Avrupa Birliği’nin Rusya Federasyonu’na ait yaklaşık 210 milyar avroluk egemen devlet varlıklarını süresiz biçimde dondurması, klasik yaptırımlar rejiminden niteliksel bir kopuşu temsil etmektedir. Bu karar, yalnızca ekonomik baskı aracı değil, uluslararası hukukta devlet varlıklarının dokunulmazlığı ilkesini zorlayan stratejik bir hamle olarak öne çıkmaktadır. Süresiz dondurma, fiilen müsadere tartışmalarını gündeme getirmiş ve egemen mülkiyetin korunması ile kolektif yaptırım yetkisi arasındaki sınırları bulanıklaştırmıştır. Kararın zamanlaması, Ukrayna bağlamında yürütülen diplomatik girişimler öncesinde alınması nedeniyle, Avrupa Birliği’nin müzakere masasına hukuki ve finansal kaldıraçla oturduğunu göstermektedir. Dondurulan varlıkların Ukrayna’nın yeniden inşasında kullanılması ihtimali, uluslararası hukukta tazminat, karşı önlem ve sorumluluk rejimlerine ilişkin yeni tartışmaları tetiklemiştir. Bu süreç, uluslararası tahkim ve yatırım uyuşmazlıkları bakımından devletlerin ve yatırımcıların uzun vadeli hak iddialarını da doğrudan etkilemektedir. Özellikle Türkiye merkezli şirketler açısından, AB yaptırımlarının ikincil etkileri, finansal işlemler, sözleşmeler ve varlık güvenliği bakımından somut risk senaryoları yaratmaktadır. Bıçak Hukuk Bürosu, bu yeni dönemde yaptırımların hukuki sınırlarını, mülkiyet haklarına etkisini ve şirketler için ortaya çıkan uyum ve risk yönetimi ihtiyaçlarını bütüncül bir perspektifle ele almaktadır.
Egemen Devlet Varlıklarının Süresiz Dondurulması
Avrupa Birliği, 12 Aralık 2025 tarihinde aldığı kararla yaklaşık 210 milyar avro tutarındaki Rusya Federasyonu’na ait egemen devlet varlıklarını süresiz olarak dondurma yönünde tarihi ve niteliksel olarak yeni bir adım atmıştır. Daha önce altı aylık periyotlarla oybirliğiyle uzatılan yaptırımlar rejimi, bu kararla birlikte belirsiz süreli ve fiilen kalıcı bir karakter kazanmıştır. Bu gelişme, klasik yaptırım hukukunun ötesine geçen; yalnızca teknik veya idari bir düzenleme olarak değil, aynı zamanda uluslararası hukukun temel ilkeleriyle doğrudan temas eden bir kırılma noktası olarak değerlendirilmelidir.
Kararın zamanlaması da içeriği kadar önemlidir. ABD öncülüğünde Ukrayna bağlamında yürütülen barış ve müzakere girişimlerinin hemen öncesinde alınan bu karar, Avrupa Birliği’nin yalnızca ekonomik değil, stratejik ve diplomatik bir mesaj verdiğini ortaya koymaktadır. Bu bağlamda, karar sıkça kullanılan metaforla Avrupa Birliği’nin “Rubicon’u geçtiği” bir eşik olarak yorumlanmaktadır. Zira AB, bu adımla birlikte yaptırımların geçici ve geri döndürülebilir araçlar olduğu yönündeki klasik anlayışı fiilen terk etmiş görünmektedir.
Bu makale, Avrupa Birliği’nin söz konusu kararını uluslararası hukuk, AB iç hukuku, yaptırımlar hukuku, devlet varlıklarının dokunulmazlığı, mülkiyet hakkı, tahkim ve yatırım uyuşmazlıkları perspektiflerinden kapsamlı biçimde incelemeyi amaçlamaktadır. Ayrıca kararın, Türkiye merkezli şirketler bakımından doğurabileceği özel risk senaryoları da uygulamaya dönük bir bakış açısıyla ele alınacaktır.
Avrupa Birliği Yaptırımlar Rejiminin Hukuki Çerçevesi
Avrupa Birliği’nin yaptırımlar uygulama yetkisi, doğrudan Birliğin kurucu antlaşmalarından kaynaklanmaktadır. Özellikle Avrupa Birliği Antlaşması’nın (TEU) 29. maddesi ve Avrupa Birliği’nin İşleyişi Hakkında Antlaşma’nın (TFEU) 215. maddesi, AB’ye üçüncü ülkelere karşı kısıtlayıcı tedbirler alma yetkisi tanımaktadır. Bu çerçevede kabul edilen yaptırımlar, AB Konseyi kararları ve tüzükleri yoluyla bağlayıcı hale gelmektedir.
