Şirket Yönetim ve Denetimine Kayyım Atanması: Yasal Çerçeve ve Uygulamalar

Şirketlere kayyım atanması, ceza soruşturmaları, şirket organlarının işlevsiz hale gelmesi, ortaklar arası uyuşmazlıklar veya suç gelirleriyle bağlantılı durumlar gibi farklı hukuki sebeplerle başvurulan önemli bir tedbir mekanizmasıdır. Bu uygulama, hem şirketin varlığını sürdürebilmesi hem de kamu düzeninin korunması açısından doğrudan etkili sonuçlar doğurabilir. Türk hukuk sisteminde kayyım atanması, Ceza Muhakemesi Kanunu m. 133, Türk Medeni Kanunu ve Türk Ticaret Kanunu hükümleri çerçevesinde düzenlenmiş olup, özellikle Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu gibi bazı kurumlara özel yetkiler tanınarak, belirli şirketlere kayyım atanmasına imkân sağlanmaktadır. Kayyım atamalarına ilişkin yasal dayanakların, uygulamada karşılaşılan sorunların, yüksek mahkeme içtihatlarının ve bu işlemlere karşı başvurulabilecek hukuki yolların bütüncül bir yaklaşımla incelenmesi bu alanda farkındalık oluşturmak açısından büyük önem taşır. Bıçak Hukuk, şirket yönetim ve denetimine kayyım atanmasına ilişkin süreçlerde; hem mahkemeler nezdinde kayyım tayini talebinde bulunulması hem de haksız veya orantısız kayyım atama kararlarına karşı başvuru yapılması aşamalarında müvekkillerine kapsamlı ve etkin hukuki danışmanlık hizmeti sunmaktadır.

Şirket Yönetim Denetim Kayyum Kayyım Atama Hukuk Bürosu Avukat Danışmanlık TMSF ceza ticaret muhakeme hukuku anonim suç gelir itiraz kaldırma

Şirket Yönetim ve Denetimine Kayyum Atama

Şirket yönetim ve denetimine kayyum (kayyım) atama, Türk hukuk sisteminde hem ceza muhakemesi hem de özel hukuk bağlamında başvurulabilen istisnai bir müdahale yöntemidir. Şirketin faaliyetlerinin kamu düzeni, ceza soruşturmaları veya iç yönetimsel krizler nedeniyle geçici olarak kontrol altına alınmasını amaçlayan bu uygulama, şirketin yönetim organlarının yerine mahkeme kararıyla üçüncü bir kişinin – kayyımı- getirilmesi şeklinde hayata geçirilir.

Kayyım ataması, kimi zaman şirket faaliyetlerinin suç gelirine dönüştüğü iddiasıyla yürütülen ceza soruşturmalarında bir koruma tedbiri olarak karşımıza çıkarken, kimi zaman da şirketin yönetim organlarının çalışamaz hale gelmesi veya ortaklar arasında yaşanan ciddi ihtilaflar nedeniyle özel hukuk çerçevesinde gündeme gelir. Bu yönüyle kayyım müessesesi, sadece ceza hukukunun değil, ticaret ve medeni hukukun da uygulama alanında önemli bir yer tutmaktadır.

Türkiye’de özellikle son yıllarda hem özel sektör şirketlerine hem de kamuoyunun yakından takip ettiği büyük ölçekli holdinglere yönelik kayyım atamaları, bu konunun hukuki sınırları, ölçülülüğü ve uygulamadaki sonuçları hakkında ciddi bir tartışma ortamı yaratmıştır. Uygulamanın çok yönlü niteliği, farklı hukuk dallarına dayanan atama sebepleri, kayyımın yetki sınırları ve kararların denetimi gibi unsurların birlikte değerlendirilmesini zorunlu kılmaktadır.

Bu çalışmada, şirket yönetimine kayyım atanmasına ilişkin yasal çerçeve ayrıntılı biçimde ele alınmakta; Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) m. 133, Türk Medeni Kanunu (TMK) ve Türk Ticaret Kanunu (TTK) hükümleri kapsamında kayyım atamasının şartları, süreci ve etkileri sistematik bir yaklaşımla incelenmektedir. Ayrıca, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) eliyle gerçekleştirilen özel kayyım uygulamalarına ve yargı içtihatlarına da değinilerek, kurumsal yapıların bu müdahalelere karşı nasıl bir hukuki koruma mekanizması geliştirebileceği açıklığa kavuşturulmaktadır.

