1’de öngördüğü yüksek alt ve üst sınırlar, işte bu niteliksel farktan kaynaklanmaktadır. Ülke içindeki satış, sevk veya depolama fiilleri, her ne kadar ciddi suçlar olsa da, imal, ithal ve ihraç aşamalarına kıyasla suç zincirinin daha alt basamaklarında yer alır. Buna karşılık TCK m.188/1 kapsamındaki fiiller, uyuşturucu ekonomisinin sürekliliğini sağlayan ana damarları temsil eder. Bu nedenle bu fiillerin, TCK m.188/3’te düzenlenen ülke içi ticaret suçundan ayrı bir suç tipi olarak ele alınması, sistematik bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bu ayrımın bir diğer önemli boyutu, suçun örgütlenme kapasitesiyle ilgilidir. Uygulamada imal, ithal ve ihraç fiillerinin büyük çoğunluğu, bireysel ve tesadüfi davranışlardan ziyade, planlı ve örgütlü yapılar tarafından gerçekleştirilmektedir. Bu fiiller, finansman, lojistik, gizleme teknikleri ve uluslararası bağlantılar gerektirmekte; dolayısıyla fail profili de daha profesyonel ve hiyerarşik bir yapı sergilemektedir. Kanun koyucu, bu yapısal farkı göz önünde bulundurarak, TCK m.188/1 kapsamındaki fiilleri daha ağır bir yaptırım rejimine tabi tutmuştur.

TCK m.188/1’in ayrı bir suç tipi olarak düzenlenmesinin bir diğer gerekçesi de önleyici ceza politikasıdır. İmal, ithal ve ihraç aşamalarında etkin bir ceza tehdidi oluşturulmadığı takdirde, uyuşturucu ticaretiyle mücadelenin yalnızca dağıtım ve sokak aşamasında yoğunlaşması kaçınılmaz hâle gelir. Bu ise ceza hukukunun “son çare” ve “etkinlik” ilkeleriyle bağdaşmaz. Kaynağa ve sınıra yönelen bir ceza politikası, uyuşturucu suçlarıyla mücadelede daha rasyonel ve uzun vadeli bir yaklaşımı ifade eder. TCK m.188/1, bu anlayışın normatif karşılığıdır.

Son olarak, TCK m.188/1’in ayrı bir suç tipi olarak düzenlenmesi, uygulamada karşılaşılan karmaşık fiil örüntülerinin hukuki olarak doğru vasıflandırılmasına da hizmet etmektedir. İmal, ithal ve ihraç fiillerinin, çoğu zaman ülke içi nakil veya depolama hareketleriyle iç içe geçmesi, tek fiille birden fazla suç tipinin gündeme gelmesine yol açabilmektedir. Bu noktada normun ayrı ve net bir biçimde tanımlanmış olması, fikri içtima, teşebbüs ve tamamlanma tartışmalarının sağlıklı yürütülmesini mümkün kılmaktadır.

Bu çerçevede TCK m.188/1, yalnızca daha ağır cezalar öngören bir norm değil; uyuşturucu suçlarının yapısal gerçekliğini mevzuata yansıtan, sistematik ve bilinçli bir kanun koyucu tercihidir. Bir sonraki bölümde, bu normatif çerçevenin uygulamaya nasıl yansıdığı, özellikle imal, ithal ve ihraç fiillerinin icra hareketleri ve tamamlanma anı bakımından Yargıtay içtihatları ışığında ele alınacaktır.

İmal, İthal ve İhraç Suçlarında İcra Hareketleri ve Tamamlanma Anı

Uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin imal, ithal ve ihraç edilmesine ilişkin suçlarda en çok tartışılan ve uygulamada en sık hataya düşülen alanlardan biri, icra hareketlerinin hangi aşamada başladığı ve suçun ne zaman tamamlandığı sorusudur. Bu tartışma, yalnızca teorik bir ayrım değildir; fiilin teşebbüs aşamasında mı kaldığı, yoksa tamamlanmış bir suçun mu söz konusu olduğu, doğrudan cezanın belirlenmesini ve hatta suç vasfını etkilemektedir. Bu nedenle TCK m.188/1 bakımından icra hareketi ve tamamlanma anının doğru tespiti, hukuki güvenlik açısından belirleyici bir öneme sahiptir.

Ceza hukukunun genel ilkeleri uyarınca, icra hareketi, failin suç tipinde tanımlanan neticeyi gerçekleştirmeye yönelik, dış dünyada algılanabilir ve doğrudan doğruya suçun konusuna yönelmiş davranışlarını ifade eder. Hazırlık hareketleri, kural olarak cezalandırılmaz; ancak icra hareketlerinin başlamasıyla birlikte suç teşebbüs aşamasına girer. Uyuşturucu suçları bakımından bu ayrım, özellikle ithal ve ihraç fiillerinde son derece hassas bir nitelik taşır. Zira bu suçlarda fiilin sınır aşan bir boyutu bulunmakta, ancak suçun tamamlanması her zaman fiilen sınırın geçilmesine bağlı olmamaktadır.

İmal suçu bakımından icra hareketlerinin başlangıcı görece daha nettir. Uyuşturucu veya uyarıcı maddenin elde edilmesine yönelik kimyasal veya fiziksel işlemlerin başlamasıyla birlikte icra hareketleri de başlamış sayılır. Maddenin henüz piyasaya sürülmemiş olması veya başka bir ülkeye gönderilmemesi, imal suçunun oluşumunu engellemez. İmal faaliyeti, uyuşturucu maddenin varlık kazanmasını sağladığı için, tehlike suçu niteliği ağır basan bir yapıya sahiptir ve bu nedenle tamamlanma anı, maddenin fiilen elde edilmesiyle gerçekleşir. Uygulamada imal suçunun, diğer aşamalardan bağımsız olarak değerlendirilmesinin temel gerekçesi de budur.