Geleneksel olarak AB yaptırımları, hedefli ve geçici nitelikte tasarlanmıştır. Amaç, ilgili devlet veya kişi üzerinde siyasi baskı kurmak; ancak yaptırımların müzakere yoluyla kaldırılabilir olmasıdır. Altı aylık periyotlarla uzatılan Rusya yaptırımları da bu yaklaşımın tipik bir örneğini oluşturmaktaydı. 12 Aralık 2025 kararı ise bu geleneği kökten değiştirmektedir.
Süresiz dondurma kararı, yaptırımların geçiciliği ilkesini fiilen ortadan kaldırmakta ve yaptırımları kalıcı bir hukuki duruma dönüştürmektedir. Bu durum, AB hukukunda yaptırımların niteliğine ilişkin doktrinsel tartışmaları da beraberinde getirmektedir. Zira bir yaptırım önlemi, süre sınırı olmaksızın uygulandığında, artık bir “önlem” olmaktan çıkıp fiili bir mülkiyet kısıtlamasına dönüşmektedir.
Devlet Varlıklarının Dondurulması ile Müsaderesi Arasındaki Hukuki Ayrım
Uluslararası hukuk bakımından devlet varlıklarının dondurulması ile müsaderesi arasında temel bir ayrım bulunmaktadır. Dondurma, mülkiyet hakkını ortadan kaldırmayan, geçici nitelikte bir tasarruf kısıtlamasıdır. Müsadere ise mülkiyetin kalıcı olarak el değiştirmesi anlamına gelir ve çok daha ağır hukuki sonuçlar doğurur.
Avrupa Birliği’nin resmi söylemi, hâlen “dondurma” kavramı etrafında şekillenmektedir. Ancak süresiz dondurma kararı, bu ayrımı fiilen bulanıklaştırmaktadır. Zira süresiz olarak dondurulan bir varlık, ekonomik ve hukuki anlamda fiilen kullanılamaz hale gelmektedir. Bu durum, dolaylı müsadere (indirect expropriation) kavramını gündeme getirmektedir.
Uluslararası yatırım hukukunda dolaylı müsadere, mülkiyet hakkının resmen devredilmemesine rağmen, ekonomik değerinin ortadan kaldırılması halinde söz konusu olmaktadır. Devlet varlıkları bakımından da benzer bir tartışma kaçınılmazdır. Rusya’ya ait egemen varlıkların süresiz olarak dondurulması, bu varlıkların ekonomik işlevini tamamen ortadan kaldırmakta ve fiilen müsadere etkisi doğurmaktadır.
Devletlerin Egemenliği ve Devlet Varlıklarının Dokunulmazlığı İlkesi
Uluslararası hukukun temel taşlarından biri, devletlerin egemen eşitliği ilkesidir. Bu ilkenin doğal sonucu olarak, devlet varlıkları da kural olarak yabancı devletlerin yargı yetkisine ve cebri icra işlemlerine karşı dokunulmazlığa sahiptir. Birleşmiş Milletler Devletlerin ve Mallarının Yargı Yetkisi Dokunulmazlıkları Sözleşmesi, bu ilkeyi açıkça ortaya koymaktadır. Her ne kadar bu sözleşme evrensel olarak yürürlüğe girmemiş olsa da, devlet varlıklarının dokunulmazlığı büyük ölçüde teamül hukuku niteliği kazanmıştır. Özellikle merkez bankası rezervleri ve egemen fonlar, dokunulmazlığın en güçlü olduğu alanlardan biri olarak kabul edilmektedir.
AB’nin Rusya egemen varlıklarını süresiz olarak dondurması, bu dokunulmazlık ilkesinin sınırlarını zorlamaktadır. AB, bu adımı uluslararası hukukun ihlaline karşı alınan karşı önlemler (countermeasures) kapsamında meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Ancak karşı önlemlerin de orantılı, geçici ve geri döndürülebilir olması gerektiği yönünde güçlü bir hukuki görüş bulunmaktadır. Süresiz dondurma kararı, bu kriterlerle ciddi biçimde çatışmaktadır.
Ukrayna’nın Yeniden İnşasında Rus Varlıklarının Kullanılması Tartışması
Son dönemde giderek güçlenen bir tartışma, dondurulan Rus varlıklarının Ukrayna’nın yeniden inşasında kullanılması ihtimalidir. Bu yaklaşım, siyasi ve ahlaki açıdan bazı çevrelerce güçlü biçimde savunulmaktadır. Ancak hukuki açıdan son derece problemli bir zemine oturmaktadır.