Ceza Muhakemesi Hukuku Kapsamında Kayyım Atanması (CMK m. 133)

Ceza yargılaması sürecinde şirket yönetimine kayyım atanması, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 133. maddesinde düzenlenen ve doğrudan soruşturma veya kovuşturma konusu suçla bağlantılı şirketlerin malvarlığı ve faaliyetlerinin geçici olarak kontrol altına alınmasını sağlayan koruma tedbirlerinden biridir.

CMK m. 133, suç işlenmesinde kullanılan, suçun işlenmesini kolaylaştıran veya suçtan kaynaklanan gelirle kurulan ya da yönetilen şirketlere yönelik olarak uygulanmakta olup, maddi gerçeğin ortaya çıkarılması ve ceza muhakemesinin etkin yürütülmesi amacıyla başvurulmaktadır. Kayyım atanmasına ilişkin karar, soruşturma aşamasında sulh ceza hâkimi, kovuşturma aşamasında ise mahkeme tarafından verilmektedir. Tedbirin niteliği gereği, şirketin tüm yönetim ve temsil yetkileri, atanan kayyım tarafından kullanılmakta; şirket ortaklarının bu yetkiler üzerinde tasarrufu büyük ölçüde sınırlandırılmaktadır.

Ceza muhakemesi kapsamında kayyım atanabilmesi için öncelikle, soruşturulan veya kovuşturulan suçun, şirket faaliyetleriyle doğrudan veya dolaylı bir bağlantısının olması gereklidir. Bu bağlantı genellikle, şirketin suçun aracı olarak kullanılması, suçtan elde edilen gelirlerin şirket bünyesinde aklanması veya suçun şirket faaliyetleri üzerinden organize edilmesi şeklinde ortaya çıkmaktadır. Ayrıca, şirketin faaliyetlerinin devam etmesinin maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasını engelleme riski taşıması da hâkimin takdirinde önemli bir rol oynamaktadır.

CMK m. 133 hükmü uyarınca verilecek kayyım atama kararı, ancak belirli suç tipleri bakımından uygulanabilir. Bunlar arasında; terör suçları, örgütlü suçlar, uyuşturucu ticareti, kara para aklama ve nitelikli dolandırıcılık gibi suçlar öne çıkmaktadır. Yüksek yargı içtihatlarında da görüldüğü üzere, bu tür suçlarla bağlantılı olduğu değerlendirilen şirketlerin yönetimine kayyım atanması, tedbirin geçici ve sınırlı olması gerektiği ilkesine aykırı olmayacak şekilde yorumlanmalıdır.

Ceza soruşturması kapsamında yapılan kayyım atamalarında, sıklıkla TMSF kayyım olarak görevlendirilmektedir. TMSF, kayyım sıfatıyla şirketin tüm yönetimsel işlemlerini yürütmekte, şirket varlıklarını korumakta ve gerektiğinde yeni yöneticiler atayarak şirketin ticari faaliyetlerini sürdürmesini sağlamaktadır. Bu uygulama özellikle kamu güvenliği ve ekonomik istikrar açısından önem taşımakla birlikte, şirket ortaklarının mülkiyet ve ticaret özgürlükleri bakımından ciddi sınırlamalar getirebilmektedir.

Ceza muhakemesi kapsamında yapılan kayyım atamalarına karşı, CMK hükümleri ve Anayasa’da güvence altına alınan haklar çerçevesinde itiraz yolu açıktır. Haksız veya orantısız şekilde verilen kayyım kararları, özellikle şirketin ticari hayatını durma noktasına getirecek nitelikteyse, ilgili mercilere başvurarak kararın kaldırılması talep edilebilmektedir. Uygulamada, bu tür itirazların dikkate alınabilmesi için, kayyım kararının dayandığı suçla şirket faaliyetleri arasında doğrudan bir illiyet bağının kurulmamış olması önemli bir gerekçedir.