İthal ve ihraç suçları ise icra hareketleri ve tamamlanma anı bakımından çok daha karmaşık bir yapı sergiler. Bu suçlarda temel sorun, fiilin hangi aşamasının artık hazırlık hareketi olmaktan çıkıp icra hareketi sayılacağıdır. Özellikle kargo, posta veya ticari sevkiyat yoluyla gerçekleştirilen gönderimlerde, uyuşturucu maddenin henüz gümrük sahasına girmeden ele geçirilmesi hâlinde suçun vasfı tartışmalı hâle gelmektedir. Uygulamada uzun süre, uyuşturucu maddenin fiilen ülke sınırlarını geçmemesi hâlinde ihraç veya ithal suçunun teşebbüs aşamasında kaldığı kabul edilmiştir. Ancak bu yaklaşım, her somut olayda adil ve tutarlı sonuçlar doğurmamıştır.

Yargıtay içtihatlarında son yıllarda öne çıkan yaklaşım, ithal ve ihraç suçlarında icra hareketlerinin “gümrük beyanı” ile başladığı yönündedir. Gümrük beyanı, eşyanın belirli bir gümrük rejimine tabi tutulması talebini ifade eder ve bu aşama, artık failin iradesinin dış dünyaya açıkça yansıdığı bir eşik olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle uyuşturucu maddenin, gümrük sahasına henüz fiilen girmemiş olması veya sınırdan çıkarılmadan yakalanması, her durumda ihraç suçuna teşebbüs anlamına gelmeyebilir. İcra hareketinin başlamadığı hâllerde, fiilin başka bir suç tipini, örneğin tamamlanmış bir nakletme suçunu oluşturması mümkündür.

Bu ayrımın önemi, özellikle kargo yoluyla gerçekleştirilen gönderimlerde kendisini göstermektedir. Uyuşturucu madde içeren bir paketin, henüz gümrük beyanı yapılmadan, kargo firmasının iç kontrol aşamasında ele geçirilmesi durumunda, ihraç suçunun icra hareketlerinin başlamadığı kabul edilmektedir. Bu hâlde failin fiili, ihraç etmeye teşebbüs olarak değil; koşullarına göre tamamlanmış bir nakletme veya depolama suçu olarak değerlendirilmektedir. Buna karşılık, gümrük beyanı yapılmış ve eşya gümrük rejimine sokulmuşsa, uyuşturucu madde sınırı fiilen geçmemiş olsa dahi ihraç suçunun icra hareketleri başlamış sayılmaktadır.

İthal suçunda da benzer bir yaklaşım geçerlidir. Uyuşturucu maddenin yurt dışından Türkiye’ye gönderilmesi hâlinde, maddenin Türkiye gümrük sahasına girmesi veya gümrük işlemlerinin başlatılması, icra hareketlerinin başlangıcı açısından belirleyici kabul edilmektedir. Bu aşamadan sonra uyuşturucu maddenin ele geçirilmesi, ithal suçunun teşebbüs aşamasında kalıp kalmadığına ilişkin değerlendirmeyi gündeme getirir. Ancak henüz gümrük işlemleri başlamadan, örneğin transit aşamada veya taşıyıcı firma içindeki kontroller sırasında ele geçirme söz konusuysa, ithal suçunun oluşmadığı veya teşebbüs aşamasına dahi ulaşmadığı sonucuna varılabilmektedir.

Bu noktada önemle vurgulanması gereken husus, icra hareketi ve tamamlanma anının, soyut ölçütlerle değil; her somut olayın özellikleri dikkate alınarak belirlenmesi gerektiğidir. Maddenin ele geçirildiği yer, gönderim yöntemi, gümrük işlemlerinin hangi aşamada olduğu ve failin iradesini dış dünyaya hangi ölçüde yansıttığı, birlikte değerlendirilmelidir. Aksi hâlde, henüz icra hareketleri başlamamış bir fiilin teşebbüs olarak nitelendirilmesi ya da tamamlanmış bir fiilin yanlış suç tipi altında değerlendirilmesi, ciddi hukuka aykırılıklara yol açmaktadır.

İcra hareketleri ve tamamlanma anına ilişkin bu tartışmalar, yalnızca suçun vasfını değil; aynı zamanda fikri içtima, zincirleme suç ve teşebbüs hükümlerinin uygulanmasını da doğrudan etkilemektedir. Özellikle ithal veya ihraç fiilinin, aynı zamanda ülke içinde nakletme veya depolama fiillerini de içermesi hâlinde, hangi suçtan hüküm kurulacağı meselesi gündeme gelmektedir. Bu tür durumlarda, daha ağır sonucu doğuran suçun esas alınması gerektiğine ilişkin ceza hukuku ilkeleri, ancak doğru bir icra hareketi tespitiyle sağlıklı biçimde uygulanabilir.

Netice itibariyle, TCK m.188/1 kapsamında düzenlenen imal, ithal ve ihraç suçlarında icra hareketlerinin başlangıcı ve suçun tamamlanma anı, uyuşturucu suçlarının yapısal ve sınır aşan niteliği nedeniyle klasik suç tiplerine kıyasla daha hassas bir değerlendirme gerektirmektedir. Bu alan, uygulamada en sık bozma nedeni yapılan konulardan biri olmayı sürdürmekte; bu da savunma ve yargılama makamlarının bu ayrımı titizlikle ele almasını zorunlu kılmaktadır.

Suçun Konusu: “Uyuşturucu veya Uyarıcı Madde”

Uyuşturucu veya uyarıcı maddelere ilişkin suçlarda, suçun konusunu oluşturan maddenin ne olduğu sorusu, uygulamada sıklıkla tartışma konusu olmaktadır. TCK’da uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin tek tek sayılmamış olması, ilk bakışta belirsizlik yaratıyor gibi görünse de, bu durum kanun koyucunun bilinçli ve işlevsel bir tercihidir. Zira uyuşturucu maddeler, sürekli değişen, yeni türevler ve sentetik bileşiklerle genişleyen bir alandır. Maddelerin tek tek sayılması, ceza hukukunu hızla işlevsiz hâle getirecek ve suçla mücadelede ciddi boşluklar yaratacaktır.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 28.04.2016 tarihli kararında açıkça benimsendiği üzere, bir maddenin uyuşturucu veya uyarıcı sayılabilmesi için mutlaka bir listeye girmiş olması şart değildir. Esas olan, söz konusu maddenin algılama, muhakeme ve irade yetisi üzerinde uyuşturucu veya uyarıcı etki yaratıp yaratmadığıdır. Bu yaklaşım, suçun maddi konusunu bilimsel ve fonksiyonel bir ölçüte bağlamakta; biçimsel listelemelerin ötesine geçmektedir. (YCGK, 28.04.2016, E.2017/10-609, K.2022/245)