Dondurulmuş varlıkların üçüncü bir devletin yararına kullanılması, açıkça müsadere anlamına gelmektedir. Bu durum, yalnızca mülkiyet hakkının ihlali değil; aynı zamanda devletlerin egemen eşitliği ilkesinin de ihlali sonucunu doğuracaktır. Böyle bir adım, uluslararası hukukta tehlikeli bir emsal yaratma potansiyeline sahiptir.
Bugün Rusya’ya uygulanan bu yaklaşım, yarın başka devletlere karşı da kullanılabilecek bir mekanizmanın kapısını aralayabilir. Bu nedenle birçok Avrupa ülkesi içinde dahi bu yönde ciddi hukuki çekinceler dile getirilmektedir.
Uluslararası Tahkim ve Yatırım Uyuşmazlıkları Boyutu
Rusya egemen varlıklarının süresiz dondurulması, yalnızca devletler arası ilişkiler bakımından değil; yatırım tahkimi ve uluslararası uyuşmazlık çözümü bakımından da önemli sonuçlar doğurmaktadır. Rusya’nın veya Rus devletine bağlı kuruluşların, çeşitli ikili yatırım anlaşmaları (BIT) veya çok taraflı anlaşmalar çerçevesinde tahkim yoluna gitmesi ihtimali göz ardı edilemez.
Her ne kadar devlet varlıkları klasik anlamda yatırım korumasının dışında kalsa da, bazı durumlarda devlet kontrolündeki fonlar veya şirketler yatırımcı sıfatıyla koruma talep edebilir. Ayrıca bu karar, üçüncü ülke yatırımcıları bakımından da dolaylı etkiler yaratabilir.
AB’nin bu adımı, “siyasi risk” kavramını yatırım hukuku bakımından yeniden tanımlamaktadır. Devlet varlıklarının dahi bu ölçüde müdahaleye açık hale gelmesi, yatırımcıların hukuki güvenlik beklentisini ciddi biçimde zedelemektedir.
Türkiye Merkezli Şirketler İçin Özel Risk Senaryoları
Avrupa Birliği’nin aldığı bu karar, Türkiye merkezli şirketler bakımından da dolaylı ancak ciddi riskler barındırmaktadır. Türkiye’nin AB yaptırımlarına doğrudan taraf olmamakla birlikte, AB ile yoğun ticari ve finansal ilişkileri bulunmaktadır. Özellikle aşağıdaki senaryolar dikkatle değerlendirilmelidir:
Türkiye merkezli bir şirketin, Rusya ile bağlantılı bir finansal işlemde aracı konumunda olması; AB finansal sistemiyle temas halinde olması halinde ikincil yaptırım risklerini gündeme getirebilir. Ayrıca AB bankalarıyla çalışan Türk şirketleri, uyum süreçlerinde daha sıkı denetimlerle karşılaşabilir. Bunun yanı sıra, Türkiye’de faaliyet gösteren ve Rus sermayesiyle bağlantılı şirketlerin, varlıklarına yönelik dolaylı kısıtlamalarla karşılaşması da mümkündür. Bu durum, ticari sözleşmelerin ifası, ödeme mekanizmaları ve finansmana erişim bakımından ciddi sorunlar doğurabilir.
Değerlendirme ve Sonuç
Avrupa Birliği’nin Rusya egemen devlet varlıklarını süresiz olarak dondurması, yaptırımlar hukukunda niteliksel bir dönüşümü temsil etmektedir. Bu adım, yalnızca Rusya’ya yönelik bir önlem değil; uluslararası hukuk düzeninin temel ilkeleri bakımından da sarsıcı bir gelişmedir. Devlet varlıklarının dokunulmazlığı, mülkiyet hakkı, yaptırımların geçiciliği ve orantılılığı gibi ilkeler, bu kararla birlikte ciddi biçimde yeniden tartışmaya açılmıştır. Ukrayna’nın yeniden inşası için bu fonların kullanılması ihtimali ise hukuki riskleri daha da derinleştirmektedir.
Türkiye merkezli şirketler bakımından ise bu gelişme, yaptırımların coğrafi sınırlarının fiilen genişlediğini göstermektedir. Bu nedenle şirketlerin, yalnızca Türk hukuku değil; AB yaptırımlar hukuku ve uluslararası finansal düzenlemeler bakımından da risk analizlerini güncellemeleri zorunlu hale gelmiştir.
Bıçak Hukuk perspektifinden bakıldığında, bu karar, yaptırımların artık istisnai değil, yapısal bir risk alanı haline geldiğini ortaya koymaktadır. Önümüzdeki dönemde, devlet varlıkları, uluslararası ticaret ve yatırım hukuku arasındaki sınırların daha da bulanıklaşacağı; hukuki öngörülebilirliğin ise ciddi biçimde sınanacağı açıktır.
English
Türkçe
Français
Deutsch









Comments
No comments yet.