Özel Hukuk Kapsamında Kayyım Atamaları (TMK ve TTK)

Şirket yönetimine kayyım atanması, yalnızca ceza muhakemesi sürecinde değil, özel hukukun belirli ihtiyaçlarından kaynaklı olarak da gündeme gelmektedir. Özellikle şirket organlarının işlevsiz hale gelmesi, yönetimsel tıkanıklıklar veya temsilin sağlanamaması gibi durumlarda, TMK ve TTK hükümleri çerçevesinde kayyım tayini söz konusu olabilir.

TMK’nın 426. ve 427. maddeleri, yasal temsilcinin görevini yerine getirememesi ya da bir tüzel kişinin gerekli organlarından yoksun kalması hâlinde, ilgili kişilerin veya pay sahiplerinin başvurusu üzerine mahkeme kararıyla kayyım atanmasına imkân tanımaktadır. Bu durum özellikle anonim veya limited şirketlerde genel kurulun uzun süre toplanamaması, yönetim kurulunun seçilememesi ya da mevcut yöneticilerin görevlerini ifa edememesi gibi vakalarda ortaya çıkmaktadır.

TTK m. 435 ise, anonim şirketlerde uzun süre genel kurul toplanamaması nedeniyle şirketin feshi davası açılmasını düzenlemekte; ancak mahkeme, doğrudan fesih kararı vermek yerine, şirketin faaliyetlerine devam edebilmesini sağlamak amacıyla öncelikle organ eksikliğinin giderilmesine yönelik tedbir olarak kayyım atanmasına karar verebilmektedir. Bu uygulama, hem şirketin varlığının korunması hem de azınlık pay sahiplerinin menfaatlerinin gözetilmesi bakımından büyük önem arz eder.

Ortaklar arasındaki ciddi ve kalıcı ihtilaflar, şirketin yönetiminde tam bir kilitlenmeye yol açtığında da mahkemeden temsil kayyımı atanması talep edilebilir. Özellikle ortaklar arasında yönetim hakkı konusunda karşılıklı güvensizlik, genel kurul kararlarının alınamaması, şirketin ticari işleyişinin durması gibi durumlar, kayyım atamasını meşru kılabilecek hukuki gerekçeler arasında yer alır. Bu noktada, mahkemeler ölçülülük ilkesi çerçevesinde değerlendirme yaparak, şirketin menfaatini esas alır ve kayyım atamasının gerekliliğini somut olay bazında değerlendirir.

Özel hukuk kapsamında atanan kayyım, genellikle geçici süreyle görev yapar ve görevi yalnızca belirli bir işlemle sınırlıdır. Bu tür kayyımların yetkileri, atama kararında açıkça belirtilmekte olup; çoğu zaman yalnızca belirli genel kurul kararlarının alınması, geçici yönetimin sağlanması ya da temsilin sağlıklı yürütülmesiyle sınırlı tutulmaktadır.

Ancak uygulamada, organ eksikliği veya yönetimsel kilitlenmelerin uzun süre çözülememesi hâlinde, bu tür kayyım atamalarının fiilen kalıcı hale gelmesi riski de söz konusudur. Bu nedenle mahkemeler, hem atama talebini değerlendirirken hem de sürecin devamında, şirketin normal işleyişine dönüp dönemediğini denetlemeli; kayyımın varlığını sürdürmesi için objektif sebeplerin hâlen mevcut olup olmadığını göz önünde bulundurmalıdır.

Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) Kayyımlıkları

TMSF‘nin şirket yönetimlerine kayyım olarak atanması, son yıllarda Türk hukuk ve uygulamasında sıkça karşılaşılan bir tedbir haline gelmiştir. Bu yetki, özellikle suç gelirlerinin aklanması, terörizmin finansmanı ve örgütlü suçlarla mücadele kapsamında yürütülen soruşturmalarda, şirket varlıklarının güvence altına alınması amacıyla kullanılmaktadır.