Bu noktada adli tıp ve bilirkişi raporları, belirleyici bir rol üstlenmektedir. Maddenin kimyasal yapısı, etki mekanizması, merkezi sinir sistemi üzerindeki sonuçları ve bağımlılık potansiyeli, ancak uzmanlık gerektiren bilimsel incelemelerle ortaya konulabilir. Mahkemenin bu raporlarla bağlı olmadığı kabul edilmekle birlikte, uygulamada uyuşturucu olup olmadığına ilişkin değerlendirme büyük ölçüde bu teknik raporlara dayanmaktadır.

Bu yaklaşımın kanunilik ilkesine aykırı olduğu yönündeki itirazlar, Ceza Genel Kurulu tarafından açıkça reddedilmiştir. Zira kanun, suçun konusunu “uyarıcı veya uyuşturucu madde olarak tanımlamak suretiyle genel çerçeveyi çizmiş; bu çerçevenin bilimsel gelişmelere göre doldurulmasını yargısal ve teknik değerlendirmeye bırakmıştır. Bu durum, belirsizlik değil; aksine suçla etkin mücadeleyi mümkün kılan dinamik bir normatif yapı oluşturmaktadır. (YCGK, 28.04.2016, E.2017/10-609, K.2022/245)

Manevi Unsur

Uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin imal, ithal ve ihraç edilmesi suçları, kasten işlenebilen suçlardır. Failin, maddenin uyuşturucu veya uyarıcı niteliğini bilmesi ve bu maddeyle ilgili olarak kanunda yasaklanan fiilleri gerçekleştirmeyi istemesi gerekir. Ancak bu suçlar çoğu zaman bireysel değil, örgütlü yapılar içinde işlenmektedir.

Bu tür dosyalarda, organizasyon liderlerinin sıklıkla ileri sürdüğü “bizzat sınırı geçmedim” veya “maddeyle fiziksel temasım yoktu” savunmaları, sorumluluğu ortadan kaldırmamaktadır. Ceza hukuku bakımından dolaylı faillik ve müşterek faillik hükümleri, bu tür savunmaların sınırını çizmektedir. Organizasyonu yöneten, sevkiyatı planlayan veya finansman sağlayan kişilerin, fiilin maddi icrasına doğrudan katılmamış olmaları, cezai sorumluluklarını bertaraf etmez. Aksine, bu kişiler çoğu zaman suçun asli fail konumunda değerlendirilmektedir.

Delillendirme, Gümrük Süreci ve İspat Sorunları

Uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin imal, ithal ve ihraç edilmesine ilişkin suçlarda delillendirme süreci, klasik ceza yargılamalarına kıyasla çok daha teknik, çok katmanlı ve hataya açık bir yapı sergiler. Bu dosyalarda ispat faaliyeti, yalnızca sanığın fiili işleyip işlemediğini ortaya koymakla sınırlı değildir; fiilin hangi suç tipine girdiği, icra hareketlerinin başlayıp başlamadığı, suçun teşebbüs aşamasında mı kaldığı yoksa tamamlandığı mı gibi soruların da deliller üzerinden cevaplandırılmasını gerektirir. Bu nedenle delillerin niteliği, toplanma biçimi ve yorumlanışı, hükmün kaderini doğrudan belirlemektedir.

İthal ve ihraç suçlarında delillendirmenin merkezinde gümrük süreci yer almaktadır. Özellikle ihraç suçlarında, uyuşturucu maddenin hangi aşamada ele geçirildiği, suçun vasfını tayin eden temel ölçüt hâline gelmiştir. Gümrük beyanının yapılıp yapılmadığı, eşyanın gümrük sahasına girip girmediği, hangi gümrük rejimine tabi tutulmak istendiği gibi hususlar, artık yalnızca idari işlemler değil; ceza hukuku bakımından belirleyici deliller olarak değerlendirilmektedir. Bu nedenle gümrük tutanakları, beyan belgeleri, sevk evrakları ve gümrük görevlilerinin düzenlediği raporlar, dosyanın omurgasını oluşturmaktadır.

Kargo ve posta yoluyla yapılan gönderimlerde delillendirme daha da hassas hâle gelmektedir. Uyuşturucu maddenin kargo firmasına teslim edilmiş olması, tek başına ihraç suçunun icra hareketlerinin başladığını göstermemektedir. Bu noktada kargonun hangi aşamada durdurulduğu, gümrük işlemlerinin başlatılıp başlatılmadığı ve ele geçirmenin hangi yetkili birim tarafından yapıldığı titizlikle incelenmelidir. Kargo firmasının kendi iç güvenlik veya tarama mekanizmaları sırasında yapılan tespitler ile gümrük sahasında yapılan kontroller arasında hukuki sonuçlar bakımından ciddi farklar bulunmaktadır. Bu ayrım gözetilmeden yapılan değerlendirmeler, yanlış suç vasıflandırmalarına yol açmaktadır.

Delillendirme bakımından bir diğer kritik alan, uyuşturucu maddenin ele geçirilme şekli ve muhafazasıdır. Maddenin nerede, nasıl ve kim tarafından ele geçirildiği; numune alma işlemlerinin usule uygun yapılıp yapılmadığı; muhafaza zincirinin kesintisiz biçimde korunup korunmadığı, özellikle teknik savunma açısından hayati önem taşır. Bu dosyalarda adli emanete alma, numune ayrımı ve laboratuvara sevk süreçlerinde yapılan usul hataları, delilin sıhhatini tartışmalı hâle getirebilmektedir. Uyuşturucu suçlarının yüksek ceza tehdidi dikkate alındığında, bu tür teknik eksikliklerin göz ardı edilmesi hukuki güvenlikle bağdaşmaz.