Bu tür atamalar genellikle CMK m. 133 çerçevesinde yapılan soruşturma işlemlerine dayanmakta; soruşturma konusu suçun şirketle bağlantılı olduğuna dair kuvvetli şüphe bulunması hâlinde, şirketin yönetimi geçici olarak TMSF’ye devredilmektedir. Özellikle 15 Temmuz 2016 sonrası dönemde, terör örgütleriyle irtibatı olduğu değerlendirilen şirketlere ilişkin olarak verilen kayyım kararlarında TMSF’nin kurumsal kapasitesi ön plana çıkmıştır.

TMSF, kayyım sıfatıyla atanmasının ardından, yalnızca şirketin ticari faaliyetlerini yürütmekle kalmamakta; aynı zamanda şirketin malvarlığının korunmasını, mevcut sözleşmelerin yönetimini, çalışanların haklarının gözetilmesini ve şirketin sürekliliğinin sağlanmasını da üstlenmektedir. Bu yetki çerçevesinde TMSF, gerektiğinde şirketin mevcut yöneticilerini değiştirebilmekte, yeni yöneticiler atayabilmekte veya bazı varlıkların satışı gibi önemli işlemleri yürütebilmektedir.

2023 ve 2024 yıllarında yapılan yasal düzenlemelerle birlikte, TMSF kayyımlıklarının kapsamı daha da genişletilmiş, kayyım olarak atandığı şirketlerin tasfiye işlemlerini yürütme, genel kurul yetkilerini kullanma ve azınlık pay sahiplerinin onayını aramadan stratejik kararlar alma yetkileri açıkça tanımlanmıştır. Bu değişiklikler, TMSF‘nin yalnızca bir “emanetçi” değil, aynı zamanda etkin bir yönetici olarak rol almasını sağlamış; kamu menfaatinin öncelikli olarak gözetilmesini mümkün kılmıştır.

Bununla birlikte, TMSF kayyımlıklarının yargısal denetimi de büyük önem taşımaktadır. Atama kararlarına karşı itiraz mekanizması açık olmakla birlikte, şirket ortaklarının ve yöneticilerinin, mülkiyet hakkı ve ticaret özgürlüğü çerçevesinde Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi nezdinde de bireysel başvuru hakları bulunmaktadır. Özellikle orantısız ve süresi belirsiz kayyım atamalarına karşı, bu tür denetim yolları etkin bir koruma mekanizması sunmaktadır.

TMSF’nin kayyım olarak atanması, bazı yönleriyle farklı hukuk dallarının kesişim noktasında yer almakta; ceza hukuku, idare hukuku ve ticaret hukuku bağlamında çok boyutlu bir değerlendirmeyi zorunlu kılmaktadır. Bu nedenle bu tür kayyımlık süreçlerinin, yalnızca yargı kararlarıyla değil, aynı zamanda hukukun temel ilkeleriyle de uyumlu olması gerekir.

Kayyım Atanmasının Hukuki ve Ticari Sonuçları

Şirket yönetimine kayyım atanması, her ne kadar hukuki bir tedbir olarak öngörülse de, uygulamada hem şirketin kurumsal yapısı hem de ticari itibarı açısından derin ve çok yönlü sonuçlar doğurur. Bu sonuçlar, kayyım atanma gerekçesine, süresine ve atanan kişinin yetki kapsamına göre değişmekle birlikte, genellikle şirketin olağan işleyişine doğrudan etki edecek niteliktedir.

Hukuki açıdan bakıldığında, kayyım atamasıyla birlikte şirketin yönetim organlarının tüm yetkileri ya askıya alınmakta ya da doğrudan kayyım tarafından kullanılmaktadır. Özellikle CMK m. 133 kapsamında yapılan atamalarda, şirket ortakları ve yöneticileri, şirketin karar alma süreçlerinden tamamen dışlanabilmekte; bu durum, ortaklık hak ve yükümlülüklerinin geçici süreyle devre dışı bırakılmasına yol açmaktadır. Temsil yetkisinin kayyıma geçmesiyle birlikte, üçüncü kişilerle yapılan tüm sözleşmeler, mali işlemler ve yönetsel kararlar, artık kayyımın sorumluluğu altında yürütülür.

Ticari bakımdan değerlendirildiğinde ise, kayyım ataması çoğu zaman şirketin piyasadaki güvenilirliğini ve itibari değerini olumsuz etkiler. Özellikle kamuoyuna yansıyan soruşturmalarla birlikte yapılan atamalar, şirketin iş ortakları, müşterileri ve finansal kuruluşlar nezdinde riskli bir yapı olarak algılanmasına neden olabilir. Bu durum, kredi ilişkilerinin daralması, ticari sözleşmelerin askıya alınması ve iş hacminde düşüş gibi sonuçlar doğurabilir.

Bununla birlikte, kayyım ataması her zaman olumsuz bir tabloyu işaret etmez. Uygun şekilde yürütülen ve hukuka uygun olarak sınırlanmış bir kayyım süreci, şirketin yeniden yapılandırılması, içsel sorunların çözülmesi ve yönetimsel istikrarın sağlanması bakımından iyileştirici bir işlev de görebilir. Özellikle şirket içi çıkar çatışmalarının, karar alma kilitlenmelerinin veya kötü yönetimin önüne geçilmesi gereken durumlarda, mahkeme tarafından atanan tarafsız bir kayyım, şirketin menfaatlerine uygun şekilde hareket ederek yeniden işlevsellik kazandırabilir.

Ancak bu tür olumlu etkilerin ortaya çıkabilmesi, kayyımın uzmanlığına, yetkilerinin sınırlandırılmasına ve mahkeme denetiminin etkinliğine bağlıdır. Süresi belirsiz ve yetkileri geniş tanımlanmış kayyım atamaları, çoğu zaman şirketin büyüme potansiyelini sınırlamakta ve pay sahiplerinin geleceğe dönük planlarını zayıflatmaktadır.

Sonuç olarak, kayyım atanması bir yandan ceza adaletinin veya hukuki düzenin sağlanmasına hizmet ederken, öte yandan özel teşebbüs ve mülkiyet haklarına doğrudan müdahale niteliği taşır. Bu nedenle, her somut olayda ölçülülük, geçicilik ve gereklilik ilkeleri dikkate alınmalı; kayyım uygulaması, şirketin yaşamına zarar vermeyen bir geçici müdahale olarak sınırlandırılmalıdır.

Kayyım Atanmasına Karşı Hukuki Koruma Yolları

Kayyım ataması, gerek ceza muhakemesi sürecinde gerekse özel hukuk çerçevesinde alınan bir geçici tedbir niteliği taşısa da, şirketin yönetimsel bağımsızlığına ve pay sahiplerinin mülkiyet haklarına doğrudan müdahale oluşturduğu için, bu tür kararlar hem idari hem de yargısal denetime tabi tutulmaktadır. Bu nedenle, kayyım atamasına karşı hukuki koruma yolları büyük önem arz eder.

Ceza yargılaması kapsamında, özellikle CMK m. 133 uyarınca yapılan kayyım atamalarına karşı, itiraz en temel başvuru yoludur. Sulh ceza hâkimi veya ceza mahkemesi tarafından verilen atama kararlarına karşı, kararın öğrenildiği tarihten itibaren yedi gün içinde itiraz edilebilir. İtiraz, kararı veren hâkim veya mahkeme tarafından incelenir ve itirazı yerinde görmezse, üst merci olan ağır ceza mahkemesine gönderilir. İtiraz dilekçesinde, kayyım atamasının dayandığı suçla şirket faaliyetleri arasında yeterli bağlantı kurulamadığı, tedbirin ölçüsüz olduğu veya maddi gerçeklikle çeliştiği gibi hukuki gerekçeler yer almalıdır.

Özel hukuk kapsamında, özellikle TMK m. 426 ve 427 ile TTK m. 435 uyarınca verilen kayyım atama kararlarına karşı da yargı yolları açıktır. Bu tür atamalara ilişkin kararlar, tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde istinaf yoluyla bölge adliye mahkemesine taşınabilir. Ayrıca, belirli şartlar oluşmuşsa, temyiz ve hatta Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru imkânı da doğabilmektedir. Özellikle ortaklar arası yetki çatışması, azınlık haklarının ihlali ya da organ eksikliğinin geçici çözüm yerine kalıcı yönetime dönüşmesi durumlarında, kayyım kararının kaldırılması yönünde mahkemeye yeniden başvuru yapılması da mümkündür.