İspat sorunlarının yoğunlaştığı bir diğer alan, fail ile uyuşturucu madde arasındaki bağın kurulmasıdır. Özellikle örgütlü yapılarda, maddenin doğrudan sanığın üzerinde ele geçirilmemesi sık rastlanan bir durumdur. Bu hâllerde savcılık makamı, sanığın sevkiyatla olan bağını iletişim kayıtları, finansal hareketler, tanık beyanları ve teknik takip verileri üzerinden kurmaya çalışmaktadır. Ancak bu tür dolaylı delillerin, soyut varsayımlar yerine somut ve tutarlı bir delil zinciri oluşturması gerekir. Aksi hâlde, “organizasyonun parçası olma” iddiası, varsayımsal bir suç isnadına dönüşme riski taşır.

İletişim tespitleri, özellikle ithal ve ihraç dosyalarında sıkça başvurulan delil türlerindendir. Telefon görüşmeleri, mesajlaşma kayıtları ve baz istasyonu verileri, sevkiyatın planlanması ve yönlendirilmesi bakımından önemli ipuçları sunabilir. Ancak bu delillerin tek başına mahkumiyet için yeterli kabul edilmesi, ceza yargılamasında ispat standardını düşürme tehlikesi barındırır. İletişim kayıtlarının, maddi olgularla ve somut yakalama verileriyle desteklenmesi gerekir. Aksi hâlde, sırf yoğun iletişim trafiğine dayanarak ithal veya ihraç suçundan mahkûmiyet kurulması, ciddi hukuki sakıncalar doğurur.

Uluslararası boyut taşıyan dosyalarda delillendirme daha da karmaşık bir hâl alır. Yabancı ülke makamlarından gelen bilgi ve belgelerin, adli yardımlaşma usullerine uygun olup olmadığı, bu belgelerin savunma tarafından tartışılabilirliği ve doğrulanabilirliği büyük önem taşır. Özellikle yabancı kolluk raporlarının, Türk ceza yargılamasında doğrudan ve sorgulanmaksızın hükme esas alınması, adil yargılanma hakkı bakımından sorunlu sonuçlar doğurabilmektedir. Bu nedenle uluslararası kaynaklı delillerin, iç hukuk standartlarına uygun şekilde değerlendirilmesi zorunludur.

Son olarak, delillendirme sürecinde suçun vasfına ilişkin deliller ile sanığın kişisel kusuruna ilişkin delillerin ayrılması gerekmektedir. Maddenin miktarı, türü ve sevkiyat şekli, suçun maddi unsuru bakımından belirleyici olabilir; ancak sanığın organizasyon içindeki rolü, kastın yoğunluğu ve fiil üzerindeki hâkimiyeti ayrıca ispatlanmalıdır. Bu ayrım yapılmadan kurulan mahkûmiyetler, özellikle üst düzey organizasyon dosyalarında bozma sebebi olmaya adaydır.

Nitelikli Hâller, Ceza Artırımı ve Organizasyon Boyutu

Uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin imal, ithal ve ihraç edilmesine ilişkin suçlarda ceza sorumluluğu, yalnızca yalın suç tipinin varlığıyla sınırlı değildir. Kanun koyucu, suçun işleniş biçimi, konusu ve failler arasındaki ilişki düzeyi gibi unsurları dikkate alarak, belirli durumlarda cezanın artırılmasını öngörmüş; böylece suçun toplumsal tehlikeliliği ile yaptırım arasında orantı kurmayı amaçlamıştır. TCK m.188 sistematiğinde yer alan nitelikli hâller, bu politikanın normatif yansımasını oluşturmaktadır.

Nitelikli hâllerin başında, suçun konusu olan maddenin türü gelmektedir. Kanun, eroin, kokain, morfin, sentetik kannabinoidler, sentetik katinonlar, sentetik opioidler ve amfetamin türevleri gibi maddeleri, daha yüksek risk ve yıkıcı etki potansiyeli nedeniyle özel olarak ayırmış; bu maddelerle işlenen fiillerde cezanın artırılmasını öngörmüştür. Bu yaklaşım, suçun soyut değil somut tehlikeliliğini esas alan bir ceza politikası tercihidir. Maddenin niteliği, bağımlılık yaratma gücü ve toplum üzerindeki etkisi arttıkça, ceza tehdidi de paralel biçimde ağırlaştırılmaktadır.

Bir diğer önemli nitelikli hâl, suçun belirli mekânlarda işlenmesidir. Okul, yurt, hastane, kışla veya ibadethane gibi eğitim, tedavi, askerî ve sosyal amaçlarla toplu bulunulan yerler ile bu alanların çevresinde işlenen fiiller bakımından cezanın artırılması, özellikle korunması gereken sosyal alanlara yönelen tehlikeyi bertaraf etmeye yöneliktir. Ancak uygulamada dikkat edilmesi gereken husus, nitelikli hâlin otomatik biçimde uygulanmamasıdır. Suçun bu mekânlarda veya belirlenen mesafe içinde işlendiğinin, somut delillerle ortaya konulması ve fiil ile mekân arasında gerçek bir bağlantı kurulması gerekir. Yargıtay uygulaması, yalnızca coğrafi yakınlığı değil, fiilin bu alanlarda gerçekleştirilmesini veya bu alanlara yönelik bir tehlike yaratmasını aramaktadır.

Nitelikli hâllerin en ağır sonuç doğuran boyutu ise suçun birden fazla kişi tarafından birlikte veya örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenmesidir. Üç veya daha fazla kişinin birlikte hareket etmesi hâlinde cezada artırım öngörülmesi, suçun kolektif niteliğinin yarattığı riskle ilişkilidir. Buna karşılık suçun, suç işlemek amacıyla kurulmuş bir örgütün faaliyeti kapsamında işlenmesi hâlinde cezanın bir kat artırılması, uyuşturucu suçlarının organizasyonel karakterine verilen en güçlü normatif tepkidir.

Örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenme hâlinde, ceza sorumluluğunun sınırları önemli ölçüde genişlemektedir. Bu tür dosyalarda, her bir failin fiili katkısı ayrı ayrı değerlendirilmekle birlikte, organizasyonun varlığı ve sürekliliği esas alınmaktadır. Örgüt liderleri veya yöneticileri, çoğu zaman uyuşturucu maddenin fiili sevkiyatında yer almamakta; ancak planlama, finansman ve yönlendirme faaliyetleriyle suçun işlenmesinde belirleyici rol oynamaktadır. Ceza hukuku bakımından bu kişiler, “bizzat sınırı geçmedim” veya “maddeyi ben taşımadım” savunmalarıyla sorumluluktan kurtulamaz. Aksine, fiil üzerinde hâkimiyet kuran bu aktörler, çoğu durumda asli fail veya dolaylı fail olarak değerlendirilir.

Organizasyon boyutunun devreye girdiği dosyalarda, delillendirme ve ceza artırımı birbirini besleyen iki unsur hâline gelmektedir. Örgüt yapısının varlığı, iletişim kayıtları, para akışları, görev paylaşımı ve süreklilik gösteren faaliyetler üzerinden ispatlanmakta; bu ispat sağlandığında ceza tehdidi katlanarak artmaktadır. Ancak burada da otomatiklikten kaçınılması gerekir. Her çok sanıklı dosyanın örgütlü suç olarak nitelendirilmesi mümkün değildir. Örgüt varlığı için hiyerarşi, süreklilik ve ortak amaç unsurlarının birlikte ortaya konulması zorunludur.

Nitelikli hâller ve ceza artırımı bakımından bir diğer kritik husus, orantılılık ilkesidir. Uyuşturucu suçlarının toplumsal tehlikeliliği yüksek olmakla birlikte, nitelikli hâllerin gelişigüzel ve geniş yorumlanması, cezanın bireyselleştirilmesi ilkesini zedeleyebilir. Bu nedenle mahkemelerin, hem suçun işleniş biçimini hem de sanığın organizasyon içindeki konumunu somut gerekçelerle ortaya koyması gerekir. Aksi hâlde, özellikle örgüt iddiasına dayalı artırımlar, bozma sebebi hâline gelmektedir.

Sonuç olarak, TCK m.188/1 kapsamında imal, ithal ve ihraç suçlarında nitelikli hâller ve ceza artırımı mekanizmaları, uyuşturucu suçlarıyla mücadelede caydırıcı bir rol üstlenmektedir. Ancak bu mekanizmaların hukuka uygun ve ölçülü biçimde uygulanması, hem adil yargılanma hakkının korunması hem de ceza hukukunun temel ilkeleri bakımından vazgeçilmezdir.

Etkin Pişmanlık, Ceza İndirimi ve Sorumluluğun Sınırları

Uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin imal, ithal ve ihraç edilmesine ilişkin suçlarda etkin pişmanlık kurumu, ceza hukukunun suçla mücadelede yalnızca cezalandırmaya değil, suçun ortaya çıkarılmasına ve önlenmesine de odaklanan araçlarından biridir. TCK m.192’de düzenlenen etkin pişmanlık hükümleri, uyuşturucu suçlarının yapısal ve organizasyonel niteliği dikkate alınarak kademeli bir sistem içinde öngörülmüş; failin sağladığı katkının zamanı, niteliği ve sonuçları esas alınmıştır. Bu yönüyle etkin pişmanlık, otomatik bir indirim mekanizması değil, somut katkıya bağlı istisnai bir rejimdir.

İmal, ithal ve ihraç suçlarına iştirak etmiş olan kişiler bakımından etkin pişmanlığın en güçlü sonucu, resmi makamlar tarafından haber alınmadan önce yapılan bildirimdir. Failin bu aşamada, diğer suç ortaklarını ve uyuşturucu maddenin saklandığı veya imal edildiği yerleri yetkili mercilere bildirmesi ve verilen bilginin yakalamaya veya ele geçirmeye elverişli olması hâlinde, hakkında cezaya hükmolunmaması söz konusu olabilmektedir. Bu düzenleme, suçun erken aşamada ortaya çıkarılmasını ve zincirin kırılmasını hedefleyen güçlü bir teşvik mekanizmasıdır. Ancak uygulamada, bildirimin gerçekten “haber alınmadan önce” yapılıp yapılmadığı ve sağlanan bilginin somut fayda üretip üretmediği titizlikle değerlendirilmelidir.

Resmi makamlar tarafından suçtan haber alındıktan sonra yapılan yardımlar bakımından ise daha sınırlı bir indirim rejimi öngörülmüştür. Bu durumda failin, gönüllü olarak suçun meydana çıkmasına, fail veya diğer suç ortaklarının yakalanmasına hizmet ve yardım etmesi gerekir. Sağlanan yardımın niteliğine göre cezada dörtte birden yarıya kadar indirim yapılabilmektedir. Burada belirleyici ölçüt, yardımın gerçek ve etkili olup olmadığıdır. Zaten bilinen veya dosyaya bir katkı sağlamayan bilgilerin sunulması, etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanması için yeterli kabul edilmemektedir.

Organizasyon yapısı içinde işlenen uyuşturucu suçlarında etkin pişmanlık, hem teorik hem de pratik açıdan daha karmaşık bir görünüm arz eder. Organizasyon liderleri veya yöneticileri bakımından, etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanabilmesi için sağlanan bilginin, organizasyonun çözülmesine veya üst düzey faillerin yakalanmasına elverişli olması beklenir. Sıradan veya alt düzey katkılar, özellikle ağır nitelikli hâllerin söz konusu olduğu dosyalarda, cezasızlık sonucunu doğurmaz. Bu yaklaşım, etkin pişmanlığın “organizasyonu koruyan” bir araç hâline gelmesini engellemeye yöneliktir.

Etkin pişmanlık ile ceza sorumluluğunun sınırları arasındaki ilişki, özellikle ithal ve ihraç suçlarında daha da belirginleşmektedir. Bu suçlar, yüksek ceza tehdidi ve çoğu zaman örgüt bağlantısı nedeniyle, sanıklar açısından etkin pişmanlık beklentisinin yoğunlaştığı alanlardır. Ancak uygulamada sıkça karşılaşılan bir sorun, etkin pişmanlığın “her hâlükârda indirim sağlayan” bir kurum gibi algılanmasıdır. Oysa kanun, etkin pişmanlığı, failin suçla mücadeleye sağladığı somut katkıya bağlamış; bu katkının yokluğunda indirim veya cezasızlık öngörmemiştir.

Etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanmasında zamanlama kadar, gönüllülük de önem taşır. Failin, kaçınılmaz yakalama veya delillerin ortaya çıkması sonrasında yaptığı açıklamalar, her somut olayda gönüllülük kriteri bakımından ayrıca değerlendirilmelidir. Bu bağlamda, savunma stratejisi olarak etkin pişmanlık iddiasının ileri sürülmesi ile gerçekten suçun ortaya çıkarılmasına hizmet eden bir katkının sunulması arasında net bir ayrım yapılması gerekir.

Son olarak, etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanmaması hâlinde dahi, ileride ortaya çıkabilecek yeni deliller veya açılacak davalar bakımından sanık lehine yeniden değerlendirme imkânının bulunduğu da göz ardı edilmemelidir. Özellikle organizasyon içerikli dosyalarda, başka failler hakkında yürütülen soruşturmaların sonuçları, önceki yargılamalar bakımından yeni bir hukuki durum yaratabilmektedir. Bu yönüyle etkin pişmanlık, tek seferlik ve kapalı bir alan değil; dosyanın bütün seyriyle bağlantılı dinamik bir kurumdur.

Müsadere, Malvarlığı Tedbirleri ve Suçtan Kaynaklanan Değerler

Uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin imal, ithal ve ihraç edilmesine ilişkin suçlar, yalnızca bireylerin özgürlüğünü hedef alan yaptırımlarla sınırlı bir ceza politikasıyla etkili biçimde mücadele edilebilecek suçlar değildir. Bu suçlar, yüksek ekonomik getiriler sağlayan, süreklilik arz eden ve çoğu zaman örgütlü yapılar tarafından yürütülen faaliyetlerdir. Bu nedenle kanun koyucu, TCK m.188/1 kapsamında düzenlenen suçlara karşı mücadelede ekonomik boyutu hedef alan bir yaptırım rejimini de zorunlu görmüş; müsadere ve malvarlığına ilişkin güvenlik tedbirlerini ceza hukukunun ayrılmaz bir parçası hâline getirmiştir.

Uyuşturucu suçlarında müsadere, öncelikle suçun konusunu oluşturan maddelere yöneliktir. Ele geçirilen uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin müsaderesi, suçun niteliği gereği zorunludur ve bu konuda mahkemelerin takdir yetkisi bulunmamaktadır. Bu tür maddelerin toplum için taşıdığı tehlike dikkate alındığında, müsadere yalnızca bir yaptırım değil; aynı zamanda koruyucu ve önleyici bir tedbirdir. Uygulamada, uyuşturucu maddenin imhasına karar verilmesi de bu koruyucu amacın doğal sonucudur.

Bununla birlikte müsadere, uyuşturucu maddelerle sınırlı değildir. Suçun işlenmesinde kullanılan araçlar, ekipmanlar ve üretim düzenekleri de müsadere kapsamına girmektedir. İmal suçlarında kullanılan laboratuvar malzemeleri, kimyasal ekipmanlar, özel cihazlar ve paketleme araçları, suçun işlenmesini kolaylaştıran vasıtalar olarak değerlendirilmekte ve müsadere edilmektedir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus, müsadere kararının gerekçelendirilmesidir. Her ele geçirilen eşyanın otomatik olarak müsadere edilmesi değil; suçla olan bağlantısının somut biçimde ortaya konulması gerekir.

Uyuşturucu suçlarında müsaderenin en tartışmalı alanlarından biri, suçtan elde edilen malvarlığı değerleridir. TCK m.54 ve m.55 hükümleri çerçevesinde, uyuşturucu ticaretinden elde edilen gelirlerin müsaderesi mümkündür. Bu kapsamda nakit paralar, banka hesapları, taşınmazlar, araçlar ve hatta kripto varlıklar, suçla bağlantılı oldukları ölçüde müsadere konusu yapılabilmektedir. Ancak burada temel sorun, suçtan elde edilen gelir ile sanığın meşru kazançları arasındaki ayrımın nasıl yapılacağıdır.

Uygulamada, özellikle ithal ve ihraç suçlarında, sanığın ekonomik profilinin suçla orantısız biçimde yüksek olduğu dosyalarda müsadere talepleri yoğunlaşmaktadır. Ancak ceza hukuku bakımından müsadere, varsayımlara değil; somut delillere dayanmalıdır. Bir malvarlığı değerinin suçtan elde edildiğinin kabul edilebilmesi için, bu değer ile uyuşturucu suçu arasında nedensellik bağının kurulması gerekir. Aksi hâlde, müsadere tedbiri cezalandırıcı bir araca dönüşerek mülkiyet hakkını ihlal edebilir.

Malvarlığına yönelik koruma tedbirleri, özellikle soruşturma aşamasında büyük önem taşımaktadır. Uyuşturucu suçlarının ekonomik boyutu dikkate alındığında, suç gelirlerinin hızlı biçimde el değiştirmesi veya gizlenmesi mümkündür. Bu nedenle elkoyma, banka hesaplarının dondurulması ve taşınmazlara şerh konulması gibi tedbirler, yargılamanın etkinliği açısından sıkça başvurulan araçlardır. Ancak bu tedbirlerin uygulanmasında da ölçülülük ve gereklilik ilkeleri gözetilmelidir. Geçici nitelikte olması gereken bu önlemler, yargılama süreci boyunca fiilî bir müsadereye dönüşmemelidir.

Uyuşturucu ithal ve ihraç suçlarında müsadere rejiminin bir diğer boyutu, uluslararası iş birliği ile bağlantılıdır. Suçtan elde edilen gelirlerin yurt dışında bulunması hâlinde, adli yardımlaşma ve karşılıklı tanıma mekanizmaları devreye girmektedir. Bu tür dosyalarda, yabancı ülkelerdeki banka hesapları veya malvarlıklarının tespiti ve müsaderesi, çoğu zaman uzun ve karmaşık süreçler gerektirmektedir. Ancak bu zorluk, suç gelirlerinin takibinden vazgeçilmesini haklı kılmaz. Aksine, uyuşturucu suçlarıyla mücadelede ekonomik damarların kesilmesi, cezalandırmadan daha etkili bir araç olarak kabul edilmektedir.