Buna ek olarak, kayyımın atanmasını gerektiren sebeplerin ortadan kalkması hâlinde, taraflar kayyım görevinin sona erdirilmesini mahkemeden talep edebilir. Bu talep, özellikle şirketin olağan işleyişine dönmeye başlaması, yönetim organlarının yeniden işlerlik kazanması veya yargılamaya konu olayın çözüme kavuşması gibi hallerde ileri sürülebilir. Mahkeme, şartların oluştuğunu tespit ederse, görevdeki kayyımın yetkilerine son verir.

Yargı yollarının yanı sıra, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) nezdinde de bireysel başvuru hakları bulunmaktadır. Özellikle mülkiyet hakkı, adil yargılanma hakkı ve ticaret özgürlüğünün ihlal edildiği durumlarda, kayyım atamasının orantısızlığı temelinde bu yollara başvurulabilir. Nitekim, AİHM kararlarında, şirketlere yapılan müdahalelerin “zorunlu bir toplumsal ihtiyaç” kapsamında olması ve “ölçülülük ilkesine” uygunluk göstermesi gerektiği vurgulanmaktadır.

Tüm bu süreçlerde, gerek atama öncesi ihtimallerin önlenmesi gerekse atama sonrası hak arama yollarının doğru şekilde işletilmesi açısından, uzman bir hukuk desteği almak büyük önem taşır. Zira kayyım ataması, yalnızca hukuki değil, aynı zamanda şirketin ekonomik geleceğini ilgilendiren çok boyutlu bir meseledir.

Uygulamada Kayyım Atamalarına İlişkin Emsal Kararlar

Kayyım atanması, teorik ve yasal çerçevesi kadar, uygulamada şekillenen içtihatlarla da önem kazanan bir kurumdur. Özellikle Yargıtay, Bölge Adliye Mahkemeleri ve Anayasa Mahkemesi tarafından verilen kararlar, hem koruma tedbirinin sınırlarını hem de ölçülülük ilkesinin ne şekilde yorumlanması gerektiğini ortaya koymaktadır.

Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, şirket içi yönetim krizlerinden kaynaklı olarak TMK ve TTK kapsamında verilen kayyım kararlarında, “şirketin yönetilemez hale gelmiş olması” kriterini aramakta ve yalnızca geçici çözümler için kayyım tayinini onaylamaktadır. Nitekim 2019 tarihli bir kararında Yargıtay, “genel kurul toplantısının yapılamamasına rağmen organların yeniden oluşturulması mümkünken doğrudan kayyım atanmasının şirketin iç işleyişine aşırı müdahale oluşturduğuna” hükmetmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararları ise özellikle CMK m. 133 kapsamında yapılan atamalarda, suçla illiyet bağının kurulmasında delil yeterliliği, şirketin suça karışma derecesi ve atanan kayyımın yetki sınırları üzerinde yoğunlaşmaktadır. İstanbul BAM 1. Ceza Dairesi’nin 2022 tarihli kararında, “sadece şirket ortağının suçla ilişkilendirilmiş olmasının, şirketin tamamının kayyıma devredilmesi için yeterli sayılamayacağı” ifade edilmiştir. Bu karar, özellikle suç şüphesiyle yapılan toplu kayyım atamalarının bireyselleştirilmesi gerektiğini vurgulayan önemli bir içtihattır.

Anayasa Mahkemesi, bireysel başvuru yolu ile önüne gelen kayyım ataması dosyalarında, mülkiyet hakkı ve adil yargılanma hakkı bağlamında değerlendirme yapmakta; kayyımın uzun süreli görevlendirilmesi ve şirket ortaklarının tamamen dışlanması gibi durumlarda ihlal kararları verebilmektedir. 2020 tarihli bir kararında AYM, “kayyum atanmasının makul bir süreyle sınırlanmaması, mahkeme denetiminin yetersizliği ve şirketin zarara uğramasına sebep olunması” nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine hükmetmiştir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarında da benzer yaklaşımlar görülmektedir. AİHM, kayyım atamasının zorunlu bir toplumsal ihtiyaçtan kaynaklanması gerektiğini, müdahalenin ölçülü ve denetlenebilir olması gerektiğini açıkça belirtmiştir. Türkiye’ye karşı verilen bazı kararlarda, özellikle mülkiyet hakkı ve makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği tespit edilmiş; tedbirin amacını aşar şekilde sürdürülmesi ağır eleştirilere konu olmuştur.