Son olarak, müsadere kararlarının gerekçeli ve denetlenebilir olması, adil yargılanma hakkının bir gereğidir. Hangi malvarlığı değerinin hangi gerekçeyle müsadere edildiği, karar metninde açıkça ortaya konulmalıdır. Özellikle yüksek meblağlı müsadere kararlarında, gerekçesizlik veya soyut değerlendirmeler, bozma sebebi olmaya adaydır. Bu nedenle mahkemelerin, müsadere tedbirlerini “otomatik sonuç” olarak değil, hukuki ve fiilî temellere dayanan ayrı bir değerlendirme alanı olarak ele alması gerekir.

Uygulamada Sık Yapılan Hatalar, Savunma ve Yargılama Stratejileri

Uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin imal, ithal ve ihraç edilmesine ilişkin suçlar, yüksek ceza tehdidi, teknik delillerin ağırlığı ve çoğu zaman uluslararası boyut içermesi nedeniyle, uygulamada hata yapmaya en elverişli ceza yargılaması alanlarından biridir. Bu dosyalarda yapılan hatalar, yalnızca usule ilişkin eksikliklerden ibaret olmayıp, suçun vasfına, icra hareketlerinin tespitine ve cezanın belirlenmesine kadar uzanan geniş bir yelpazede ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle savunma ve yargılama stratejilerinin, klasik reflekslerle değil; sistematik ve bilinçli bir yaklaşım üzerinden kurulması zorunludur.

Uygulamada en sık karşılaşılan hatalardan biri, suç vasfının otomatik biçimde belirlenmesidir. Özellikle kargo veya posta yoluyla yapılan gönderimlerde, uyuşturucu maddenin yurt dışına gönderilmek üzere teslim edilmiş olması, çoğu zaman doğrudan “ihraç” veya “ihraç teşebbüsü” olarak nitelendirilmektedir. Oysa Yargıtay içtihatlarının açık biçimde ortaya koyduğu üzere, gümrük beyanı yapılmadan ve icra hareketleri başlamadan önce ele geçirilen sevkiyatlarda, ihraç suçundan söz edilemez. Bu tür dosyalarda yanlış vasıflandırma, daha ağır ceza uygulanmasına ve hükmün bozulmasına yol açan temel hata kaynağıdır.

Bir diğer yaygın hata, hazırlık hareketleri ile icra hareketleri arasındaki çizginin göz ardı edilmesidir. Kargonun hazırlanması, paketlenmesi veya kargo şirketine teslim edilmesi, her somut olayda icra hareketi olarak kabul edilemez. Buna rağmen uygulamada, bu aşamalar sıklıkla teşebbüs olarak değerlendirilmekte ve ceza sorumluluğu gereksiz yere ağırlaştırılmaktadır. Ceza hukuku bakımından hazırlık hareketlerinin cezalandırılmasının istisnai olduğu unutulmamalı; icra hareketinin başladığı an somut delillerle ortaya konulmalıdır.

Delillendirme alanında yapılan hatalar da savunma ve yargılamanın sağlıklı yürütülmesini engellemektedir. Özellikle teknik delillerin sorgulanmadan kabul edilmesi, uyuşturucu dosyalarında sık rastlanan bir sorundur. Adli tıp ve bilirkişi raporlarının içeriği, numune alma usulleri, muhafaza zinciri ve raporlar arasındaki çelişkiler çoğu zaman yeterince tartışılmadan hükme esas alınmaktadır. Oysa yüksek ceza tehdidi taşıyan bu suçlarda, teknik delillerin tartışılması ve gerektiğinde karşı bilirkişi incelemesi yapılması, adil yargılanmanın vazgeçilmez bir unsurudur.

Organizasyon içeren dosyalarda yapılan en ciddi hatalardan biri ise, her çok sanıklı dosyanın otomatik olarak örgütlü suç kabul edilmesidir. Örgüt varlığının kabulü için süreklilik, hiyerarşi ve ortak suç işleme amacının birlikte ortaya konulması gerekir. Bu unsurların yokluğunda, sırf birden fazla kişinin dosyada yer alması, örgüt faaliyeti çerçevesinde suç işlendiği sonucunu doğurmaz. Bu ayrımın göz ardı edilmesi, ceza artırımının hukuka aykırı biçimde uygulanmasına yol açmaktadır.

Savunma stratejileri bakımından, uyuşturucu ithal ve ihraç dosyalarında ilk aşamanın belirleyici önemi göz ardı edilmemelidir. Yakalama anındaki tutanaklar, arama kararlarının kapsamı, el koyma işlemlerinin usule uygunluğu ve sanığın ilk ifadeleri, dosyanın geri kalan seyrini doğrudan etkilemektedir. Bu nedenle savunmanın, yalnızca yargılama aşamasında değil; soruşturmanın en başından itibaren aktif ve teknik bir yaklaşım sergilemesi gerekir.

Etkin pişmanlık konusunda da uygulamada stratejik hatalar yapılmaktadır. Etkin pişmanlığın, her durumda indirim sağlayan bir “kurtuluş yolu” olarak görülmesi, çoğu dosyada sanık aleyhine sonuçlar doğurmaktadır. Sağlanan bilginin somut katkı üretip üretmediği, zamanlaması ve gönüllülük unsuru titizlikle değerlendirilmeden ileri sürülen etkin pişmanlık talepleri, hem reddedilmekte hem de savunmanın inandırıcılığını zedelemektedir. Bu nedenle etkin pişmanlık, refleksif değil; dosya bazlı ve stratejik bir değerlendirme sonucunda gündeme getirilmelidir.

Yargılama makamları bakımından ise, gerekçelendirme yükümlülüğü bu dosyalarda ayrı bir önem taşımaktadır. Suçun neden imal, ithal veya ihraç olarak nitelendirildiği; icra hareketlerinin hangi aşamada başladığı; teşebbüs veya tamamlanma değerlendirmesinin hangi delillere dayandığı, karar metninde açıkça ortaya konulmalıdır. Özellikle Yargıtay denetimine konu olan dosyalarda, gerekçesizlik veya soyut değerlendirmeler, bozma sebebi hâline gelmektedir.

Sonuç olarak, TCK m.188/1 kapsamındaki uyuşturucu suçlarında başarıyla yürütülen bir savunma veya sağlıklı bir yargılama, ezber kalıplarla değil; suçun yapısal özelliklerini, içtihat gelişimini ve teknik delillerin niteliğini dikkate alan bütüncül bir yaklaşımla mümkündür. Bu yaklaşım benimsenmediği takdirde, ağır ceza tehdidi taşıyan bu dosyalarda telafisi güç hak kayıplarının ortaya çıkması kaçınılmazdır.

Sonuç

Uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin imal, ithal ve ihraç edilmesi fiilleri, ceza hukukunun yalnızca bireysel kusuru cezalandıran klasik alanının ötesine geçen; toplum sağlığını, devletin sınır güvenliğini ve uluslararası kamu düzenini doğrudan etkileyen çok katmanlı suç tipleridir. Bu nedenle TCK m.188/1 hükmü, basit bir ticaret suçundan ziyade, yüksek tehlike içeren, yapısal ve çoğu zaman örgütlü bir suç alanını hedef almaktadır. Kanun koyucunun bu fiilleri ülke içi uyuşturucu ticaretinden ayrı bir fıkra altında düzenlemesi, rastlantısal değil; suçun etkisi, yayılma kapasitesi ve uluslararası boyutu dikkate alınarak yapılmış bilinçli bir tercihtir.

Bu çalışmada ortaya konulduğu üzere, küresel uyuşturucu trafiği, artık münferit suç faillerinin ötesinde; lojistik ağlara, finansal altyapılara ve uluslararası güzergâhlara dayanan bir sistem hâline gelmiştir. Türkiye’nin coğrafi konumu, bu suçların ithal ve ihraç boyutunu özellikle hassas kılmakta; ceza hukukunun bu alandaki düzenlemelerini ve uygulamasını daha da kritik hâle getirmektedir. Bu bağlamda TCK m.188/1, yalnızca ulusal bir ceza normu değil; aynı zamanda Türkiye’nin uluslararası yükümlülükleriyle uyumlu bir koruma ve caydırıcılık mekanizmasıdır.

Ancak yüksek ceza tehdidi taşıyan bu suç tiplerinde, hukuki sınırların bulanıklaşması ciddi bir risk oluşturmaktadır. Özellikle imal, ithal ve ihraç kavramlarının maddi unsur bakımından net biçimde ayrıştırılmaması; hazırlık hareketleri ile icra hareketlerinin karıştırılması; teşebbüs, tamamlanma ve farklı suç tipleri arasındaki çizginin göz ardı edilmesi, uygulamada telafisi güç sonuçlar doğurmaktadır. Yargıtay’ın, özellikle ihraç suçunda icra hareketinin gümrük beyanı ile başladığına ilişkin içtihadı, bu alanda normatif bir denge noktası oluşturmaktadır.

Öte yandan, suçun konusunu oluşturan “uyuşturucu veya uyarıcı madde” kavramına ilişkin yaklaşım da, ceza hukukunun katı biçimciliği ile toplum sağlığının korunması arasında kurulan hassas dengeyi yansıtmaktadır. Maddenin tek tek sayılmaması, kanunilik ilkesine aykırılık değil; bilakis değişen kimyasal gerçeklik karşısında hukukun etkisiz kalmaması için geliştirilmiş dinamik bir çözümdür. Bu noktada bilirkişi ve Adli Tıp raporlarının rolü belirleyici olmakla birlikte, bu raporların mutlak doğrular olarak değil, yargısal denetim altında değerlendirilmesi gerektiği unutulmamalıdır.

Manevi unsur, organizasyonel yapı ve ekonomik boyut bakımından yapılan değerlendirmeler ise, uyuşturucu suçlarının artık yalnızca “fiili gerçekleştiren kişi” üzerinden okunamayacağını göstermektedir. Dolaylı faillik, örgütsel sorumluluk ve suçtan elde edilen gelirlerin müsaderesi, bu suçlarla etkin mücadelede vazgeçilmez araçlar hâline gelmiştir. Bununla birlikte, malvarlığına yönelik tedbirlerin ve müsadere kararlarının da ölçülülük ve gerekçelendirme ilkeleri çerçevesinde uygulanması, ceza hukukunun meşruiyeti açısından zorunludur.

Sonuç olarak TCK m.188/1 kapsamında düzenlenen uyuşturucu imal, ithal ve ihraç suçları; yüksek ceza tehdidi, karmaşık maddi yapı ve uluslararası boyut nedeniyle, hem yargı makamları hem de savunma açısından özel dikkat ve uzmanlık gerektiren bir alandır. Bu suç tiplerinde adil ve isabetli bir yargılama, ezber nitelendirmelerle değil; somut olayın teknik, hukuki ve yapısal özelliklerini birlikte değerlendiren bütüncül bir yaklaşımla mümkündür. Aksi hâlde, ağır ceza tehdidi, adaletin sağlanması yerine adaletsizliğin kaynağı hâline gelebilir.

© 2025 Prof. Dr. Vahit Bıçak / Bıçak Hukuk Bürosu – Tüm hakları saklıdır. Bu makale, sayın Prof. Dr. Vahit Bıçak tarafından www.bicakhukuk.com sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi makalenin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan makalenin bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.

Referans: Bıçak, Vahit (2025) “Uyuşturucu Suçlarında Sınır Aşan Boyut: İmal, İthal, İhraç Fiilleri ve Yargıtay İçtihatları”, Bıçak Hukuk Bürosu Blogu, https://www.bicakhukuk.com/uyusturucu-imal-ithal-ve-ihrac-suclari/, Prgf . __., Erişim Tarihi: …,

Comments

No comments yet.

Yanıtla