Bu kararlar ışığında, kayyım atanmasının keyfi ya da orantısız şekilde uygulanması hâlinde, gerek ulusal gerekse uluslararası hukuk yolları kullanılarak ciddi yaptırımların ve tazminat yükümlülüklerinin doğabileceği açıktır. Dolayısıyla, hem kayyım talebinde bulunan taraflar hem de kayyım atamasına muhatap olan şirketler açısından, uygulamadaki yargı içtihatlarının dikkatle incelenmesi ve stratejik değerlendirme yapılması büyük önem arz etmektedir.

Değerlendirme

Şirket yönetimine kayyum (kayyım) atanması, hem ceza muhakemesi sürecinde bir koruma tedbiri olarak hem de özel hukuk bağlamında yönetim boşluğunun giderilmesine yönelik geçici bir hukuki müdahale aracı olarak Türk hukuk sisteminde önemli bir yer tutmaktadır. Ancak bu tedbir, doğası gereği şirketin anayasal güvencelerle korunan mülkiyet hakkına, sözleşme özgürlüğüne ve ticari faaliyetine doğrudan etki ettiğinden, istisnai nitelikte olmalı ve sıkı denetim altında uygulanmalıdır.

Ceza yargılamasında kayyım ataması, kamu yararının korunması ve suça ilişkin delillerin güvence altına alınması amacıyla öngörülse de, uygulamada sıklıkla ölçülülük ilkesini zorlayan örneklerle karşılaşılmaktadır. Öte yandan özel hukukta, şirketin faaliyetlerini sürdürmesini sağlamak ve ortaklık yapısındaki tıkanıklıkları geçici olarak çözmek amacıyla yapılan kayyım atamaları, şirketin devamlılığı bakımından olumlu etkiler yaratabilmektedir. Ancak bu tür müdahalelerin kalıcı çözüme dönüşmemesi, olağan yönetim organlarının yeniden işlerlik kazanmasıyla birlikte kayyım görevinin sona erdirilmesi gerekir.

TMSF’nin kayyım olarak atanmasıyla ilgili uygulamalar, terörle mücadele ve suç gelirlerinin önlenmesi kapsamında kamu güvenliği odaklı olmakla birlikte, bu yetkinin sınırsız şekilde genişlemesi, özel mülkiyetin zayıflamasına ve yargısal denetimin zedelenmesine yol açabilmektedir. Bu nedenle, her bir kayyım ataması kararı, sadece yasal dayanaklar bakımından değil, aynı zamanda hukukun genel ilkeleri – özellikle ölçülülük, gereklilik ve geçicilik – çerçevesinde değerlendirilmelidir.

Yargı içtihatları ve AİHM kararları da göstermektedir ki, şirketlere yönelik kayyım atamaları, ancak zorunlu hâllerde ve somut gerekçelere dayanılarak uygulanmalıdır. Aksi halde, bu tür tedbirlerin şirketlerin yatırım ortamına, iç ve dış piyasadaki itibarına ve ortaklık ilişkilerine kalıcı zararlar verme riski doğmaktadır.

Bıçak Hukuk Bürosu, gerek ceza soruşturmaları sürecinde gerekse özel hukuk kaynaklı uyuşmazlıklarda, kayyım atamalarının talep edilmesi, iptali ya da sona erdirilmesi gibi konularda kapsamlı danışmanlık ve temsil hizmeti sunarak, müvekkillerinin ticari haklarını ve hukuki güvenliğini korumaya yönelik profesyonel çözümler üretmektedir.

/ Bilgilendirme, Ceza Hukuku, Görüşler / Düşünceler, Şirketler Hukuku, Ticaret Hukuku / Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Comments

No comments yet.

Yanıtla